Cumartesi, Mayıs 31, 2008

BAZI ŞEYLER ADAMIN AYAĞINA DOLANIR İŞTE

ETME BULMA DÜNYASI

22 temmuz seçimlerinden sonra; 60. hükümetin kurulmasını müteakip Başbakan Recep Tayyip Erdoğaneylem planı” nı ıklamış ve bu planın yazımıza da konu olan tarafını, yani Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) ve halen Devlete ait bulunan Ziraat Bankası, Halk Bankası ve Vakıflar Bankası’nın İstanbul’a taşınacaklarını ilan etmiş idi.

T.C. Merkez Bankasının İstanbul’a taşınması konusunda en önemli ve büyük gerekçeyi ise, birlikte çalışmakta olduğu bankaların tamamının merkezlerinin İstanbul'da bulunması ve İstanbul’un adeta bir finans merkezi olması nedeni ile de sadece T.C. Merkez Bankasının değil; Ziraat Bankası, Halk Bankası ve Vakıflar Bankası gibi devlete ait bulunan bankaların da T.C. Merkez Bankası ile birlikte hareket etmesi, oluşturmakta idi bu ıklamaya göre. Gerçi bu ıklamalardaki gerekçe de kimselere pek inandırıcı gelmemişti doğrusu.

Aslında son günlerde çok tartışılan T.C. Merkez Bankasının İstanbul’a taşınması niyeti ve isteği yeni bir konu değil. Bu niyet ve istek ilk defa; 1987-1993 yılları arasında T.C. Merkez Bankasının başkanlığını yürüten Rüştü Saracoğlu tarafından gündeme getirilmiş ve sonradan yerine gelen Bülent Gültekin ve Yaman Törüner döneminde de konu ile ilgili bir hayli detay çalışma ve plan da yapılmıştı ve bilindiği kadarı ile de, dönemin Hükümet ve Belediye yetkilileri ile varılan sözlü mutabakat gereği Leventteki arsa satın alınmıştı. Hatta o günlerde Merkez Bankasında çalışan bir dostumdan öğrendiğim kadarı ile de; yapılması planlanan Genel Merkez binası önce 36 kata göre düzenlenmiş olup, bilahare Silahlı Kuvvetlerin burada İstanbul için kendi savunma sistem ve planları neticesinde kat sayısının 30 ile sınırlı olmasının uygun olacağı beyanı üzerine de, 30 kata kadar azaltılarak yeniden düzenlenmiş idi.

TCMB 11 Haziran 1930 tarih ve 1715 sayılı Kanun ile "Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası" adı altında özel hukuk tüzel kişiliğine sahip ve özel sermayenin de katılması ile bir anonim ortaklık şeklinde kurulmuştur. Buradan da anlaşılıyor ki; daha en başında kuruluş aşamasında, bile Bankanın bağımsızlığına ve özerkliğine özen göstermiş kurucuları; ve, bu titizlik adına bile yansımıştır, başka bir deyişle T.C. Merkez Bankasının sıradan ve diğer bankalar gibi bir banka olmadığı ık olup kar amacı gütmeyen ve devletin milli parayı ve para politikasını yönetme yetkisi verdiği bir kuruluş olması nedeni ile de devletin temel organlarından biri olmuştur. Bu nedenle kamuoyunun ortak görüşü olarakta T.C. Merkez Bankası devletin başkentinde olması yönündedir ve diğer bankalarlayaslanarak ta Onlar İstanbul’a taşındı biz de T.C. Merkez Bankasını İstanbul’a taşımalıyız” gibi bir yaklaşım; mevduat bankacılığı yapmayan, ülkenin parasına ve para politikasına yön veren ve en temel amacı da para piyasasını ve paranın dolaşımını düzenlemek, hazine işlemlerini yerine getirmek, Türk parasının değerini korumak olan bankanın bu ödevleri yerine getirirken de, Hükümet ve diğer devlet kurumları ile eşgüdüm içinde çalışması gerekmekte olduğundan, çok kolay izah edilebilmekten uzak kalmaktadır.

