Çarşamba, Eylül 09, 2020

FAİK TÜTÜNCÜOĞLU İLE SÖYLEŞİ

·       Ruhi M. Çilek- Belediye Başkanlığında süre almak açısından senin kadar uzun süre Başkanlık yapan bildiğim kadarı ile bir başkası yok, öncelikle bu bilgi doğru mu? Doğruysa süre almak açısından da bakılınca “efsane başkan” sen oluyorsun değil mi?

·       Faik Tütüncüoğlu- Evet doğrudur. Öyle olması lazım ve öyledir de zaten.

·       RMÇ- Faik Abi öncelikle “abi” ve “sen” hitaplarımın seçimi çok eskiye dayalı, aynı mahalleli olmamız, komşu olmamız nihayetinde de sen bizim mahallemizin abisi olman sebebi iledir, bu tespiti yapalım ki, samimiyetimizi ve dayanaklarını okuyucularımız bilsin. Diğer taraftan da sana beğeneceğin ve beğenmeyeceğin hatta hoşlanmayacağın soruları da soracağımı bilerek bu söyleşiyi gerçekleştirme kararı aldığın için öncelikle teşekkür ederim.

·       FT- Çünkü ben gerçeklerden yanayım ve bu yüzden cevabı olmayan bir soru olamaz benim nezdimde. Gerçek iyi ise iyidir, kötü ise kötüdür.

·       RMÇ- Ve müsaadenle söyleşimizi siyaset öncesi, siyasete girişin, Belediye Başkanlığın, sonra tekrar aday gösterilmeyişin, başka siyasi ilişki arayışların, Muhittin Dalgıç’ın başkanlığı döneminde görece sessizliğin ve Ekrem Oran’ın belediye başkanlığı döneminde tekrar eleştiri oklarını yüksek perdeden ve hoşgörüsüz bir şekilde yöneltmek, yerel basın ile ilişkiler konusu ve de benimle ilgili belediye tasarrufları kullanmak konusunda sorular yönelteceğim. Bu giriş ile başlayıp senin dönemini, senden önceki dönem ve sonraki dönemle kıyaslayarak ortaya çıkacak bilgileri halkımıza aktaralım istiyorum.

·       RMÇ- Siyaset öncesi; asker olmayı tercih etme gerekçen ve bulunduğun görevleri kısaca sıralar mısın? Askerlik tercihin de Celal Bayar ile ailenin ilişkilerinin çok etkili olduğu hatta senin için “Celal Bayar yetiştirmesi” denilmesi konusunda yaygın söylentiler için ne diyeceksin?

·       FT- Benim zamanında Çeşme’de yeni açılan ortaokuldan başka okul yoktu, okumak isteyenler mutlaka yatılı devlet okullarında okuyabilirdi ki onlar da askeri okullar, sağlık okulları, öğretmen okulları idi. Zaten bende babamın vefatı nedeni ile bu imkanlardan epey uzaktım. Ben esasen de Ziraat Bankasında memur olarak göreve de başlamış iken Komşularımız Hulusi Paşa ve Celal Bayar ile münasebetlerimiz neticesine ve sadece yönlendirme neticesinde askeri Lise sınavlarına katıldım ve kazandım. İstanbul’a Askeri lise için gittiğimde bize sahip çıkacak, yol gösterecek kişiler lazım idi ve bunlardan biri Hulusi Paşa olurken, diğer taraftan Celal Bayar’ın oğlu ki o zamanlar Doğan Sigorta Genel Müdürü idi, hem evci kağıtlarımın düzenlenmesinde hem de diğer ihtiyaçlar halinde yardımlarını esirgemediler. Harp Akademisi öğrenciliğim döneminde özellikle de Annemin geldiği dönemlerde Annem ile Celal Bayar’ın eşi görüşür bazen de beni okula otomobil göndererek aldırırlar idi. Bahse konu ilişki bundan ibaret olup buradan talebe, yetiştirme ya da fikri benzerlik yaratmaya kimse çalışmasın. Esasen de Celal Bayar ile 3 ya da 4 kez görüşmüşümdür.

·       RMÇ- Kısaca nerelerde görev yaptın, anlatır mısın?

·       FT- Önce İstanbul, sonra Siirt’e tayin, tayin olunan Tugay Urfa’ya aktarıldı, o zaman Urfa’daki Tugay da Gaziantep’e intikal etti yani 1968 yıllarında yine Suriye ile birtakım sorunlar yaşanıyordu, sınırı muharip birliklerle tahkim ediyorlardı, oradan Erzurum’a tayin oldum 3 sene sonra tekrar İzmir’e geldim, 1979 senesinde sıkıyönetim ilan edilince, bulunduğumuz birlikler içinde muharip birlik komutanı olarak benden kıdemli çok subay olmasına rağmen onların eğitim birlikleri olması hasebe ile ben görev için uygun görüldüm ve atandım. 1983 yılında “emeklilik dilekçemi” verdim. Dönem itibari ile Darbe Yönetiminin çıkardığı bir karar gereğince almış olduğum özel kurs ve eğitimlerden ötürü emekliliğime izin verilmedi. Sıkıyönetimin Yarımada’dan sorumlu birimini yönettim.

·       RMÇ- Faik Abi ne o özel kurs ve eğitimler?

·       FT- İşte dinleme vs

·       RMÇ- İstihbarat yani?

·       FT- Öyle diyelim

·       RMÇ- Anladım detay vermek istemiyorsun ama anlıyoruz.

·       FT- Evet

·       RMÇ- Faik Abi; emekli olmana geçmeden önce seninle daha önce bana anlattığın, Kenan Evren’in emeklilik ve sonraki yükselişi konusundaki bilgileri tekrarlar mısın?

·       FT- Bizim oradaki gazinoya her akşam gelir çayını içerdi, bizim komutanımız idi, emeklilik işlemlerini başlatmış hatta emekliliğini geçireceği Karşıyaka’da evini hazırlamış, bize de ayrılık konuşmalarını yapmış, hatta “çocuklar bayramda seyranda beni aramayı unutmayın” dedi ancak iktidar ve muhalefet Kara Kuvvetleri Komutanı olarak önerdikleri isimlerde çok aykırı düşünce Cumhurbaşkanı aday olarak düşünülenler derhal emekli edilip, ayrılık hazırlıklarını tamamlamış Kenan Evren atanmıştır.

·       RMÇ- Yani diyorsun ki; bizim mahallede Kenan Evren için söylenen, NATO’nun gizli ordularının komutanı idi, Pentagon tarafından darbe konusunda ileriye matuf hazırlanmıştır bilgisi doğru değil yani sana göre

·       FT- Öyle ya da böyle bilemem, ben sana gerçekleri anlatıyorum.

·       RMÇ- Tesadüfe bak Abi, Cemal Gürsel de, emekli oluyor İzmir’e taşınıyor derken bir darbe hop darbe liderliğine.

·       FT- İkisi aynı şey değil. İhtilal liderliği oluşumu benzese de aynı değildir.

·       RMÇ- Abi, lütfen ihtilal felan deme her ikisi de bal gibi darbedir.

·       FT- Ama unutma ki dünyanın en güzel anayasası bu ekip yaptı.

·       RMÇ- Siyasete hiç girmek gibi bir kararın olmamasına rağmen ilk seçimi kazanan rakibinin talebi ile SODEP’ten aday olman konusunda söylenenlere ne diyorsun? Sen aslında bizim ekiptensin oraya git ve oraya başkaları gelmesin seçimi biz kazanalım hüllesi kurulması söylentisine ne diyorsun? Diğer taraftan SODEP’e girişinin kabulünü ve onayını yapan ekip ile yollarının çabuk ayrılmış olmasını neye bağlıyorsun?

·       FT- Evet aslında politika hiç hesapta ve planda yok idi ancak çıkarılan yasa ile “politikaya gireceğim” deyince emekli olmak mümkün idi ve böyle de yaptım. Hiç niyet ve beklentim olmamasına rağmen eEmeklilik gerekçem “politika” olunca buradaki politikacılar hemen bana teklifte bulundular.

·       RMÇ- Kim abi bu politikacılar?

·       FT- Kaya Ertan, Nuri Ertan, Kemal Kürekçi başta olmak üzere çok kişi

·       RMÇ- Bunlar hep sağ kökenli kişiler ve kendilerine yakın hissediyorlar seni ve cesaret ederek teşvik ediyorlar?

·       FT- Herhalde (gülerek)… Ama benim adaylığım kesinleşince bana “seninle birlikteyiz” diyenlerin her biri bir partiden aday olmuştu…Ben de bana yakın hissettiğim için SODEP’e gittim ve aday oldum.

·       RMÇ- Peki Çoşkun Abi (Vural) hangi partiden aday oldu? Başta sana seninle birlikteyim diyenlerden idi değil mi?

·       FT- O HALKÇI Partiden aday oldu ve desteği konusunda da sen yanlış anlamışsın deyip geçiştirdi. Eeeee bu işler böyle önce seni öne sürüyorlar sonra arkandan başka işler…

·       RMÇ- Kayıt ve seçim sonrası ilk yol ayrılığı? SODEP’e girişini ve kabulünü Şakir Karadede yapıyor ama kısa süre sonra yollarınız ayrılıyor…

·       FT- Evet ve maalesef seçimde “karşı aday” için çalıştı kendisi dışındaki ailesinin fertleri, biz de sorunca yok öyle bir şey deyip geçiştirilmek istenince yollar ayrıldı. Bizde kendi çapımızda hemen seçime ertesi bir sonraki seçim çin çalışmalara başladık. Sakın unutmayın o zamanki seçim desteğimiz %22 idi. Buradan başlayınca başarının manası daha iyi anlaşılacaktır Çeşme için. O zaman Anadol marka bir otomobilim var idi her gün bir köy kahve kahve, kişi kişi dolaştım…

·       RMÇ- Bilahare gösterdiğin başarılı seçim çalışmaları ile belediye başkanlığını kazandın ve bakıyoruz yanında bulunan neredeyse tüm ekip darbe muarızları ve karşıtları hatta mağdurları, peki bir darbeci, darbeci diyorum ama başka kelime yok tabii ki çünkü mezkur dönemde darbenin icra makamlarında oturmuş birisisin ve buna rağmen olumlu ve uyumlu bir çalışma yapıyorsunuz ve nihayetinde tılsımlı “güç” sana geçince nerdeyse hepsi tasfiye, neden, neler yaşandı özetle ve senin açından çünkü ben diğerlerinin açısından ne yaşandığını çok dinledim. Esasen senden de çok dinledim de bu kere kayıtlara alalım diye soruyorum.

·       FT- O konulardaki gelişmeler senin dediğin gibi değil, mesela Ilıca’da Reşat Akbaykal için oylarda oynama-saklama yaparak liste dışı bırakılınca küsmüş idi ama kısa sürede durumu anlayıp desteğini hep verdi.

·       RMÇ- Seçimlerde yani kazandığın ilk seçimde sonuçlar nasıl idi, tatmin edici mi idi?

·       FT- Zorlu geçen seçimi küçük farkla 84 oy farkla kazandım ancak meclis çoğunluğu maalesef muhalefette kalmış idi. Çok zorlu geçen çalışmalar neticesinde mecliste başarılı çalışmalarda yapıldı.

·       RMÇ- Tıpkı bugün birçok büyükşehirde olduğu üzere Başkanlık bir partide meclis diğer partide, sıkıntılı süreçler?

·       FT- O zamanlar konular mutlaka bir uzlaşma yolu bulunarak çözülüyordu ancak iktidar yaşanan o başarılı çalışmaların önüne, yeni yasal düzenlemeler yaparak maalesef geçmiştir. Artık bugünlerde o ortamlar artık ne yazık ki yok.

·       RMÇ- Peki devri iktidarın başladı ve ciddi de bir süre kullandın Reis’likte… Şahsen benim beğendiğim işler de oldu, kıyasıya eleştirdiğim işler de oldu? Peki giriş olması açısından hizmette öncelik kriterleriniz neler oldu, hülasa neler yaptın ve nasıl yaptın?

