Malumunuzdur, her türkünün bir hikâyesi vardır, aşk, doğa, özlem, hasret, ayrılık, kavuşma, sevinç, keder, acı, kahramanlık, savaş, din, ölüm, kayıplar, kaybetmeler, yokluk benzeri konuları tema alan hikâyelerdir hemen hepsi…
Türkü
kelimesinin etimolojisine Nişanyan’ın Türkçe Etimoloji sözlüğünden bakınca; “Türkiye Türkçesi, türkī “Türk havası,
yanık sesle söylenen uzun hava” sözcüğünden evrilmiştir. Bu sözcük Türk özel
isminden türetilmiştir.
tarihçe (tespit edilen en eski
Türkçe kaynek ve diğer örnekler)
[Mercimek Ahmed, Kâbusname
terc., 1432]
ġazel ve türkī ki ayıdırsın,
ter ve ābdār ayt [taze ve canlı söyle]
[Filippo Argenti, Regola del
Parlare Turco, 1533]
turchí: chanto
Şimdi adını maalesef hatırlayamadığım bir başka kaynakta da, şöyle diyordu “türkü” kelimesinin etimolojisine yönelik, “Türkler Anadolu’ya geldiklerinde kopuzları ile çalıp söyledikleri ezgilere, Anadolu’nun kadim milleti Kürtler Türk usulü çığırmak manasında “türkü” demişlerdir”. Doğru mudur değil midir bilemem lakin akla da çok aykırı durmamaktadır.
Okuduğum
“Abidinpaşa Caddesi” kitabında yazar Süreyya Köle, Çukurovalı meşhur yazarımız Demirtaş Ceyhun’dan aktarıyor; “Adana’da 1950’li yıllarda, Dörtyol ile
İstasyon semtleri arasındaki yol asfalttı yalnızca. Geriye kalan yollarsa
taştandı.
Kore Savaşı başlayınca dünya genelinde barut yapımında kullanılan pamuğun değeri arttı. Dünya piyasalarında pamuk büyük paralara satılmaya başlandı. Adanalı pamuk çiftçisi de milyonlarca dolar kazandı. Çok zengin pamuk ağaları türedi. Bu dönemde Adana’da 15 – 20 pavyon açıldı. Pavyonlarda İstanbul’dan getirilen konsomatrisler çalıştırıldı. Para Adana’ya yatırım olarak dönmedi ve eğlenceye, gece hayatına, bu konsomatris kadınlara yedirildi. O dönemde bu kadınlarla gelen müzisyenler de bu şarkıyı yaptı.”
Evet,
Demirtaş Ceyhun böyle anlatıyor, “Adananın yolları taştan” türküsünün ortaya
çıkış hikâyesini, doğru mu değil mi? bilmiyorum. Süreyya Köle ise; mezkûr
türkünün en bilinen hikâyesi diye anlattıkları; “19.
yüzyılın sonlarında Adanalı Yeğenzade Sadi Bey’e âşık olan Erenköylü Ruhiye
Hanım’ın bestesi olan bu türkü o kadar beğenilir ki, dilden dile dolaşmaya
başlar.
Saraya kadar ulaşan bu gizli
aşktan Ruhiye Hanım’ın Denizcilik Bakanı olan babası rahatsız olur. Çevreye
yayılan dedikodular nedeniyle evinde bu türküyü yasaklayarak kızını denetim
altına alır.
Saraydan gelen bir telkin
üzerine Ruhiye Hanım, Harbiye’yi bitirip Kuleli Askeri Okulunda öğretmen olan
Sadi Bey’le sonunda evlenir. Düğünlerinde sabaha kadar “Aman Adanalı” türküsü
çalar. Sonraki yıllarda bu türkü notaya uyarlanarak günümüzdeki halini alır.
Ne romantik değil mi? Demirtaş Ceyhun’un gerçekçi, katı yaklaşımından uzak, tam bir şarkı-türkü hikâyesi…”
Peşrev kabilinden, hemen herkesin bildiğini zannettiğim “Adana’nın yolların taştan” türküsü ile girdim, lakin gerçekten öyle mi mezkûr kitabın bu bölümünde enteresan bir başka hikâye var ki ben ilk defa görüyorum. Yazar Süreyya Köse bakın neler yazıyor bu konuda; “ya yalnızca dışkıdan olduğunu iddia edersek? Yolun neden yapılı olduğunu seçemeyeceğimiz kadar at ve diğer pek çok hayvanın dışkısıyla kaplı olduğunu?”