Bunların yanında tali olarak değerlendirilebilecek olan; Çalışanların; ki yaklaşık 20.000 civarında olduğu bilinmektedir, mevcut kurulu düzenlerini bir anda bozacak olmaları toplumsal sorunlara yol açacağı gibi ve bilindiği üzere büyük çoğunluğunun İstanbul’a taşınmak istememesi nedeni ile de ciddi anlamda banka ısından uzman eleman sorununa yol açacağı kesindir. Hiç bir şekilde ekonomik ve sosyal gerekçelerle ıklanamayacak bu inadın dayatması taşınma isteği; aileleri ile birlikte yaklaşık 80.000 kişinin bir anda yerinden ve yurdundan oynatılması anlamına geldiği gibi, Megakent İstanbul’a da yaratacağı sorunlar ve olumsuzluklar da hiç te küçümsenecek gibi değildir.

T.C.Merkez Bankasının İstanbul’a taşınması; T.C. Merkez Bankasının başkanlığını yürüten Rüştü Saraçoğlu ve halefleri tarafından gündeme getirilmesine hatta konu ile ilgili bir hayli de detay çalışma, plan da yapılmasına ve bilindiği kadarı ile de, dönemin Hükümet ve Belediye yetkilileri ile varılan sözlü mutabakatlara dayalı olarakta yukarıda bahsedildiği biçimi ile de plan düzenlemeleri yapılmasına rağmen, acaba neden Leventte satın alınan arsaya gerekli inşaatların yapılmasına; Belediyenin de onayını alma aşamasında bizzat Recep Tayyip Erdoğan karşı çıkmıştır, diye sorulacak olursa; başta Levent olmak üzere bu taşınmanın İstanbul’a yaratacağı olumsuz etkilerden ötürü bir belediye başkanı olması nedeni ıklanmıştır o dönemde.

Geçmişte Recep Tayyip Erdoğan’ın Belediye başkanlığı döneminde T.C. Merkez Bankasının bu boyutu ile taşınmasına karşı çıkması ve bugün de T.C. Merkez Bankasının taşınmasını “Bu konuda kararımızı verdik, hatta yerleri de belirlenmiştir. Kanunsa kanun çıkartırız” biçimi ile savunması, o günlerde İstanbul’a göç edenlerden ve taşınanlardan vize istenmesine kadar geliştirdiği radikal tavrının tekzibi anlamına gelen bu uygulamanın izahı nedir acaba? O gün radikal biçimde insanların iş vebulmak adına Megakente gelmesine karşı çıkan Recep Tayyip Erdoğan; kendi deyimi ile de değişmedi ise, acaba kendi özgür iradesi dışında bir takım dayatmalar ile mi karşı karşıya yoksa bizzatihi kendisi başta olmak üzere bir tarafta Osmanlıcı özlemli diğer tarafta ise de Malezyadan İran’a kadar bir sürü ülkeyi kendisine model seçmiş ve Türkiye Cumhuriyetine savaş açmış bazı tarikat ve cemaetlerin Ankara’nın başkent olmasını hala içine sindirememiş olmuş olması ve son tahlilde İstanbul’u başkent ilan etme hesaplarının bir parçasımı dır bu eylem?

İşte bazı şeyler böylesa süreli düşünülür ise; birgün insanın ayağına dolanır o şeyler. Etme bulma dünyası işte.

Salı, Mayıs 27, 2008

ÖZEL GÜVENLİKTE TEHLİKELİ GELİŞMELER ve TIRMANIŞLAR

Türkiye 20. yüzyılın son 10 yılında özel güvenlik kavramı ile tanıştı ve yurttaşlarımızın o güne kadar sadece Hollywood filmlerinde seyretmiş oldukları özel güvenlikçilerin güncel yaşamlarına girmelerine ise son 3 yılda tanık olmuşlardır.