·       FT- Benim için bir şehrin yaşayabilmesi için yegâne önemli konu alt yapı idi ve oradan tüm ciddiyeti ile dört elle sarılarak başladık. Dünya Bankası ile yapılan anlaşmalara yeni yorumlar ve yöntemler ekleyerek durumu Çeşme’nin lehine bir hale getirdik bu uğurda Dünya Bankası ile mahkemeleştik, bilahare sorunu çözdük. Benim en önemli olan alanlar ise de eski yerleşim alanları oldu, mesela Çiftlik Merkez, Ilıca merkez, Dalyan merkez ve Çeşme merkez gibi. Bu arada “su işi” “Baraj inşaatı” yüzünden yaşananları herkes biliyor, Valilik bütçesinden konulan görece az finansman ile mülkiyeti ele geçirme girişimlerine karşı çıktım. Uzun çalışmalar ve görüşmeler neticesinde mülkiyet işini de çözdük. Bunun anlamı işin aritmetik boyutunda daha iyi anlaşılır, suyun m3 ünü bize 27 dolarcente satmak için sözleşmeler hazırladılar, kabul etmedik, ciddi badirelerden sonra 12 dolarcente bağıtlandı. Baraj ve kuyular ile ilgili detaylar ise çok daha uzundur ve meşakkatlidir ve hepsini çözdüm, biliyorsun ben bu işlerin hocasıyım. (gülerek). Yol düzenlemeleri, kaldırım düzenlemeleri, park düzenlemeleri, dere ıslahları, su ve kanalizasyon, atık su arıtma tesisleri önceliğimiz idi. Sahil düzenlemeleri de önceliklerimiz arasında idi, Ilıca, Çiftlikköy, Dalyan ve Çeşme’nin sahil düzenlemesi konusunda yaptıklarımız herkesçe yakinen bilinir. Tüm birlikte politika yaptıklarımıza imar plan değişikliği, yoğunluk artışı, kot değişiklikleri için bize gelmemeleri konusunda tek tek talimat ve uyarılarımızı yaptık. Çeşme’nin çehresini modern bir sahil kenti haline getirdik.

·       RMÇ-Telgrafhane balıkçı barınağı” yapılması için ciddi bir lehte kampanya başlatmış idin ve biz de ona karşı idik, çünkü Çeşme Limanını bitirecek bir proje idi bize göre, neyse ki bizim mücadelemiz sonuç verdi, ama o tarihte karşı çıkanlar için “bir avuç aptal” diyerek tıpkı bugünkü Belediye Başkanının “Yeni Çeşme Projesine” karşı çıkanlara “Vatan haini” demesine benzer bir durum yaratmamış mı idin? Telgrafhane balıkçı barınağına destek vermenin gerekçesi ne idi o dönem, şimdi olsa yine destek verir misin?

·       FT- Ben kimseyi hedef alarak “bir avuç aptal” demedim. Dedik ki burası ta 70’li yıllarda “Devlet Limanları” tarafından planlanmış, şu andaki projeyi görmeden bir şey diyemem. Altın Yunus’un önünde liman var, orayı yok mu etti de, böyle konuşuyorsunuz.

·       RMÇ- Ama beyanatlarında var, kayıtlı bunlar… Faik abi konuyu kötü politikacı gibi karıştırma lütfen, orada açık deniz balıkçılığına yönelik tesisler de vardı, mesela “balık işleme tesisleri” …

·       FT- Artık şartlar çok değişti, kara tarafındaki yapılaşmalar başka bir şart oluşturdu, zaten o zaman bir tek Mehmet Ali Gökçeoğlu karşı çıkıyordu

·       RMÇ- Yok yok öyle değil, mesela ben de karşı çıkıyordum, hani senin dediğin “bir avuç aptal” vardı ya, onların tamamı karşı çıkıyordu.

·       FT- Onlar öyle değil idi, biz o çalışmaları biliyorduk ve kontrol ediyorduk. Gerçi ilgili kurumların en yetkilileri geldiklerinde bize uğramadan oralarda gezi-gözlem çalışmaları da yapmışlar idi…

·       RMÇ- Çeşme’nin en büyük ve maalesef kalıcı belası haline gelen RES rezaleti konusunda, imar planlarının düzenlenmesi, revize edilmesi olmadı dayatmalara karşı hukuk yollarının kullanılmaması hakkında senin için söylenenler var biliyorsun, efendim hiç karşı çıkmadı, ses çıkarmadı, itiraz etmedi gibilerden, işin senin tarafından nasıl olduğunu kısaca özetler misin?

·       FT- Ben RES’lere karşı değilim ama elbette yerleri konusunda itirazlarım var ve oldu da. Ancak bu konu ile ilgili kimlerin kutlama çalışması yaptığına bakarak sevinenleri ve lehte çalışanları görün. Mesela Hüseyin Boyacı ile Nuri Ertan’ın kararlar çıkınca OKMAN Enerjinin sahipleri ile villalarında pasta keserek kutlama yapmasını göz ardı edeceksiniz, bana söz edeceksiniz, hadi canım sende. Üstüne üstlük bizim hem Belediye Meclis hem de hem de CHP İlçe yönetiminin almış olduğu kararlar ortada iken bu ithamlar haksızlıktır.  

·       RMÇ- Savunmanı biliyorum ama katılmadığım “Siluet projesi” diye başlayıp, Çeşme’mizin sembolü Tekke plajının yok olmasına, oradaki korunun yok edilmesine sebep olunduğu için kendinde suçluluk hissediyor musun? Mesela Tekke plajının korusu ile kendisini tehdit eder inşaat planı olan birisinin siluet projesi ile sana gelmiş olmasından hiç kuşkulanmadın mı, öncelikle istihbarat bilen bir asker ve bilahare de tecrübeli bir belediye başkanı olarak? Sonuçta elde “yeşile boyanmış bir perde duvar” ve arkasından ağlayacağımız yitip giden bir tekke? Bu konudaki dahlini ve savunmanı bilen birisi olarak soruyorum, bu sonuç seni rahatsız etmiyor mu? Efendim onların böyle bir hakkı vardı o haklarını kullandılar, efendim benden öncekiler bu hakkı resmileştirmiş yaklaşımları durumu değiştirmediği gibi zat-ı alilerinizin sorumluluğunuzu da değiştirmiyor? Buyurun…

·       FT- Bu bahsettiğin proje bir yarışma konusudur. İstinat duvarını da biz kendi imkanlarımız ile Belediye olarak boyadık yoksa senin dediğin gibi öyle proje kapsamında olan bir şey değildir o. Ayrıca Tekke Planlarını da Ankara onaylamış bizim yapacağımız bir şey yok. Siluet Projesi için Ertan Otelin fazla katlarının yıkılmasını savunmak bir deliliktir, bunu söyleyenler bu işin prosedürünü ve sürecini bilmeyenlerdir, zaten hep bilmeyenler konuşuyor. Biri yanlış yapmış sen de engelleseydin diyorsun ama Bakanlık veriyor git engelle bakayım.

·       RMÇ- Benimkini engelledin ama gerçi en son oraya gelecektim ama

·       FT- Senin oraların işi benlik değil Anıtlar Kurulundan geçti onlar.

·       RMÇ- Siz politikacılara çok hayranım valla. Bir şey nasıl yapılamazı sizin kadar güzel anlatan hiçbir meslek erbabı yok. Yapılacağı da hızlı ve layıkı ile yapıyorsunuz.

·       FT- Sen yetkili olsaydın vermez miydin? Git Bakanlığa gör dosyaları ve nasıl yapıldığını gör. Planlar 1983’te yapılmış, onaylanmış kimse itiraz etmemiş sonuçta gelmiş önüne sen nasıl itiraz edersin.

·       RMÇ- Kentin asıl planlanmasında kalıcı nüfusun 350.000 olması öngörüsüne kayıtsız şartsız destek verdiğini biliyorum, ayrıca merkez dışında 2 kat yüksekliğin aşılmaması özeni gösterdiğini de biliyorum, yeni plan yapılacak yerlerde minimum arsa büyüklüklerinin de 800 m2 olması ve bu arsalarda 2 bağımsız bölüm yapılması özeni gösterdiğini biliyorum. Şimdi sorum şu bu büyüklükteki bir nüfusun yerleşmesi için ne kadar bir alana ihtiyaç gösterdiği ortada iken, bunu nasıl savunabildiğini merak ediyorum… Bunlara temiz su, atık su şebekesi ve arıtması, yeşil alan, yol yapım ve bakımı, telefon ve elektrik altyapısı açısından baktınız mı? baktı iseniz nasıl bir tablo ortaya çıktı?

·       FT- Evet ama söylediğini şöyle düzeltelim, 350.000 makro düzeydedir. Ayrıca 2 bağımsız bölüm değil söz konusu olan benim için “tek bağımsız bölüm” olmalı ve tercihim de budur, yani tek parsele tek konut. Ayrıca taban alanı katsayısı da %25 olacak şekilde planlanması talimatı verdim. Esasen ben ikiz villa yapımına karşıyım da.  Benim şahsıma ait 30 dönüm yer bu manada planlanırken dahi, tercih ve öngörüm asla değişmedi. Herkes eşletirdi, buraların yerlilere ait olduğunu ayrıcalık yapmamızı istediler, şiddetle karşı çıktım. Onlara bu haliyle parsellense benim 20 parselim olur sizin dediğiniz gibi yaparsam 40 parselim olur maddi olarak çıkarım olsa bile Çeşmenin sosyal yaşamına uygun olmayacaktır dedim ve itiraz ettim. Hukuki durum bu, Bakanlık planlayacak, sen sonuçlarına katlanacaksın.  

·       RMÇ- Yerel basına özgürlük diyorsun şimdilerde devri iktidarında seni benim fazlaca onaylamadığım bir dille eleştiren ama temelde de sadece eleştiri hakkını kullanan Dinmez Er’in de çalıştığı gazetenin reklam verenlerine telefon ettirdiğin, reklam verilmesini engellediğin söylendi ve adeta sessiz kalarak onayladığın çok söylendi… Ne diyorsun bu konuda şimdi geriye bakınca?

·       FT- Ben kimseyi aramadım, kimseyi de arattırmadım. Mehmet Cüneyt Devrimci ile bu konuyu konuştuk sadece ve onlara nereden buldunuz bu kadroyu dedim.

·       RMÇ- Vallahi herhalde telefona sarılıp kendinin arayacağı yok şüphesiz ama arattırdığını konusunda ciddi bilgiler olduğu söyleniyor.

·       FT- O bana çok gelirdi hem babası hem de amcası benim iyi dostumdur, sonradan da gazeteyi kapatmışlar.

·       RMÇ- Şimdi bakıyorum da; hem Muhittin Dalgıç’ı hem de Ekrem Oran’ı belediye faaliyetleri dışında bir takım faaliyetlerden ötürü de çok eleştiriyorsun, peki senin belediye faaliyetleri dışında eleştirilmen konusunda nedense sakin kalamadığını da görüyoruz. Mesela ve nedense “İnciraltı Olaylarını” yazan ya da söyleyen hatta bu konuda sana sorumluluklar yükleyenlere karşı devletin benzer büyüklerinin her olaydaki kusurlarını söyleyenlere karşı yaptığı savunmalardaki hep “ben düğünde idim” benzerliği tesadüf olabilir mi ve seni rahatsız etmiyor mu? Çocukları katledilen ailelerin feryadını bilahare de olsa dindirmek için neler yaptın, bu hiç de muteber olmayan savunma dışında? Peki bu olayın hatırlatılması politik faaliyet dışındadır, bel altı vuruyorsunuz diye herkese kızdın, deyim yerinde ise ayar verdin kendince, senin politik olmayan eleştirilerin karşısında muhataplarının da aynı şeyleri düşünmesi için neler diyeceksin?

·       FT- Elinde kanıtın var mı kardeşim sana kaç defadır anlattım hala aynı şeyi sorup duruyorsun. Sen bunu temcit pilavı gibi ısıtıp duruyorsun, sen demek ki bana inanmıyorsun. Varsa bir belgen çıkar o zaman.

·       RMÇ- Neyse Faik Abi, bu konudaki muradını ben biliyorum ve kamuoyuna senin ağzından aktarıyorum. Şimdi gelelim bugünkü Reis’in siyasi hayatının başlangıcı senin döneminde başladı, değil mi? Kısaca anlatır mısın?

·       FT- Vefatlar neticesinde boşalan yerlere, tayinler düşünüyor iken Şantiye Evlerinde görevli olan bu şahsı “siteleri koordine etsin” diye görevlendirdik. Politik hayatı başlamış oldu.

·       RMÇ- Yeni dönemde ben senin aday gösterilmeyeceğini yaklaşık 1 ay önceden biliyordum mesela dışarıdan biri olarak ama bakıyorum o günden bu yana sürekli olarak son dakikada değiştirildim diye CHP’nin karar vericilerini eleştiriyorsun? Bu bilgilerden biri yanlış gerçi ben yanlışı biliyorum ama kayıtlar açısından, sen de senin açından olanları kısaca özetler misin?