“Arabacılar “temizlik
işçilerine ücretlerini biz öderiz” diyorlar. Arabacılar şart koşuyor. “Cadde
üstündeki apartman helaları, şehir kanalına dökülmesin”
Arabacıların, İl Trafik
Komisyonu’nun almış olduğu kararları protesto maksadıyla yapmış oldukları
“sessiz yürüyüşün” akisleri devam etmektedir. Hayvanların şehir sokaklarında
her gün tonlarca pislik bıraktıklarını, belediye yetkililerinin ifade ettiklerini
ileri süren Umum Arabacılar ve Sürücüler Derneği, Belediye Başkanlığına bir
açık dilekçe yazarak iş teklifinde bulunmuştur. Dilekçede, temizlik işçilerinin
toplayacakları pisliklerin derneğe teslim edilmesi halinde, işçilerin
ücretlerinin dernek tarafından ödeneceği, belediyenin de, temizlik işçileri
için ödediği ücreti bundan böyle şehir kanalizasyonlarının ıslahı için
sarfetmesi istenilmektedir. Dernek Başkanı Sabri Yurtkadı imzalı dilekçede
aynen şöyle denilmektedir:
“Belediye Başkanlığına
Adana
Sessiz yürüyüşümüz dolayısıyla
hayvanlarımızın günde şehir sokaklarına 30 ton pislik bıraktığını belediyenin
yetkili kişilerinin gazetelere verdiği beyanatla öğrendik.
Tarım merkezi olan Adanamızda,
çiftçilikle uğraşan vatandaşlarımızın sahte ve bozuk gübrelerle kazıklanmaktan
usandıkları hepimizin malumudur. Avrupa malı gübrenin bizim yerli fabrikalardan
çıkan tabii gübreden daha namuslu olmadığını halk artık anlamıştır. Namuslu
tüccarların satacağı namuslu gübreye hasret çeken çiftçilerimizi de düşünerek,
Derneğimizce Başkanlığınıza bir iş teklifi yapıyoruz.
Her gün hayvanlarımızın
yollara bıraktığı 30 ton gübre belediye tarafından derneğimize teslim
edildiğinde, gübreyi toplayan temizlik işçileri kardeşlerimizin ücretleri
derneğimizce ödenecektir. Böylece belediye bütçesi bu kardeşlerimizin maaş
yükünden kurtulacaktır.
Yalnız şu şartla ki, temizlik
işçilerinden tasarruf edilecek ücret, şehir kanalizasyonuna harcanacak, cadde
üstündeki apartmanların helalarının şehir kanalına dökülmesi önlenecektir.
Belediyeniz, uzmanlarının
şehir kanalizasyon kapakları önünde bir inceleme yaparak hayvan gübresinin mi,
yoksa insan gübresinin mi daha pis kokular saçtığını ve mikroplu olduğunu
tetkik etmelerini rica ederiz.
Hayvan gübresi kazancıyla
insan gübresinin zararlarını önlemeniz dileği ile iş teklifimizin kabulünü arz
ve istida ederiz.” (Yeni Adana Gazetesi 13 Temmuz 1965)
Evet,
artık bundan sonra yolları taşlık mıdır, değil midir? Nasıl
değerlendirecekseniz, size kalmış…
Türkünün
sözleri ile bitireyim…
Adana’nın
yolları taşlık,
Yok
cebimizde beş para harçlık.
Elden
gitti kahpe de gençlik.
Ağam
Adanalı paşam Adanalı,
Evde
duramıyom sana dadanalı.
Sebebim
sen oldun şişman delikanlı.
Hey
güllü hele hele güllü, peştamalı püsküllü
Adana'nın
yolları taştan,
Sen
çıkardın beni baştan,
Hem
anadan hem kardaştan.
Ağam
Adanalı paşam Adanalı,
Evde
duramıyom sana dadanalı.
Sebebim
sen oldun şişman delikanlı.
Hey
güllü hele hele güllü, peştamalı püsküllü