Önceleri yurttaşlarımız; özelleştirmelerin dünyada insanların özgürleşmesinin en önemli araçlarından olduğu ve bu uğurda yapılacak her çalışmanıp kutsanmasının gereği gibi tamamen yalan olan bilgi bombardumanı altında gerçeklerden uzaklaştırılıp, rüya aleminin büyüsüne kapılmışlardır. Konunun özel güvenlik ile ilgili boyutu ise; öncelikle MOBESE ve Telefon izleme-dinleme gibi sistemlerin batı uygarlığının ve çağdaşlığının bir unsuruymuşçasına, ama asla neden toplumun bu güvensiz koşullarda yaşamasını engellemediklerini yada engelleyemediklerini ve neden toplumun bu detayda izlenmesinin gereğinin tartışılmasına izin vermeksizin, temelde de devletin militarist yapısının her geçen gün artan gereksinimlerine uygun olarak toplumun zaptu rapt edilme oldu bittisi ile karşı karşıya kalmış bulunmaktayız. Önceleri bu tür yapılanmalara çağdaş yaşamın gereği imiş gibi alıştık ve bu yeni ortam uzun erimde de; yurttaşlarımızın daralan yaşam alanları, sosyal yıkım saldırıları, artan işsizlik ve açlık karşısında pozisyon alabilecekleri de gözetilerek teşkilatlandırılan ve elit kesimlere daha güvenlikli yaşam ve çalışma ortamları hazırlama adına özel güvenlik şirketlerine geçiş için uygun ortam yaratmış oldu ve giderek daha organize Özel güvenlik şirketleri büyük alış-veriş merkezleri, bankalar, metrolar, büyük sanayi siteleri ve fabrikalar, toplu konut siteleri, liseler-üniversiteler derken de neredeyse hayatımızın her alan ve bölümünde karşımıza çıkmakta ve yaşamımızın doğal bir parçası gibi kanıksanır olmuştur. Ve belki de; bazılarının deyimi ile kontrolsuz ordu da denilen bu özel güvenlik şirketleri, kaba öncülleri durumunda olan lejyonerler, paralı asker uygulamalarından uzun yıllar içerisinde çıkartılan sonuçlara uygun olarak ve çağımızda da dünya patronlarına karşı çıkılabilecek noktalarda da alınması gereken önlemler çerçevesinde yada yarın öbür gün yaşanabilecek muhtemel iç savaşlarda tıpkı Irak ve Afganistan da ki benzerleri gibi pozisyon almalarının aracı olarakta sahne alacaklardır.

Esasen Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan bir raporda da; “çatışma bölgelerinde faaliyet gösteren özel güvenlik şirketlerinin, uluslararası hukuku dikkate almadan faaliyet gösteren, “modern zamanların paralı askerlerine” dönüşmekte olduğu uyarılarında bulunulmakta ve Hükümetlerin, aslında silahlı kolluk kuvvetlerinin yapması gereken işleri, özel şirketlere ihale ettiklerine dikkat çekilen raporda, bu özel şirketlerin herhangi bir yargı denetimi ya da hesap verme mekanizması olmaksızın faaliyet gösterdikleri vurgulanmaktadır.

Özel güvenlik açısından ülkemizdeki durum ise bütün arabeskliği ve çekiciliği ile yaşanmakta olup; kısa geçmişi ise de kamuoyu tarafında kaygı ile izlenmektedir. Bu konunun önemli bir tarafını da ki bu yazımızın asıl önemli tarafını oluşturacak kısmı olan, 5188 sayılı özel güvanlik yasası ile düzenlenen 5. madde ye istinaden ilgili alanda yabancıların göstereceği faaliyetleri kapsamakta olup “Yabancı kişilerin özel güvenlik şirketi kurabilmesi ve yabancı şirketlerin Türkiye'de özel güvenlik hizmeti verebilmesi mütekabiliyet esasına tâbidir” denilmektedir. Bir devletin, başka bir devletin yurttaşlarına uyguladığı hukuki ya da fiili bir davranış şekline karşılık, diğer devletin de aynı şekilde davranması demek olan mütekabiliyet konumuz çerçevesinde bir TC Yurttaşının muhatap ülkelerde benzer faaliyetleri göstereceği anlamında anlaşılmaktadır. Ne varki bırakın çalışmanın uygun ortamını, turistik seyahatlaerin bile ne büyük zorluklarla alınabildiği herkesin malum olduğu vize uygulamasına (işkencesine) tabi iken; yabancı özel güvenlik şirketleri için ülkemizin büyük bir potansiyel oluşturduğu anlamak için çok fazla da zeki olmanın gerekmediği açıktır; yeter ki normal düzeyde gören gözünüz, normal düzeyde işleyen bayniniz olsun... Sanki; nerede ise ekonomik faaliyetlerin tamamına hakim olan global sermaye artık yaptığımız yatırım ve faaliyetlerimizin güvenliğinide kendimizin sağlaması en uygun yoldur mütalaası ile; Ülkemizi yönettiğini iddia edenlerden yerel ve ulusal güçlerin ilgili alanı boşaltmalrını istemiş ve sanki başarmışlar gibi de bir tablonun ortaya çıkmasına neden olmuşlardır.