·       FT- Sen biliyorsan o zaman Genel Başkan yalan söylüyor o zaman. Böyle yazabilirsin. Biz 4 kişi yanına girdik Genel Başkanın ve benim aday olduğumu MYK’ya tek benim adımı sevk edeceklerini söylediler. Benim önseçim talebimi geç kalındığı gerekçesi ile kabul etmedi. 1.5 ay sonra MYK’ya tek aday beni önermelerine rağmen sonradan değiştirdiler. İsimler malum bu işi yapanlar. Alaattin Yüksel, Ali Engin, Gürsel Erol ve etrafı etki yaparak değiştirdiler. Adnan Keskin, Sezgin Tanrıkulu Genel Başkana girip değişikliği gerçekleştirirken benim adıma işi takip eden Aytun Çıray bu olayların tamamına tanıktır. Baskılar neticesinde değişen 9 aday olmuştur ve bunlardan ben hariç 8’i başka türlü adaylıklarla CHP’nin oralarda seçim kaybetmesine neden oldular.

·       RMÇ- Aday gösterilmeyince, DSP seçeneği hatta MHP yoklaması konusunda ciddi ve sağlıklı bilgilerim var olmayınca külliyen reddediyorsun ancak DSP için kamuoyu yoklaması bile yaptırdığını biliyoruz, ne diyeceksin? Gerçi bir önceki cevabında bunu reddetmiş oldun ama…

·       FT- Ben olayları anlattım, buradan sen ne anlıyorsan o. Ama ben adaylık girişiminde bulunsa idim, Muhittin Dalgıç’ın seçim kaybetme riski olurdu ama yapmadım.

·       RMÇ- Yeni Reis Ekrem Oran’a “Diplomayı göster dedim, göstermedi” diyorsun bu hangi dönemde oldu, 1. mi yoksa 2. mi?

·       FT- 2 dönem evet. Ben ve parti ne beyanda bulundu ise bunu yazdık listelere, oysa lise mezunuyum dese o tercih etmemizi değiştirecek bir şey olmazdı ve seçilmesine engel bir durum da yoktu. Böylesi bir yalana başvurmasını ve nedenlerini şüphesiz ki sorduk ama işte malum cevaplar.

·       RMÇ- Artık bu konu ile ilgili başkaca soru sormaya lüzum kalmamıştır eğer bahis konuları tespitleri 2. Dönem olmuş ise.

·       FT- Bu evvela makam kullanmaya başladı, başkan yardımcısıyım, imar komisyonu başkanıyım gibi söylemlerini duyunca CHP İlçe Başkanının ve Belediye Meclis Üyelerinin bulunduğu bir ortamda konuyu sorduk kendisine şiddetle reddetti ama tanıklıklar karşısında da bir daha yapmaması konusunda şiddetle uyardık.

·       RMÇ- Ekrem Oran ben üniversite mezunu olduğumu hiçbir yerde söylemedim diyor, sen ise bizi kandırdı diyorsun.

·       FT- Yahu liste yapıyoruz, İlçe Seçim Kuruluna veriyoruz, beyanına dayanarak, sonra İlçe Başkanı ısrarla isteyince lise diploması getiriyor ve o zaman anlıyoruz ki diploma konusu kocaman bir yalan.

·       RMÇ- İZSU’nun kanalizasyon ile drenaj şebekesi işlerini 1 mt dahi ilerletmediğini söylüyorsun ama ALÇESU döneminde gerçekleştirilen ve öncelikle de İller Bankası ihalelerinden kalan asbestli borulardan oluşan isale hatlarını yenileme işini görmezden gelmiyor musun?

·       FT- Ben diyorum ki, kanalizasyon ve yağmur suyu şebekesine yatırım yapmadı, sen de ısrarla yatırım konusunu öne çıkarıyorsun.

·       RMÇ- İZSU’nun kanalizasyon şebekesi olmayan yerlerde herhangi bir çalışması yok en azından şimdilik doğru ve buradaki abonelerden dahi “atık su” parası alıyorlar üstüne üstlükte vidanjör hizmetini hem 10 m3 ile sınırladılar hem de fahiş fiyatla yapıyorlar, atık su bedeli alıyorlar ise vidanjör hizmetinin bila bedel olması gerekmez mi? ya da fosseptik kullanan abonelerden atık su bedelinin alınmaması gerekmez mi? ne dersin? Bu kadar dillendirilmesi rağmen parmağım kör gözüne misali neden devam ediliyor sence

·       FT- Bu karar maalesef Büyük Şehir’in kararıdır. Bu konuda itirazı olup mahkeme başvurusu yapıp dava kazananlar da var. Siz de şikayetçi iseniz dava açın, sonucuna katlanın. Bizim dönemimizde yeterli ve ucuz vidanjör hizmeti veriyorduk şimdi onları kısmen devir kısmen de hurdaya çıkarmışlar, sonuç bu.

·       RMÇ- Sinek ve haşere konusunda başarılı görmüyorsun galiba yeni Reis’i gerçi sen Muhittin Dalgıç’ı da başarılı görmüyordun. Peki sen kendini başarılı görüp onları başarısız görüyorsan nedir farkın, konu nerelerde aksadı ya da aksatıldı? İhale işi mi yanlış oldu, Büyükşehire verilmesi mi yanlış oldu, hülasa idari yanlışlık mı teknik yanlışlık mı? nedir?

·       FT- Bu ilaçlama işinin ihale edilmesi baştan sona yanlıştır, çünkü nihayetinde suya katılan ilaç miktarının sonuç almakta başarısı önemlidir, kendi imkanların ile yaparken başka ihale şekli ile başka, denetlenmesi bile gerçekten zordur. Sonuç ortada. Yurt dışından ilaçlama makineleri getirdik personeli kurslara gönderdik ancak öyle baş edebildik bu durum ile. Bu ekiplerin başına Doktor ve Veteriner getirdik, ilaçları tespit ve tayin etme ve kullanma konusunda sağlık ve mücadele başarısı elde etmek için. 

·       RMÇ- “Larva döneminde ilaçlama yapılmadı” diyorsun, plan mı yap(a)mıyorlar yoksa bu işin oradan başlaması gerektiğini mi bilmiyorlar? Bu söylemden kastınız nedir? Sen biliyorsun da onlar neden bilemiyor sana göre, senin altını çizdiğin konu bir ilkokul bilgisi olduğuna göre, mezkûr zevatın da hepsinin üniversite mezunu olmasına rağmen sorun azalmaksızın devam ediyorsa nedir durum?

·       FT- Kasım ayından önce tüm risk noktaları kanalizasyon kanalları, yağmur suyu şebekesi ilaçlanacak ve bunların mazot türevi ile yapılacaktır. Tüm şebeke kotlar ve etki alanları göz önünde bulundurularak ilaçlanmakta idi. Başta yazlıkçılar olmak üzere herkese uyarılarda bulunuyorduk, evler kapatılır iken eviyelere yarım litre mazot dökülmesi konusunda. Havuzların boşaltılması konusunda uyarılar yapıyorduk, boşaltmayanlarınkini ilaçlıyorduk ama maalesef o su bir daha kullanılamıyordu. Sonraki dönemde fosseptik çukurları başta olmak üzere her risk noktasına sırt çantalı ekiplerimiz yakma işlemi gerçekleştiriyorlar idi. Hatta tespitlerimize göre “güneş enerji sistemlerinde” bir tutam su kalsın tüm mahalleye yeter sinek yetişiyor idi. Kasım ayından sonra da ilaçlamalara başlanırdı. Neden yaptıklarını sen bilmiyor musun? İlaveten sen ihale işine neden karşı olduğumu anlamışsındır. Gerçi Ekrem Oran gelince ihaleyi de iptal edip Büyükşehir ile protokol yapmış, sonuç ortada, son derece isteksiz ve nihayetinde de başarısız, en azından vatandaş adına.

·       RMÇ- ÇEŞTUR’un bu kadar genişlemesi uygun mudur? Restorancılık, kahvecilik yapılıyor eleştirilerine katılıyor musun yoksa bu eleştirileri de işleri azalan esnafın bir dedikodusu olarak mı görüyorsun? Peki genişleme ile istihdam yaratmış olması üstüne üstlük çalışma rejimine uygun ve kurallarına uyarak işçi çalıştırmış olmasından ötürü teşekkür gerekmez mi?

·       FT- Uygun olmadığını her yerde söylüyorum ve yazıyorum. ÇEŞTUR Belediyenin hizmette destek ünitesi olmalıdır, Belediyenin mevcut durumdaki eksikliklerini tamamlamak üzere faaliyet yürütmelidir. Bizim tür belediyelerde bir belediye başkanı ne maaş alır? 9.000 Tl. Bana göre belediyelerde ve kuruluşlarında belediye başkanından daha fazla maaş almaları uygun değildir ve ben buna izin vermem. Ama şimdi duyumlarımız 30.000 Tl maaş alanların olduğu, 15.000 Tl alan da varmış ve ilaveten kişisel kullanıma tahsis araç ile lojman tahsisi de varmış, bunlar uygun şeyler değil, sizin hoşunuza gidiyorsa destekleyin.

·       RMÇ- Sen nereden biliyorsun, gördün mü bordrosunu?

·       FT- Ben görmedim ama hem ulusal hem de yerel basın yazdı, maaş alanlardan biri de sizin gazetenize gelip bu beyanlarda bulunmuş, ne diyeyim daha…

·       RMÇ- Yeni Asır gazetesi yazar tabii ki, onlar CHP’nin hasmı…

·       FT- Tamam sende tekzip edersin, yalanlarsın, var mı Belediye Başkanının yalanlaması?

·       RMÇ- Var tabii ki hep yalanladı Lojman da vermedik maaşlar da öyle değil diyor ama hep gündemde tutuluyor bu konu.

·       FT- Hayır yok böyle bir şey. Biz neden uyduralım bunları, bunlar konuşulan konular, sen destekle bunları yaz destek yazılarını…

·       RMÇ- Çöp vergisinin İZSU faturaları içine türbanlanması, sonradan katı atık toplama bedeli ihdas edilmesi, olmadı ve yetmedi katı atık bertaraf tesisi adı altında tam 3 çeşit vergi toplanırken, bahçe atıklarınızı da toplamayacağım ve kamuya açık mahalle de bırakılması halinde ceza yazacağım yaklaşımı ile vatandaşa adil ve etik olmayan adeta 4. Bir vergi uygulanması kararı alınması konusunda ne diyeceksin?

·       FT- Bunlar Devletin çıkardığı yasalara göre oluyor

·       RMÇ- Ben nereden bileyim biz parayı size veriyoruz, parayı ne yaptığınız siz biliyorsunuz. Şimdi de senin delaletinle Reisliğe gelen şu andaki Reis’te biz bahçe atıklarını da toplayamayacağız diyor?

·       FT- Bunları bana niye soruyorsun? diyorsun?

·       RMÇ- “Kardinalin elini öptü” demiş olmak bir ötekileştirme tavrı değil mi sence, insan bir büyüğünün elini öpemez mi Belediye Başkanı olunca? Burada ne anlatmak istedin?

·       FT- Ötekileştirme tavrı olmaz olamaz. İnsan bu kabil makamlara gelince kimin elini öpeceğini iyi bilmeli. Sen şimdi gidip Sakız’daki rahip’in elini öper misin?

·       RMÇ- Sakız’daki rahip yaş olarak benden büyük mi peki? “El öpmekle dudak aşınmaz” diye atasözümüz var bizim.

·       FT- Mesela dini büyük olduğu için elini öptüm derse bende sorarım o zaman niye diyanet işleri başkanının elini öpmüyorsun? O zaman gitsin dini büyük herkesin elini öpsün, ben eleştiririm böyle yaparsa, o kadar. Sorarım bunu turizm için mi yaptın, biz inanmayız böyle olduğuna çünkü turizm ilgili kurumlarla yürütülür. Mesela Türkiye’ye gelen Rusları Kardinal mi getiriyor yok devlet politikası getiriyor, devletin kurumları getiriyor. Dünyada bu manadaki etkinlikler dini kurumlarla değil devletlerin diğer kurumlarıyla yapılır. Mesela Sakız Adasındaki, Belediye ile, turistik şirketler ve kurumlar ile, Odalar ile yaparsın görüşmelerini ve etkinliklerini ama oranın dini büyüğü ile değil. Çünkü dini kurumların gayeleri başkadır.