Zaten konu TBMM koridorlarına taşınmış ve bazı ciddi feryatlarının oluşmasına başlanmıştır ve bazı milletvekilleri artık bu konunun önü alınamaz egemenlik sorunlarına yol açacağını haykırmaya başlamışlardır. Ülkemizde kurulmuş ve stratejik öneme haiz kurumların güvenliğini sağlamakta olan özel güvenlik şirketlerine satın alma yolu ile sahip olan yabancı şirketler ki; bunların çok büyük bir çoğunluğunun global sermayenin finanse ettiği ABD ve İsrail kökenli oldukları konu ile ilgili herkes tarafından bilinmektedir, yine mezkur yasaya istinaden düzenlenen ilgili yönetmeliğin “alarm merkezleri” başlığı altında düzenlenen maddesine göre “Alarm Merkezi Kurma ve İzleme merkezleri” kurulmasına olanak tanımasına istinaden fiili istihbarat toplamaya hak kazanmış sayılmaktadırlar. “Alarm merkezleri, alarm sistemleri aracılığıyla sürekli olarak yapılan izleme sırasında gelen ihbarları değerlendirir ve teknik bakımdan doğrulanan ihbarları sorumluluk bölgesindeki genel kolluğa en kısa zamanda bildirir” amir hükmü çerçevesinde izleme yada bilgi toplama sırasında edindiği bilgileri işledikten sonra ilave olarak ekonomiye çevirse ve genel kolluğa bildirmese kimin nasıl haberi olacaktır acaba.
İzleme ve dinleme konusunda inanılmaz teknolojik atılımlar katedilen bu süreçte ve de özellikle ekonomik operasyonların yapılmasında global sermayenin geleceği etkin durum yeterince açık iken konu ile ilgili yetkililerin sesinin çıkmaması da konuyu bir hayli tetikleyip; yerli özel güvenlik şirketlerinin de mezkur satınalmacılar nezdinde girişimlerini arttırmalarına yol açmaktadır.

Günümüz itibari ile sayıları 950 ile 1.000 arasında olduğu bilinen bu özel güvenlik şirketleri/orduları personel sayısı itibari ile de 350.000 personele ulaşmış bulunmakta ve Silahli Kuvvetler ve Emniyet güçlerinden sonra 3. büyük güç olmuştur.

Güvenlik hizmetleri yerli yada yabancı özel şirketlere bırakılamayacak kadar mahrem olup aynı zamanda da hassas, stratejik ve kritik bir konu olması nedeni ile behemahal ilgili tüm yasaların iptal edilmesi ve bu son tahlilde birer küçük ordu niteliğindeki bu güçlerin behemahal tasfiye edilmesi ülkemiz adına kaçınılmaz ve hayırlı bir girişim olacaktır. Konuya ilişkin olarak da gerek Hamidiye alaylarından ve gerekse de koruculuk sisteminin toplumsal yapımıza ve barışımıza verdiği zarar açısından da önümüzde bu kadar canlı örnek oluşturmuşken hala parmağım kör gözüne misali inad etmemizin sadece ve sadece ecelimize yaptığımız hızlı koşudan başka birşey değildir.