·       RMÇ- Anladım Abi, buradan da mesajını aldık. Şimdiki Reis’in ustamın izindeyim demiş olduğunu biliyorsun herhalde? Ustam dediği zat’ı biliyor musun, tanıyor musun? İlaveten Reis ustasından yeterince ilim, irfan ve feyz almış mıdır sence?

·       FT- Kimi kastediyor tam bilmiyorum ama galiba ve büyük ihtimalle Ahmet San’ı kastediyor. Ahmet San’ın benim nezdimde pek bir itibarı olmadığı açık ve herkes biliyor. Bir Dönem, Kaymakam ile benim imzamı taklit ederek sahtecilik yapmıştır. Durum bu…

·       RMÇ- 24 Mart 2019 tarihli “yarımada gazetesinde” ki röportajında “çocuk” diye anarak küçük görme ve gösterme çabası içinde olmuyor musun? Koskoca adaya ve nihayetinde reis’e çocuk ifadesi şık oluyor mu ki?

·       FT- Onu ben söylemedim onu kendileri yazmışlar. O konuda isterse mahkemeye gidebilir, ben ona çocuk demedim. Ben beyanatımda, yalancıdır, makam kullanır ve sahtekardır dedim.

·       RMÇ- CHP eski gençlik kolları başkanının babasının mısır tezgahını kaldırmış olması için ne diyorsun?

·       FT- Sırf kendisini desteklemedi diye babasının mısır tezgahını kapattırıp aynı yeri Bozdağ şurupçusuna vermiş olmasını insanlık açısından da, parti açısından da ayıptır.  Siyası benzerlerinin aldığı sonuçları bir veri olarak kullanıp cesaret ediyor demek ki.  

·       RMÇ- METHAN dondurmacısını kaldırıp yerine VELİ USTA dondurmacısını yerleştirmiş olması nasıl yorumlanmalı?

·       FT- Rezaletin son perdesi. METHAN bir top dondurmayı 3 Tl’ye satarken bunlar şimdi 6 Tl’ye satıyor. Şimdi herhalde kitaba uymayan bir şeyler vardı hemen VELİ USTA levhası kaldırıldı. Ama levha kalkması ile sorun bitiyor mu? Efendim ihaleye çağırdık METHAN gelmedi gibi savunmalar duyuyorum eğer ihale ile verildi ise gazetede fotoğraf yayınlanınca mahcup ve suçlu çocuklar gibi apar topar levhayı niye kaldırıyorsunuz? Eğer her şey kurallara ve kanunlara uygunsa neden bu telaş ve değişim?

·       RMÇ- “Halk” hep önde sizin mahallede ama devri iktidarınızda da fazlaca önemsemediğiniz bir konu olarak tarihteki yerini aldı bence. Mesela halkın denize ulaşımı konusunda kapatılan yolların açılmadığını söylüyorsun şimdilerde, lakin Şifne Hotel’in deniz tarafından dikenli tellerle kapatılması konusunda hiçbir şey yapmadın, Muhittin Dalgıç’ta sessiz kaldı, Ekrem Oran’da. Orada deniz halka “ÇEŞTUR” markası tarafından kapatılmış durumda, ama size göre bu normal demek ki, hiç sesiniz çıkmıyor. Bu sence çifte standart değil mi, sen kamu olarak kapatırsan özel kesim zaten “ham etmeye” hazır ve aportta beklemez mi? Ne diyorsun?

·       FT- O iş başka. Oranın yapımı “kıyı kanunu” yayımlanması öncesinden yapılan işlerdir.

·       RMÇ- Abi ben binaları söylemiyorum, tel örgüyü söylüyorum.

·       FT- Orada tel örgü yok, kıyı kanunu çıkarılmasından önce yapılmıştır. Güvenlik amaçlı kapatılmıştır, güvenlik söz konusu olunca öyle kararlar alınabiliyor.  

·       RMÇ- “Ben üniversiteyi Faik Bey de kendini bitirdi” diyen Ekrem Oran ben üniversite mezunu olduğumu hiçbir yerde söylemedim diyor, sen ise bizi kandırdı diyorsun. Bu işin aslı faslı nedir allasen? Ayrıca sen kendini bitirdin mi, bitirmedi isen Reis sana neden böyle diyor? Ayrıca daha düne kadar “abi” diye seslendiği büyüklerine “bey” diye hitap ediyor olmasını nasıl değerlendiriyorsun? Yani kendisince bu konuda bu tebarüz ettirme ile “sizden farklıyım” gibisinden bir yaklaşım sergilemesi söz konusu olabilir mi?

·       FT- İnsanlar yükseldikçe kendilerini değişik şekilde ifade etmeye başlıyorlar. Mesela daha önce İl Genel Meclisi Başkanlığı yapmış bir arkadaşımız ki politikaya ben davet etmiştim kendisini o da benzer tavırları göstermiş idi. Hatta onunla ilgili kötü anılarımız da var, Çeşme’nin 25.000 planlarının sümen altı edilmesi, onaylanmamasının müsebbibi kendisidir. Kanıtları da vardır bunların her birinin. Sonra parti olarak İl Genel Meclisine düşünmüyorduk kendisini ama geldi yine öyle dedi böyle dedi bizde bundan tecrübelenmiştir diyerek tekrar yazdık kazandı.

·       RMÇ- “Mavi Bayrak” konusu da önemli bir detay senin için, anladığım kadarı ile ve mavi bayraklı plajlara yeniden bayrak çekmek ahlaki değil diyorsun, ayrıca Reis için varsa yoksa Ilıca Plajı var diyorsun, başka plajların hiçbir derdi ile ilgilenmiyor diyorsun, plajları zaman zaman dolaşıyor musun? Ne biliyorsun da böyle diyorsun?

·       FT- Bayrak konusu tam bir rezalet fotoğrafları var, beratları var, ama ne diyelim. Adam söylüyor, bak mesela “festivali” söylüyor 25 senedir yapılmadı diye insan utanır valla. 2004 ten sonraki dönemde Ekrem Oran’ı festival komitesine yazmışız, tüm uyarılarıma rağmen hala daha yalan söylüyor. Bak sana söyleyeyim, Çiftlik’te Pırlanta Plajında Turizm Bakanlığının ihale ettiği bir işletme var bana göre en makul yer orası. Tuvaletlerinden, şezlonglarına kadar her şey uygun ve makul hem de ucuz. Şimdi hala öyle midir bilmiyorum.

·       RMÇ- “Belediye işleri, konserle, el sallamakla, sarılıp öpmekle, o yöredekilere “ÇEŞME AİLEM” demekle olmaz diyorsun. Reis sanki sadece bunları yapıyormuş gibi bir hava veriyorsun peki bu doğru mu, doğru ise neden ve nasıl?

·       FT- Varsa kendi söylesin, yatırımlarına girdik baktık ya da sen alınıyorsan bu söylemden sen söyle bana göre yeni hiçbir şey yok. Tekke plajı işletmesi var ama orasını önce kapadılar şimdiki Reis’te işletiyor. Yarı yarıya zarar ettiği aşikâr. Ben tamamen onların yayınladığı bilgiler üstünden söylüyorum bunları. Rezalet bir şey tüm bu yapılanlar.

·       RMÇ- Bir yazında “çıkar odaklarının başkanı olma” diyorsun, tam ve açık seçik ne demek istiyorsun, çıkar odakları derken kim ya da kimleri kastediyorsun, öyle tahmin ediyorum ki, sen efsane ve eski bir belediye başkanı olarak bunu bilerek taammüden kullanıyorsundur, senin yakın tanıklığın nedir bu konu ile ilgili? Bu çıkar odakları her belediye başkanına gitmez mi sence? Hele çok uzun süre başkanlık yaptığına göre öyle tahmin ediyorum ki sen bir kısmını tanımışsındır, sahi kimdir bunlar? “Halkın başkanı ol” diyorsun peki halkın başkanı olmak ne demek, mesela sen halkın başkanı mı idin?

·       FT- Benim kastım çok net ve açıktır. Kıyılar “halka açıktır” Halk beni seçtiğine göre ben halkın başkanıyım.

·       RMÇ- Beni halk seçti dersen Ekrem Oran’ı da halk seçti, kastın başka olmalı.

·       FT- Halkın yolunu açmıyorsa, halkın plajlara erişimini temin etmiyorsa nasıl olacak bu? Halka kapatılan yolların önüne geçemiyorsan o zaman çıkar odaklarının başkanı olursun.

·       RMÇ- Peki Faik abi; eski bir CHP’li olarak adaylarını bu kadar sıkı eleştiriyor olmanın sebebi partiden atılmak olabilir mi? Çünkü bu manada ciddi eleştiriler oluyor ahali arasında…

·       FT- Yooooo. Onla alakası yok ki. Dikkat edersen evvela ben yol gösteriyorum tecrübeli bir abisi olarak sonra eleştiriyorum. Yol gösteriyorum ki yarın öbür gün başın belaya girmesin diye. Bunlar görevi kötüye kullanmak kabilinden değerlendirilir ve hapse bile girebilirsin diyorum.  

·       RMÇ- Faik Abi; son olarak benim Karadağ semtindeki tarlamın, 4 tarafı da imar açık iken, uyduruk ve kamu işlevi dışında bir faaliyet alanı olarak tanımlanmasında bir bilgin ve katkın oldu mu? Olmadı ise eskiden aynı imar adasında bulunmasına rağmen oradan yeni bir ada ihdası ile belediye olarak durumunu değiştirmiş olmanızı nasıl izah edeceksin? Bilahare mahkemeleşmiş olmamız üzerine kullandığınız tasarruflar aleyhine mahkeme kararı alınmasına rağmen yaklaşık 3 yıl mahkeme kararını uygulamamış olmayı neye bağlıyorsun?

·       FT- Planları kurul tarafından yapılmış yerde Belediyenin tasarrufu olamaz. Mahkeme kararını uygulamamış olmam mümkün değil yanlış biliyorsun.

·       RMÇ- Faik abi gerçekten öncelikle sabrın bilahare de kendince bilgin, ilgin ve samimiyetin çerçevesinde verdiğin cevaplar için, son olarak eklemek istediğin bir şeyler varsa onunla bitirelim söyleşimizi…

·       FT- Ben teşekkür ediyorum.

 

 

  

Pazartesi, Eylül 07, 2020

6-7 EYLÜL OLAYLARI

 Sene 1955, aylardan Eylül ve Eylül’ün 6’sı; İstanbul’da yayınlanan “İstanbul Ekspress” diye bir gazete var, gazetenin yönetiminde ilgili herkesin iyi tanıdığı Gökşin Sipahioğlu diye biri bulunmakta, ama arka planda siyasi iktidarın bulunduğu tüm saklamalara ve reddetmelere karşın açık seçik bir biçimde görülmekte ve bilinmektedir. Yine aynı dönemde, ne yazık ki büyük acılar içinde, emperyalistlerin oyuncağı konumundaki yönetimler aracılığıyla adeta bir cenderede tutulan Kıbrıs’ın iki halkı, görüntüde birbirini boğazlamakta ise de, aslında tarafların bir iç savaş provası yönettiği, katliamlar yaptığı da çok açıktır. Bu politikaların sonuçlarından olmak üzere, canım yurdumda ise yaratılan hassasiyetler üstünden toplumu gererek, tıpkı tüm muktedirlerin her sıkıştıklarında benzer davranışa baş vurması gibi; sığınılacak tek yol, toplumda her türlü gerilimi arttıracak, hatta birbirlerine düşürecek provakasyonları hazırlamaktır.

Gerek uluslararası alanda kaypak politika izlenmesinin, gerekse de ulusal düzeyde, yaratılan ekonomik değerlerin çarçur edilerek, memleketi baştan başa yollarla donatıyoruz propagandasıyla, yolsuzlaşan canım yurdumda, gerek genelde emperyalizmin içine sürüklendiği bunalımın, gerekse de canım yurdumdaki emperyalizmin yerel uzantılarının krizden etkilenerek aralarında birbirlerini tasfiye savaşları neticesinde ortaya çıkan olumsuz ekonomik tablonun neticesinde gözü kararan Demokrat Parti iktidarının artık yapamayacağı bir şey kalmamıştır... Artık iç savaş dahil herşeyi patlatmaya hazırdır... Allahtan “Kıbrıs Türktür Derneği” diye Demokrat Parti yöneticilerin yerleştirildiği bir dernek vardır... Ehven ortam ve makul şartlar oluşmuştur.. 

Hemen; her dönemde, her ülkede olduğu üzere, muktedirin emrine girmiş, yandaş basın devreye girer ve sonuçları itibariyle asla ve kata telafi edilemeyecek bir provakasyon hazırlanır... Dönemin Başvekili ve Demokrat Parti genel başkanı, şimdikilerin de cemaziye’l evveli konumundaki, Adnan Menderes devreye girer ve 5 Eylülde İstanbul’a gelir, provakasyonun merkezindeki güç olan Kıbrıs Türktür Derneği’nin kıdemli ve önemli yönetim kurulu üyesi Hikmet Bil ile görüşür... Tabii ki bu görüşmede neler konuşuldu, ne kararlar alındı bilinmez ama sonuçlardan yola çıkılınca da neler konuşulmuş olacağını tahmin etmekte zor olmasa gerektir... Diğer taraftan, yandaş basın İstanbul Ekspres kendisine düşen rolü, tartışmasız oynayacaktır... İstanbul Ekspres gazetesi, düzenli olan tirajı 20 ler civarında iken, dönem itibariyle gazete kağıdının sadece ve sadece tahsis yoluyla temin edilmesi gerçeği olmasına rağmen, mezkur gazetenin gazete kağıt stoğu yapması gözlerden kaçmaz, ancak anlamlandırılamaz... İstanbul Ekspres gazetesinin, 6 Eylül 1955 te 2. baskısını 290.000 adet tiraj ve “Atamızın evi bombalandı” başlığı ile yapması, artık stoğun da gerekçesini ortaya çıkarır, diğer taraftan “Kıbrıs Türktür Derneği” üyelerince bütün İstanbul'da satılma ve dağıtılmaya başlar, zaten Kıbrıs’ta yaşanan olayların canım yurdumu germeye yetmiş durumundan da, halkın galeyana getirilmesi çok kolaydır. Milliyetçi ve mukaddesatçı cenahın, bir tarafıyla Kıbrıs politikasına destek olmasını temin etmek, diğer tarafıyla da toplumun, günün yakıcı sorunları dışında “cambazın kuşa bak” deyişi misali dikkatini başka taraflara çekme ihtiyacının karşılanması çerçevesinde, başta İstanbul’un yoksul kesimlerinden toparlanan ve kamyonlarla İzmit ve Adapazarı hatta Sivas, Erzincan ve Trabzon’dan taşınılan bindirilmiş kıtalarla, İstanbul’un başta Rum olmak üzere tüm azınlıkların yaşadığı semtler 2 gün boyunca yağmalanmış adeta talan edilmiştir. Kolluk kuvvetlerinin olaylara 2 gün boyunca seyirci kalmasının gözlerden kaçacağı savıyla, alavere dalavare Kürt Mehmet nöbete dümeniyle de, 4.250 ev, 1.000 işyeri, 75 kilise, bir sinagog, iki manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar gibi yerlerin bulunduğu yaklaşık 5.350 mekânın saldırıya uğraması ve yağma edilmesinin suçu “komünistlere” atılarak, minarenin kılıfına uydurulması hedeflenmiştir. “Türk milleti galeyana geldi, olayları gerçekleştirdi” diye defalarca savunulması nedeniyle sonuçta suç, her zaman olduğu üzere bir avuç çapulcunun sırtına yüklenerek, kapatılma cihetine gidildi. İlaveten Merkezi Otoriteye karşın yaşanan gelişmeler sonucu, Kıbrıs Türktür Cemiyeti yönetim kurulu üyesi Hikmet Bil ve dernek üyeleri başta olmak üzere tutuklunan kişiler de “Ya bizi serbest bırakırsınız ya da biz bazı şeyleri ifşa ederiz” karşı hamlesi ile behemehal serbest bırakılırlar, iddiası da hiç nihayetlenmeyecektir... Artık ortada gerçek suçluları ortaya çıkaracak bir davada kalmaz. Ancak ve ne yazık, 27 Mayıs yargılamalarından da anlaşılan o ki, mezkûr ve rezil yağma düzeninin tüm sorumluluğu birkaç siyasiye atılarak kapatılmak istenmiş olup, çok sonraları Özel Harp Dairesi Başkanlığı da yapmış Sabri Yirmibeşoğlunun anılarında da “6-7 Eylül de bir Özel Harp işiydi. Amacına da ulaştı. Sorarım size, muhteşem bir örgütlenme değil miydi?” biçimiyle geçeceği üzere açıktan bir üstlenme tahammüden ıskalanmıştır. Gerek Özel Harp Dairesi gerekse de MAH’ın, çok sonraları Nevşehir valiliğine kadar getirilmiş, dönem itibariyle Yunanistan’da öğrenci olarak bulunan muhterem vasıtasıyla işin içinde olduğu çok söylenmiş olmasına rağmen konunun şifreleri halen deşifre edilmemiştir.

Canım Yurdumun siyasi tarihinin kara harflerle kayda aldığı bu vahşet düzeni saldırı, siyasi otoritenin, kendi siyasi zorluklarını aşmak adına, başta Rumlara olmak üzere, bilahare de Ermeni, Yahudi ve Levanten gibi tüm gayrimüslim azınlıkları hedefe koyması, bir tarafı ile etnik arınmanın bir başka iğrenç safhası, diğer tarafı ile de ırkçı, çapulcu ve tecavüzcüler eliyle de sermaye devşirilmesinin bir yolu gibi görünmektedir, bugünden bakılınca... Şüpheli ve karanlık metotlarla, halk hareketlerini ve muhalefetini susturma çabaları açısından bakıldığında sicili hiçte iyi sayılamayacak canım yurdumun; artık, bu konularda cemaziye’l evvelinin söylemde değil ama eylemde düzgün olanlarca yönetilme beklentisi ve özlemi hiç bitmeyecektir.

 

Pazartesi, Ağustos 31, 2020

BU HAFTA YAPILAN ve YAPILACAK MUHABBETLERİN TAKDİMİ

 Yoğunlaşan eleştiriler çerçevesinde memleketin hal-i pür melali üstüne, beklentiler, umutlar, projeler, planlar, olanlar, olamayanlar, olacaklar ile hayaller ve rüyalar dahilinde; eski Belediye Başkanlarımız ile ve başlangıç için ve sırası ile Faik Tütüncüoğlu, Muhittin Dalgıç, Nuri Ertan, Remzi Özen ve Saim Ertürk, sonrada vakti, ilgisi ve gönlü olursa yeni Belediye Başkanı Ekrem Oran ile bilahare de yerel Oda temsilcilerimiz sırası ile Çeşme Esnaf Odası, Ziraat Odası, Esnaf Kefalet Kooperatifi, Çeşme Şoförler ve Otomobilciler Derneği ve Çeşme Denizciler Derneği ve sonuçta da siyasi parti temsilcileri ve en nihayetinde de mülki amirimiz Kaymakam ile belli bir süreye yayılmış ve kamuoyu ile paylaşmak adına yayınlanmak üzere muhabbetler planlamış bulunmaktayız. Bunlardan ilkini Eski Belediye Başkanlarından Faik Tütüncüoğlu ile gerçekleştirdik. Çok harikadır ki, artık Faik Tütüncüoğlu’nda ne askerlikten ne de Belediye Başkanlığı döneminden kalma, yetki kullanmaya ya da muhataplarının fevkinde bulunma istek ve niyetinden eser kalmamış ve ortaya son derce samimi, dostane bir muhabbet çıkmıştır. Kendince söylenmemesi gereken, tamamen kendine saklaması düşünülen, beğenmediği soruyu cevapsız bırakma, es geçme yapmamış mıdır? Yapmamış olması mümkün değil görünmektedir. Herkese standart ve kopya sorular sormak yerine de öğrenimi, eğitimi, görevi, yetkisi, ilgisi, bilgisi, duruşu ve tutumu ile mütenasip temelde de hayata derinlik kazandıran ya da kaybettiren yorumlarına, nihayetinde de sosyal, siyasal ve de akademik durumlarına ve bunların şahsi hayatları ile kamu uygulamalarına dair taraflarını kendimizce öne çıkarmaya ve eksik kalma ihtimali olanları da ileterek kamuoyunu bilgilendirme görevini yerine getirmeyi arzuladık. Bizim arzumuz bu, sırasıyla ve muhatapların programları ve hüsnükabulleri ile ilgili değişiklikler ve de gazetemizin yayın periyot ve kapasitesini de göz önünde tutarak randevular ve görüşmeler ve de nihayetinde muhabbetler gerçekleştirilecektir. Sıralamada protokol ve konum sıralaması gözetilmemesi için tarafımızca karar alınmış olup sadece ve sadece muhatapların ve kendi durumumuzun uygunluğu gözetilecektir. 

Doğaldır ki; Belediye Başkanlarının siyasi ve hukuki görevleri ile yerel uygulamaların düzenlenmesi, yürütülmesi ya da koordine edilmesi öne çıkacak iken, Devletin tayin yolu ile atadığı yetkililerinde yerel ve ulusal düzeyde koordinasyon ve kamu düzeni adına kamuoyu ile paylaşmak istedikleri ve bizim görüş, beklenti ve eleştirilerimizin karşılıklı teatisi öne çıkacaktır, sivil toplumun temsilcilerinde ise siyasi, sosyal ve ekonomik hayata yönelik beklenti, eleştiri ve faaliyet duyurularının öne çıkması kaçınılmazdır. Ve nihayetinde de bu fikirlerin ve uygulamaların nerelerde kesiştiği ya da ayrıldığı, sevap ve kusur dağılımının yapılması adına da ahaliye durumun arzı bizim görevlerimiz içindedir.

Özellikle de; yerel gündemin en önemli ve öne çıkan konuları ya da  sorunları, “Yeni Çeşme Projesi”, Havaalanı yapımı, Otopark sorunu, Plajların halka açık ya da kapalı olma durumu, temizlik faaliyetleri, mavi bayraklı plajlar ve mavi bayrak çekilmesi, temiz su ve atık su şebekesi, drenaj şebekesi, atık su arıtma tesisleri, Kültür merkezi, dere ıslahları, imar planları ve revizyonları, JES ve RES uygulamaları, Çeşme’de tarımın tekrar ayağa kaldırılması ve geliştirilmesi, Çeşme Sakız Koyunu yetiştiricilerini destekleme ve geliştirme, Ilıca, kaplıcaların ve içmelerin durum tespiti ve geliştirilmesi, Çevre koruma ve geliştirme, park ve bahçeler düzenlenmesi geliştirilmesi, meydan düzenlemeleri, gürültü kirliliği, Çeşme Siluet projesi, Çeşme içi ve dışı ulaşım, Elektrik şebekesi yenileme çalışmaları, elektrik kesintileri, mezarlıklar sorunu, pazarlar ve kapalı Pazar dayatması, Şehir stadına dikilen göz, Kent müzesi, kültür sanat faaliyetleri, kütüphane sorunu, spor hayatı, yaygın ve etkin sportif faaliyetler, festivaller, şenlikler, müzik organizasyonları, sokak hayvanları sorunu, balıkçılık, denizcilik ve yat kaptanlığı, kruvaziyer turizmi, tarihi arkeolojik alanların düzenlenmesi, ziyarete açılması, bale, opera, plastik sanatlar, kitap sergileri, yerel basın, sağlık tesisleri ve hizmetleri, yangın ve afetlere yönelik tedbirler, sosyal dayanışma faaliyetleri, sivil toplum kuruluşları ile kamunun ilişkilerinin değerlendirilmesi, balık çiftlikleri, mevcut taş ocaklarının değerlendirilmesi, kamu denetimleri, acil durum değerlendirmeleri, kalıcı ve seyyar satıcılar arasındaki sorunlar ve çözümleri, sokak kazıları ve onarımları, inşaat faaliyetleri ve yasakları, yerel endemik bitki ve ürünlerin desteklenmesi,  Huzur evi ve yaşlılar evi, sergi düzenlemeleri, plajları hedef alan kaçak yapılaşmalar, çadır turizmi, su sporları, av ve avcılık faaliyetleri, Günü birlik tekne turları ve sorunları, şehircilikte korumacılık ve yayanın öne çıkarılması, şehir planlaması, sosyal projeler başta olmak üzere her dal muhabbetlerimizin eksenini oluşturacaktır. Lakin takdir edileceği üzere tüm bu başlıkların her birinin ayrı ayrı değerlendirilmesi, görüşlerin kayda geçirilmesi, düzenlenmesi ve yayınlanması oldukça büyük ve çaplı bir çalışma olacağından, mevcut şartlarımız ve muhatapların tercihlerine uygun önem arz eden konuların öne çıkması ve görece ya da kişisel önemsiz konuların geride kalması hatta muhabbet dışı kalması kaçınılmazdır. Gazetemizin kapasite ve kabiliyeti açısından bakıldığında ise mezkûr nedenlerin değinilmemiş konuların mazereti kabul edilmelidir. Ayrıca bu işin mahir ve erbap elemanları da olmamamız hasebi ile eksik kalabilecek, eksik anlatılabilecek, yanlış anlaşılmalara da yol açabilecek diğer taraftan yine mezkûr sebeplere binaen değinilmeden geçilebilecek ya da az değinilecek, hatta hiç gündeme gelmeyecek konular oluyor olması için baştan ve peşinen affımızı talep edelim. 

Bu çalışma için yola çıkılıyor olmasının yegâne sebebi, iktidar sahiplerine muhalif ve muarızlarının, konular bazında eleştiri, yorum farkının tebarüzü, dikkat çekme, tecrübe paylaşımı, uyarı ve hatta muhalefet şerhi oluşturmasına ve iktidar sahiplerinin ise muhalif ve muarızlarına cevap, açıklama, savunma, neden böyle yapılıyor, hukuki zemin tespit ve tayini oluşturmasına ahali nezdinde platform oluşturmaktır. Muhabbetlerin detayını oluşturan her konuya yönelik kendimizce bilgilerimize ve bilgilenmelerimize istinaden yaklaşımlarımız, değerlendirmelerimiz, alkışlarımız, yorumlarımız, eleştirilerimiz, muhalefet şerhimiz yok mu? Her Canım Yurdum İnsanında bol miktarda olan “Ben olsam şöyle şöyle yaparım” kararlılığı yok mu?  Şüphesiz var. Hem de ziyadesiyle. Ama bu açılan platform bizden ziyade “Onların” görüşlerine yer verecektir.    

Pazar, Ağustos 23, 2020

VATAN HAİNİ NASIL OLUNUR?

 Şimdilerde moda ya, kim ki önemli bir koltukta oturur, bulunduğu makamın gücünü sınırsız ve sorumsuz hatta dikkatsiz, kontrolsüz, şımarıkça ve de ölçüsüz kullanır, sanki seçildiği süre için artık tüm bu sövmelere ve hakaretlere ruhsat sahibidir, her önüne gelene organlarını karıştırarak, saygısızca ve de fütursuzca hakaretamiz üstüne üstlük galiz kelam etmeye… Son 10 yıldır, artık ve nerdeyse, sigara içerken yakalanan bir garibe bile “hain” denilir hale gelindi…

Evvelemirde, biz “hain” nedir? Ne değildir? Kim, ne zaman ve nasıl hain sayılır? sorusuna makul ve mantıklı cevaplar arayalım… Hele hele bir de bunun kaymaklı ve katmerlisi vardır; “vatan haini” … Hay Allah, bunlara okkalı kelamlar etmek gerek ama ne yazık hukuki engeller var ve onlar muktedir, korkuyoruz ve susuyoruz… Şimdi; hainlik oluşması için bir akit olması gerekmez mi? Mezkûr akitte, taraflar anlaşmazlığa düşerse neleri açıklayabilirler neleri açıklayamazlar diye bir bağlayıcı hüküm olmaz mı? Taraflardan gücü elinde bulunduran akide sadık kalmaz ise görece güçsüz ilgililer nezdinde neden tenakuz oluştu ve neden giderilemedi konusunda açıklama yaparsa bu nasıl tanımlanmadır? Mezkûr akitin bir geçerlilik süresi olmaz mı? vs vs… Evet; gelelim başlıktaki sorunun cevabına, “vatan haini nasıl olunur?”, çok kolay, herhangi bir gücü oturduğu koltuktan menkul bir muktedirin fikrine aykırı düşün ama sadece düşün üstüne üstlük bir de açıkla, yandı gülüm keten helva, hemen yafta boynuna asılır. Bu kibir abidesi ve ne oldum delisi insanlara kimse sormaz tabii ki, “kardeşim sen kimsin de kendinde “hain” tespit ve tayin hakkını buluyorsun”, sonra arşın ve endaze kaçar maazallah…

Peki dün “ham yaptırmam” diye şiddetle karşı çıkılan projeye önemli zevat ile görüşmeler sonrası “kim ki karşı çıka hain biline” denilirse kendi beyanına ihanet olmuyor mu? Mesela mühim makam oturucusu olunca, rüzgâr gülleri ile ünlü Çeşme’nin mühimlerine hak mı oluyor rüzgâr gülüne dönüyor olmak? Ben yetki sahibiyim, bugün böyle derim, yarın şöyle, öbür gün öteki türlü, olmazsa D şıkkı… Kanımca bu kadar hızlı dönüş olunca, baş dönmesi, mide bulanması, göz kararması ile diz tutmaması da mukadderat oluyor.

Yazının konusu ve hedefi şüphesiz ki, meri yasalar ile tanımlanmış ve sınırlandırılmış yetkileri çerçevesinde, bizim kesemizden ya da dişimizden, tırnağımızdan arttırarak oluşturduğumuz bütçeler ile bizim işlerimizi görmek üzere seçilmiş siyasetçilerdir. Bu son derece net ve açıktır. Bu genel ve tüm siyasetçileri hedef alan tanım ve tariften hareketle gelelim; yerelde “Çeşme Ailem” çıkışı ile kapsayıcı ve kaplayıcı olacağını deklare eden “Reis”imize… Ne buyurmuş; “Çeşme’nin turizm projesine karşı çıkmak vatan hainliğidir” … Breh breh, kelama bakar mısınız? Yahu Reis Bey, neresinden başlayalım cevaplamaya bilemiyorum… Siz anladınız… Neyse ben de düşünülen “Yeni Çeşme Projesine” karşı hem de külliyen karşı olan birisi olarak, itirazlarımı, öncelikle teknik bilahare de sosyopolitik ve de en son da daire-i maarif açısından ve de nihayetinde nema ve mama düzeyinde analizler yaparak belirtmek istiyorum. Gerçi biliyorum, 2 önceki “Reis”te bu proje benim kaptırmam diyerek, 1 önceki “Reis”te açıktan desteğini deklare ederek, hepsi kendince bu işten politik hayatlarına ve Çeşme yorumlarına mütenasip beklentiler ile pozisyon tayin ediyorlar. Neymiş efendim, politik hayatlarına mütenasip, işte tüm mesele bu… Çeşme böylesine bir projeyi kaldırabilir mi diye kimse kafa yormuyor, ahali de 100.000 kişiye “istihdam” masalı ile hülyalara dalıyor. Koca Türkiye son 2 yılda bu boyutta istihdam yaratamamış iken, bu zevat muhtemel ki aritmetik, ekonomi, mantık, işletme temel bilgilerinden azade politik ilgi ve bilgileri ile masalsı anlatımlara gaz veriyorlar. Bilmem ne kadar “Golf sahası” yapılıp işletmeye açılacakmış, yahu siz mevcut nüfusun temiz su, atık su sorununu çözememişiniz, nüfusu mevcudun 10 katı arttırıp üstüne üstlük doğa ve su tuzağı golf sahalarının su sorununu çözeceksiniz, yahu Allah size akıl, izan, feraset üstüne de fikir ihsan eylesin. Üstüne üstlük mezkûr alanın önemli bir bölümü, Çeşme’nin ana su kaynağının toplama havzasını oluştursun ve siz bunu yok edin, havaalanı ve bağlantı yolları, golf sahaları yaparak… Bence, önce çöp vergisi adı ile ihdas edilen vergiyi su bedelleri içine türbanlayarak, bilahare de katı atık toplama vergisi ihdas ederek, yetmedi katı atık bertaraf tesisi vergisi uydurarak bu da yetmedi bahçe atıklarınızı gösterdiğimiz yere taşıyın diyerek varacağınız yeri belli ettiniz de, biz pazarlığı tutturmaya çalışıyoruz. Efendim bunları biz mi yaptık dediğinizi duyar gibiyim, evet vallahi parayı biz size veriyoruz, artık siz mi kullanıyorsunuz başkalarına mı veriyorsunuz bilemeyiz… Yok öyle kanun böyle tarifliyor, geçiştirmelerine de karnımız tok, biz Osman Özgüven ve Terzi Fikri vb bir alay örnekleri bilenleriz.

“Yeni Çeşme Projesi” diye yeniden ısıtılıp Çeşmemizin önüne konulan bu projeye karşı çıkanlara “Hain” yakıştırması yapan zevatın behemehâl kendi durumlarının tespiti için en yakın sağlık ocaklarına müracaatları memleketin hayrına olacaktır. Şimdilik bu kadar ile iktifa ediyoruz, iktifamızın gerekçesi sözümüzün bittiği manasına zinhar alınmamalıdır, sadece bu pozisyon alışların nerelere kadar gidebileceğinin uyarısıdır. Öyle iktidarı ele geçirip, ele “hainometre” alıp sağa sola sallamak ile hain tespiti yapılmaz, asla ve kat’a unutulmamalıdır ki, bizi işaret etmek için uzattığın elindeki işaret parmağı bizi gösterir iken diğer dört parmağın zatı alilerinize dönük olduğu hatırlatmamızı mazur görün. Lütfen, öyle yanlış anlaşıldım, yok kelamın bir kısmı cımbızla çekildi, gibi bizi aptal yerine koyacak beyanatlardan kaçının, size önerim hatta tavsiyem budur, yoksa biz bilesiniz ki, karşımızdakinin dudaklarını büzüşünden Ömer diyeceğini anlayan eğitimli ve donanımlı ve senin gibilere tur bindirecek kadar yaptığın işi iyi bilenlerdeniz. Sen kim oluyorsun da benim memleket severliğimi sorguluyorsun, oyumu alırken her şey güzel, sonra ben ne dersem o, de gettt. Neyse, kifayet-i müzakere…

 Sana Nazım Hikmet’in dizeleri ile ve şimdilik hoşkal diyorum;

Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt

           hainiyim, ben vatan hainiyim.

Vatan çiftliklerinizse,

kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,

vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,

vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,

fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,

vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,

vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,

ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,

vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,

vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,

                            ben vatan hainiyim.

Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :

Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.

Pazar, Ağustos 16, 2020

HUZURU YUVANDA, BALIĞI HASAN’DA…

Güzel Çeşme’mizin henüz rant avcılarının direk ve açıktan hedef olmadığı dönemdir, huzur, sükûnet, dinlenme arayışının adeta başkentidir. Sulh ve salah kenti İzmir’in yazlık banliyösü gibi görünmesine karşın hatırı sayılır sayıda yabancı turistin de destinasyon ve geçiş yeridir. Kimse bu yazılanların, yaşların ilerlemesine bağlı birer eskiye özenme ve öykünme ifadesi olduğunu düşünmesin. Varsa yoksa “para kazanma” hırsının genelde Canım Yurdumu özelde de Çeşme’yi ne hale getirdi, hala görül(e)memişse, yapılacak bir şey yoktur, ne söylense beyhude. Çeşme’de kaç tane “balık kayaf’ı” kaldı, bir bakın etrafınıza, ticari manada kaç tane un değirmeni kaldı, kaç tane zeytinyağı fabrikası kaldı, vs vs… Şimdi anlatıyorlar da, hani büyüklerimizin beğenmeyip te değiştirdikleri 70’li yılların Çeşme’sinde kaç adet balıkçı kayafı vardı ve buralar kaç büyüğümüzün medar-ı maişeti idi, hızlıca sayalım o kısacık Çarşının aşağısından yukarısına doğru. Balıkçı Seydi Ahmet birlikte Arnavut Kemal, Osman Yamaner, Balıkçı Arap Mehmet birlikte Ahmet Sinan ve Kaparo Kemal, Balıkçı Hasan birlikte Dalyanlı Şaban, Köse İbrahim, Dalyanlı Şükrü ve Ovacıklı Orhan ise şu anda isimlerini hatırlamadığım 2 büyüğümüz ile idiler. Bu büyüklerimizin her biri nevi şahsına münhasır ve her biri çarşımızın nadide esnafları olup çarşının maksimum 70 mt’lik bölümünde sıralanmakta idiler. Sonra ne oldu ise oldu, ihtisas çarşıları moda oldu yani benzer esnaflar bir yere toplanacak trendi. Dönemin Belediye Başkanı Nuri Ertan mezkûr balıkçıları, adı arabacılardan balıkçılara dönen sokağa topladı. Oysa onlar çarşının nadide gülleri ve çeşitliliğin numuneleri ve adeta tek tipliliğe inat idiler. Daha o zamanlar sanayi tipi balıkçı gemiler ile balıkçılık icrası yapılmazdı ve bu yüzden de görece az yakalanan balık yine Çeşme’de gerek Çeşmeliler gerekse de yazlıkçılar ve otel müşterileri tarafından tüketilir idi… Öyle yok toprak havuz idi, yok çelik havuz idi tasnifi de yoktu ve tabir yerinde ise “balık ve balıkçılık yiğitliği” de dimdik ayakta idi. Oysa Dalyan, Çiftlik ve Çeşme balıkçılarının yakaladığı balık miktarı ise hiç de azımsanmayacak kadar olup yine de herkese yeter ve kısmen de İzmir Balık Haline sevk edilir idi. Balık kalite ve kandite tarif ve tasnifi için önemli bir kriter sayılabilecek ve balıkçılar ya da sadece iyi bilenler dışında kimselerce tüketilmeyen, şimdilerin ise bir hayli aranırı olan Adabeyi (iskorpit-çorba balığı) balıkçı tezgahlarında yer almazdı. Gerçi bilenler de çükali’de (toprak kap) fırında acılı ve bol domatesli “kakavya’sı” için her zaman tercihlerini beyan ederlerdi.

“Huzuru yuvanda, balığı Hasan’da” 
tabelası asılı dükkanında, Şaban Abi, Köse İbrahim Abi ve Şükrü Abi ile eski adliye binası girişi yanında bu işi yapanların ağır topu idi, Hasan Abi, (Hasan Fidan). Özellikle yaz aylarında tatil dönemlerinde, benim de çarşıda çalışmam hasebi ile sürekli bir muhabbet halinde idik. Şimdi baktığımda siyasal tercihleri farklı olmakla birlikte, Egeli olmanın alicenaplığı ile makul ve mantıklı yaşam tercihleri onları ne kadar da hoşgörülü yapmış meğerse, asla unutulmaz. Diğer taraftan da hayat ve hayat eğitimi Hasan Abimizi nüktedan ve hazırcevap insan haline de getirmiştir. Denk geldiğimiz gerek arkadaşları gerekse müşteriler ile göz yaşartan diyalogları vardır ki evlere şenlik. Bir keresinde daha önceden tanımadığı bir müşterisi balık alır ve temizletir, Hasan Abi balıkları temizlemeye başlar, müşteri birden balığın birinin gözü olmadığını fark eder ve seslenir; “balığın bir gözü yok” der, hemen müşteriye döner ve “hayırdır hocam, gazete mi okuyacakta gözü olmamasını dert ediyorsun” der, adamcağız da çaresiz haklısın der ama mırıldanarak. Hele onların bir öğlen yemek molaları vardı ki, yemek mi, eğlence mi, yoksa hepsi mi emin olun hala gözümün önünde canlanır o görüntü. Şaban ve Şükrü Abilerin çelebi ve bilge tavırlarının anlatımdaki sakinliğe, Hasan Abi ile Köse İbrahim Abinin yüksek sesle takılmalara ve gülmelere neden olmasını asla unutamam. Hülasa yemek yeme bile bir ritüel ve eğlence idi onlar için. Hele akşamları dükkânda yalnız kalan “Köse İbrahim’in” akşam yemeği ile içilen rakının ve çay ile içilen ilavelerin yarattığı harika keyif ve zevk ortamında çaldığı bağlama ile söylediği türküler asla unutulmaz. İbrahim abi’ye yanılıp yakılıp hele şu türküyü de bir çal dersen yandın alimallah, saatler süren zaman zaman da can sıkan akort işlerine girişir, bitmez tükenmez akort havası dinlersin gayri. Hele bir de “kara kaput” bestesi vardı ki evlere şenlik, günde birkaç kez dinlerdik, kara kaput namlı narkotik şube müdürünün ilgili mahalleleri basması, kontrolleri çok arttırması bu türkünün yakılmasına sebep olmuştur. “Kara kaput mahalleyi bastı, bizimkiler arka kapıdan kaçtı” gibi sözleri vardı hatırladığım kadarı ile ama temelde keyf verici madde bağımlılarının baskın yemesinin hikayesidir. İbrahim Abi bunu çok içli söylerdi vallahi, içi yanmış mı desem, iç yakıcı olduğu için mi desem, gerçi belki de tüm şıklar için. Bu vesile ile büyüklerimizden hayatta olanları muhabbetle kucaklayıp aramızdan ebediyen ayrılanları da hasretle yad etmiş olalım, nurlar içinde olsunlar.

Balık satışı denilince 70’li yılların fenomen “sinarit lotocusu” Mustafa Abimizi es geçersek konu eksik kalmış olur ebediyen. Hemen her gün yaklaşık 2,5 ya da 3 kilo sinarit bulunur, çarşıda bir aşağı bir yukarı çekiliş numaraları satılır ve sonra da çekiliş yapılır, artık kader kısmet diyelim, arada ufak tefek hile hurda oluyor mu idi, bana göre evet. Ama hayatın arda kalan bölümündeki ile kıyasladığında asla ve kat’a üzüntü verici bir şey çıkmazdı. Şimdi benzer bir çekiliş organizasyonunu devam ettiren bir hemşehrimiz daha var, o da mezkûr işi başarılı bir şekilde yürütüyor.

O zamanlar, şimdiki İnkilap Caddesi çift yönlü taşıt trafiğine açık idi lakin otomobil satışları “modern ülkelerde” 1000 kişiye bilmem kaç otomobil düşüyor gazı ve motivasyonu ile patlatılmamış olup şehir içi yayan ve diğer ulaşım ihtiyaçlarının toplu taşım araçları ile giderilmektedir. Zaten milletin de “hızlı hayata” ihtiyacı da yoktur esasen de olmamalıdır. Şimdi de aynı toplum mühendisleri direk ya da endirekt gazı ile “Cittaslow” işini öne çıkarıyorlar, aaa fena mı vallahi değil, katılıyorum da, destekliyorum da… Evet kapitalizm ve sermayenin bitimsiz ve doyumsuz iştahı her eve en az 1 araba noktasında değil henüz ve doğa egzoz gazına gark edilmemiş durumdadır mezkûr dönemde. Adama sorarlar dün gaza basıyordunuz şimdi de frene basmayı kutsuyorsunuz, sebep nedir diye… Hani bunları anlıyoruz mama ve nema meselesi peşindeler de lakin dün onlara alkış bugün bunlara alkış çalan zevatı ise hiç kabullenemiyorum. Bence Belediye; cadde adını değiştirmeksizin mezkûr çarşıyı “old bazaar” adı ile anılır hale getirmeli ve mümkün ise esnaf çeşitliliğini de öne çıkararak doğa ile uyumlu olacak şekilde öğlen saatlerinde de ziyaretçilerin hizmetine hazırlamalıdır. Çarşıyı yazmaya devam…

Pazar, Ağustos 09, 2020

YEREL TAT SÜTSAN

 Bilindiği üzere şeker, reçel, pekmez, tahin, yoğurt, süt ve her türlü meyvelerin ve şurupların kar ya da buzun belli miktarda karıştırılmaları ile takdimine ve ikramına tarihin her döneminde ve her mutfakta rastlanmaktadır. Bu maksada matuf, Adana’ya ilk defa gittiğim 1976 yılında Toroslardan kamyonlarla kar getirilip mahallelerde satıldığını gördüğümüzde müthiş şaşırmış idim. Sonraları Adana’ya alıştıkça, temelde limonlu suyun dondurulması ile elde edilen “eskimo” adı verilen buz ve pişirilmiş nişasta üstüne rendelenmiş buz ve pudra şekeri serpilmesi ve üstüne de meyve şerbeti dökülmek suretiyle “bici bici” adı verilen tatlıyı da gördüm, enteresan mamuller idi. İnsanların serinletici ürünler yeme ya da içme ihtiyacı her daim olmuştur ve soğutma sistemlerindeki teknolojik gelişimlere bağlı ürün çeşitliliği de buna uygun gelişmiştir. Evet Adana’da bunlar var iken, Çeşme’de ise İzmir kökenli “Sütsan” diye harika lezzete haiz bir dondurma satılmakta idi. Daha o zaman sermayenin temerküzünün temayüzü kabul edilebilecek ve mezkûr sektörün ve de dolayısı ile kapitalizmin armadası olarak öne çıkan “Algida”, “Golf” ve “Panda” gibi markalar henüz sahne almamış idi, var idiyse de ben bilmiyordum. Gerçi sonraları bir yerel marka olan “Mado” oluşturduğu zincir dondurmahanelerle rol almıştır sektörde. Orijinali “Kahramanmaraş Dondurması” olan bu sonuncusu ise geldiği nokta ile orijinalinden bir hayli uzaklaşmış görünmektedir en azından benim gözümde. Dondurmanın orijinalini sadece Kahramanmaraş hedefli üretim yapıldığı zamanlarda, 80’li yıllardan itibaren defalarca yerinde yani “Yaşar Pastanesi”nde denemiş biri olarak tadı, lezzeti ve orijinalliği iyi bilenlerden sayılırım. Neyse biz yazımızın konusunu oluşturan Sütsan’a ve mezkûr markanın piyasadan çekilişinin ekonomik, teknolojik, tarihsel ve sosyolojik tarafına dönelim.

Kapitalize olmanın mode deyimi “Markalaşmak” olunca, her şeyin bozulması da kaçınılmaz mukadderat haline dönüşmüştür günümüzde, ne yazık ki. Tabii ki tüketiciye ulaşan mamulün ticarileşmesinin, gıda koruyucularının kullanımının, miktarların devasa boyutlara varmasının kalite üzerindeki olumsuz etkisi yanında ana girdi ürünlerinin de benzer süreçlerden benzer şekilde etkilenerek başkalaşması da ne yazık ki etkilidir bu olumsuz sonuçlarda. Artık eski süt üretimi kalite ve kandite açısından ulaşılabilir değildir bana göre, velev ki yine eski sütler var bu sefer eski yöntemler hayaldir, o da olsa eski esnaf ve ustalar yok, diyelim ki bunların hepsi var ve mütekâmilen üretim yapılıyor, ne yazık ki bunu hissedecek ağız-dil kalmadı bizlerde gayri. Kimya artık gıda sektörünün emrindedir tek başına gıda olarak tüketilemeyecek ayrıca ürünün ana bileşeni, ana ya da yardımcı hammaddesi olmamakla birlikte, lakin ürünün mamul hale gelmesi, ambalajlanması ya da depolanması ya da nakil edilmesi ile ilgili olarak ve ürünün tat, koku, görünüş, vs gibi diğer niteliklerini korumak, düzenlemek ve düzeltmek ya da istenmeyen değişikliklere ve dönüşümlere engel olmak maksadıyla gıda ürünlerine mezkur bilimin delalet ve desturuyla katılımlarına izin verilen ve maalesef bu kalıntıların ya da türevlerinin mamul maddede kalıcı değişikliklere sebep olan, gıda bağlayıcıları, gıda katkı maddeleri icat edilmiş ve mertlik bozulmuştur. Tatlandırıcı, renklendirici ya da renk düzenleyici, parlatıcı, koruyucu, antioksidan, asit düzenleyiciler, topak ve köpüklenme önleyicileri, hacim arttırıcılar, emülgatörler, nem düzenleyiciler, kabartma işlevi görenler, stabilizatörler vs gibi o eski tatların oluşumu sürecinde olmayan hatta dönem itibari ile bilinmeyen maddeler tüm bunlara sebep. Bu kadar ve eskiden bilinmeyen maddeler gıdaya katılır ise imalat, ambalaj, depo, nakliye ve öngörülemeyen olumsuz çevre etkilerine açık hale gelen ürünlerde kaçınılmaz olarak gıda kirlilikleri oluşacaktır. (Bu bilgilerin önemli kısmını yazının hazırlanması sürecinde bilgisine başvurduğum Kaya Erdal Çapan tarafından aktarılmıştır)

Ayaklı Google kabilinden, bilgi ve hafıza kapasitesinin genişliği ve derinliği ve de özellikle yüksek belagati ile Kaya Erdal Çapan konu üstüne muhabbetimiz sırasında “icecream” ile “dondurma” arasındaki farkı mükemmel bir biçimde anlattı ama ben bunu yazıya ne yazık ki bu kadar ehven aktaramayacağım galiba. Dondurmadaki iyi kaynatılmış süt, sahlep’in önemi ie “icecream” içeriğindeki krema, yağ ve şekerin yer alışını öylesine güzel aktardı ki, konunun tam da burası bir yazı konusu olacak kadar derin, anlamlı ve uzundur. Hele bir de benim yeni öğrendiğim “kuru buz” ile normal buzun farkını ve gıda saklamada önemini anlattı ki o da ayrı bir hikâye. Kendisine bu vesile ile bir kez daha teşekkürler ediyorum.

Şimdi gelelim Ege’nin efsane ağız tadı, “SÜTSAN DONDURMALARINA”. Çocukluğumun eşsiz tadı Sütsan, bildiğim kadarı ile Çeşmeli 2 ailenin farklı bireylerinin ortaklığında İzmir Kemeraltı semtinde kurulmuştur. Bugün artık farklı işler ile meşgul “Subay” ailesinin büyüklerinden 3 kardeş ile “Ertan” ailesinden bir kardeşin ortaklığı ile kurulur yine bildiğim kadarı ile. Kalınca ve yağlı gibi bir görünüşü olan kâğıda sarılmış, küçük boy margarin büyüklüğünde dikdörtgen prizma, tahta çubuk üzerinde, hatırladığım en fazla 2 ya da 3 çeşidi bulunan ama bana göre sade sütlüsü inanılmaz lezzetli olan ve şimdiki endüstriyel dondurmalarla asla ve kat’a kıyaslanamayacak ve şimdilerde artık üretilmeyen çocukluğumuzun ve Bölgemizin yegâne hazır dondurması idi. Hazır dondurmanın adını “Sütsan” yapan dondurmadır adeta. Maalesef o da, “rekabetçi piyasa” ya da “serbest piyasa” adı verilen sermaye temerküzü sürecine yenik düşüp tarihteki ve hafızalardaki yerini almıştır. İlk defa bir ürünün özel buzdolaplarının olduğunu ve satış noktalarına bila bedel yerleştirilmiş olduğuna da belki de ilk kez şahit olduk.  

Gıda teknolojilerinin ve endüstrisinin mezkûr ana ve ara maddeleriyle de yeterince oynayarak daha da ekonomik hale getirdiği dondurma hepimize afiyet olsun. Son olarak sözlükler “dondurma” karşılığını “icecream” olarak veriyorsa da herkesin “cream” yerine neden “milk” kullanılmamış olmasına yüksek dikkatlerini teksif etmelerini öneririm. 

Pazar, Ağustos 02, 2020

ÇOCUKLUĞUMUZUN UĞRAK YERİ RUMELİ PASTANESİ

Bakmayın başlıkta “uğrak yeri” diye yazdığıma, şüphesiz paramız olunca uğrayabildiğimiz yer diye ifade edilmesi daha doğru olacaktır. Ama gerçekten para bulunur bulunmaz ya da ne yapılır ne edilir para mutlaka bulunur ve mutlaka uğranılır bir yerdir, “Osman Abi’nin” yeri. Çeşme’nin en eski ve en meşhur tatlıcısı “Cemal Şakar’ın” çırağı olarak müthiş lezzetli, tatlılar, reçeller yapım hünerini edinmiş ve geliştirmiştir. Gerçi mezkûr dönem; henüz kapitalizmin emrindeki kimya biliminin gıdaya gayri ahlaki müdahale etmediği yani her ürünün doğal olarak ve doğal yollardan yetiştiği ve kullanıldığı bir dönemdir. Esasen de “ustaların” yüksek ahlaki değerlerini alınterlerine katarak üretim yaptıkları bir dönem olması hasebi ile her şeyin doğal olmasıdır bunlara neden. Bakmayın siz, yöneticilerin sonradan “katma” işini vergiye tahvil ettiklerine, mezkûr büyüklerimiz sadece “arı ahlaklarını” katarlar idi, yaptıkları işlere. Belki de bu yüzden her şey daha güzel idi, o yokluklarımıza rağmen. Hatta biraz daha ileri giderek diyeyim; onlar sadece esnaf değildi, onlar dost idi, onlar bazı işleri cüzi karşılıklar ile üstlenerek hayatı kolaylaştıran ve güzelleştirenler idi, onlar ahlakı yüksek büyüklerimiz idi. Bu arada bu yazının konusunu oluşturan büyüklerimiz başta olmak üzere tüm diğerlerini de hasretle yad edelim, bu vesile ile.

Osman Mersin; bugünkü dondurma ve reçelleri ile meşhur “Rumeli Dondurmacısı” ki ulusal basında dondurması ile ünlü olduğu şekliyle yer almakta olmakla birlikte, tatlı ve reçelleri ile özellikle de reçel çeşitliliği açısından çok önemli ve özelliklidir, bence. Önceleri şimdiki “Kiliseyi” çarşının çıkışına doğru geçince köşedeki manavın yanındaki küçük imalathanesi ve pastanesi ile hizmet verirken hemen her türlü tatlısı ve dondurması hararet ile müşteri bulurken, benim için keşkül ve üstüne dondurma inanılmaz idi. Sakızlı, kavunlu ve kara dutlu dondurması unutulmazlar arasındadır. Osman Abi’nin bugünlere taşıdığı meşhur düzenin oluşması sakın çok kolay olmuştur zannedilmesin, askerlik sonrası tütüncülük işine dönülmemesi ve artık çıraklıkta yapılmayacağı kararı mucibince, işine dört kolla sarılmış, çıraklık dönemini çok iyi bir öğrenme dönemi olarak geçirmiş ve meşakkatli bir iş hayatı sürecini çok çalışarak geçirmiş olmasına bağlıdır. İyi imalat yapılması yeterli midir, şüphesiz değil, pazarlanması da gerekmektedir, çeşitliliği her gün artan bu nadide ürünlerin. Hatırlayanlar vardır şüphesiz, Osman Abi’nin, koluna taktığı birkaç gözlü seyyar dondurma tezgâhı (askısı) ile müşterinin ayağına kadar gidip bu muhteşem lezzetleri sunduğunu. Ne bitmez tükenmez bir enerji idi, ne zaman üretirsin, ne zaman dükkanı temizler, vitrinleri doldurur, ne zaman seyyarlık yaparsın, ne müthiş bir koordinasyon…

Osman Abi’nin oğulları Hasan ve Hüseyin çocukluklarından itibaren ciddi katkı sundular her faaliyete, Hüseyin benim çocukluk ve okul arkadaşım olması nedeni ile bu faaliyetlerin ve çabaların yakın tanığıyımdır bir dönem. Sonraları tahsil hayatı ve iş hayatı nedeni ile Çeşme’den uzak kalınca sadece rast geldiğimiz dönemlerde sohbet edişimiz söz konusudur. Şimdilerde artık birlikte faaliyet yürütmeyen 2 kardeş ile arkadaşlığımız halen devam etmektedir. Benden birkaç yaş büyük olmakla birlikte Hasan Mersin beni her gördüğünde “Baba dostu” kelamı ile karşılar ve sevindirir. Hüseyin Mersin ise hala ortaokuldaki okul numaralarımızı tek tek hatırlar ve bu numaralar ile hitap eder, bu bir taraftan değişik bir nostalji oluşturur iken diğer taraftan samimiyetin dipsizliğinin göstergesi olarak kulağıma halen çok sevimli gelmektedir. Şimdilerde Hüseyin’in Pastanesine gittiğimizde yeni bir ürün ya da farklı bir imalat varsa, tadıp yorum yapmam için mutlaka ikram eder, meşguliyetine binaen de kısacık da olsa eski günlerden tadımlık hatırlatmalar yaparız birbirimize. Gerçi artık yaş kemale erince, şekerleşme vücuda sirayet edince bu kabil işetmelerden uzak duruyoruz ama yine kapı önünde de olsa sık sık bu hatırlatmalara devam ederiz. Hüseyin Mersin Çeşme’de erken otomobil sahibi olanlardan biridir hatırladığım kadarı ile… Yeni ve yerel imalatı yapılan İtalyan Fiat kopyası Murat 124’ler o İtalyan filmlerindeki gördüğümüz afisi ile sahne almıştı Canım Yurdumda da, bilenler için olmasa bile fazlaca otomobil bilgisi ve görgüsü olmayan bizler için güzel otomobil idi. İşte Hüseyin de bunlardan bir tane satın almış, ona bakarak biz de umutlanmış idik, o aldığına göre biz de alabiliriz diye ama, nerde benim 15 seneden fazla beklemem gerekecek idi. Evet, hatırladığım kadarı ile koyu yeşil bir Murat 124 sahibi idi ve bu onun için inanılmaz bir sosyal statü idi, biz şüphesiz arkadaşımız olduğu için bir taraftan sevinir iken bir taraftan da acayip kıskanırdık ve tahsis edene de sitem ederdik.

Babamın yetiştirdiği “Ağaç Kavunlarından” yapılan reçellere, önceleri Cemal Şakar büyüğümüzün kattığı tat ve değer ile devam ederken bilahare meşguliyetlerine uygun bazen Hasan bazen de Hüseyin kardeşlerin imalatları ile devam etmekteyim. Ancak bu konuda nostaljiye daha sadık ve uygun olanın Hasan olduğunu da hemen söylemeliyim. Her yıl bahçedeki tek ağaçtan hasat ettiğimiz 20 ila 25 adet arası ağaç kavunları kendisine teslim edilir biraz da meşakkatli bir süreç sonunda reçele dönüşür. Bu imalat süreci daha ne kadar devam eder ya da bizden sonra neler olur bilemiyoruz gayri malum imalat çeşitliliği ya da katkılar yepyeni bir ağız tadı oluşumuna yol açmış durumdadır. Umarım bu değişim ve dönüşüm artık ilerlemez burada durur ancak durmayacağı da bir kesin…

Mübadele, Osman Abinin yolunu Selanik’ten önce Sakız’a sonra da Çeşme’ye düşürür. Rumeli Pastanesi’nin sitesinde, mübadeleye yönelik eksik tanımlamalar olsa bile, kendi bilgileri ile, Osman Abi, şöyle yer almaktadır. “Dedemiz Tatlıcı Osman Mersin'in anne ve babası savaş sonrası Avrupa'da yaşayan Türklerin göç etmesi emriyle göçe zorlandılar. Diğer binlerce Türk aile ile birlikte yollara düşerek kağnılarla ve at sırtında uzun bir yolculuğa çıkmak durumunda kaldılar. Uzun yıllardan sonra yeniden Anavatana döndüler. 1920-1922 senelerindeki bu mübadelede Avrupa'daki Türkler Türkiye'ye, Türkiye'deki Yunanlılar da Yunanistan'a göç ettiler. Büyük dedemiz arkadaşına ait ufak bir yelkenli gemi ile yolculuğu tercih edip eşiyle ve 2-3 aile ile daha birlikte Türkiye'ye doğru yolculuklarına başlamıştır. Selanik'ten yola çıkan aileler Sakız Adası'nda (Chios) yolculuklarını tamamladılar. Birkaç ay Sakız Adası'nda konaklayan dedemiz karşıya Çeşme'ye geçmeye karar vermiştir. Yine bir ile karşıya, Çeşme'ye geçen büyük dedemiz Çeşme'de kalmaya karar vermiş, Anadolu'nun daha içlerine doğru göç etmesi için ısrar eden arkadaşlarına katılmayıp burda yerleşmeye karar vermiştir. Selanik'teki mesleği olan tütüncülük ve bahçıvanlıkla hayatlarını sürdürürlerken 1921 senesinde kurucumuz, dedemiz Osman Mersin dünyaya gelmiştir. Büyük dedemiz, Osman dedemizi çok ufak yaşlarından itibaren yine mübadele ile Çeşme'ye yerleşmiş Cemal Usta'mızın yanına verir. Cemal Usta'mızdan bildiği tüm tatlı ve dondurmaları öğrenir, askerden döndükten sonra yine kendileri gibi Selanik'ten mübadele ile gemilerle gelmiş olan bir ailenin kızı rahmetli babaannemiz Şadiye ile evlenir. 1945 senesinde babaannemizin çeyizlik masa ve sandalyeleri ile Çeşme Çarşısı içerisindeki ufak dükkanımızı açar.”