Çarşamba, Nisan 09, 2008

BİR KURULUŞ BİR ÜNİVERSİTE BİR BÖLGE ve BİRÇOK ADAM-1

JINSA – EXETER – ORTADOĞU ve TÜRK POLİTİKACILARI
JINSA ( Jewesh Institute for National Security Affairs – Yahudi Ulusal Güvenlik İşleri Enstitüsü); kol kola iç içe geçmiş CIA ve MOSSAD yapılanması ve aynı zamanda lobi kuruluşu, Rand Corparation, BESA Center strateji kuruluşlarının katkısı ile etkisi artan biçimde devam etmektedir. JINSA Çevik Bir’e liderlik madalyası, İsmail Hakkı Karadayı’ya liderlik madalyası, Mesut Yılmaz’a liderlik madalyası, Tayyip Erdoğan’a cesaret madalyası verdi. (Aslında JINSA nın lobi ortağı AJC tarafından verildi) ve ayrıca Mehmet Emin Karamehmet’e seçkin lider madalyası verdi.
EXETER Üniversitesi; öğrencilerinin önemli bir çoğunluğu ortadoğu ve müslüman ülkelerden gelen ve ülkenin yönetiminde yer alması açısından gelecek vadeden akademisyenler ve politikacılardan oluşan ve İngilizci yetiştiren bir eğitim kurumudur. Bu üniversiteden mezun olanların büyük bir çoğunluğu İslam Kalkınma Bankasında çalışarak İngiltere’nin emperyal politika uygulamaları adına İslamcı görünüşleri altında ziyadesi ile görev yapmaktadırlar. Ayrıca Exeter Üniversitesi bünyesinde “Kürt Araştırmaları Enstitüsü” olan tek yüksek öğretim kurumu olup bünyesinde Arap ve İslami Araştırmalar Enstitüsü de bulunmaktadır. İngiliz istihbarat örgütlerinin; müslüman ülkelere ve de özellikle de ortadoğudaki görevlere gönderilecek ajanlarının önemli bir bölümünü bu Üniversiteden seçtiği hatta herbirini kendi ülkelerinde tespit ederek bu Üniversitede eğitim görmesini sağlamakta olduğu herkesin malumudur. Diğer taraftan Müslümanlar ile Kürtler üzerine uzmanlaşması kararlaştırılan ve uzun vadede İngiliz ajanı gibi çalışması planlanmış olanlarda bu üniversitenin hocaları tarafından eğitilirek yüksek lisans ve doktora diplomaları ile taltif edilirler ki, kendi ülkelerinde çok kolayca bir takım üst görevlere getirilsinler ve planlanan fayda temin edilmiş olsun. Bu kapsamdan sayılmak üzere “İslam Kalkınma Bankası” üst düzey çalışanlarının hemen hemen tamamı bu üniversitede; gerek lisans, gereksede lisans üstü, rahle i tedris eylemişlerdir. Bu konuda Ülkemiz incelendiğinde ilaveten; Abdülkadir Aksu’nun İçişleri bakanlığı dönemlerinde hatırı sayılır ölçüde emniyet müdürü, kaymakam ve adaylarının bu üniversitede lisans üstü eğitim aldığı görülecektir. Bahse konu zevat ile ilgili olarak bu yazı dizisi kapsamında; ilişkileri, etkinliklikleri ve etkileri ile birlikte yer almaları sağlanacaktır. Ama asıl kimler yer alacaktır diye baktığımızda ilk elde sayılabileceklerden; Abdullah Cumhur Gül, Mehmet Şimşek, Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğu, Gazeteci Fehmi Koru, Kayseri Büyükşehir Belediyesi eski başkanı Şükrü Karatepe gibi necip Türk milleti büyükleri bulunmaktadır.
JINSA ve EXETER Üniversitesi arasındaki bağ direk olmamakla birlikte, Gerek ABD ve İngiltere, gerek özellikle ABD de konuşlanmış lobi kuruluşları ve yine A.B.D. de konuşlanmış Milletlerarası Endüstri İlişkileri Cemiyeti ile Milletlerarası Müslüman Sosyal Bilimadamları Cemiyeti gibi teşkilatlar, gerek Milletlerarası İslam İktisatçıları Cemiyeti gibi uluslararası Müslüman teşkilatları üzerinden, gerek Türkiye Milli Kültür Vakfı, İlim Yayma Vakfı, Aydınlar Ocağı, İslami İlimler Araştırma Vakfı gibi yerel teşkilatlar üzerinden tam anlamı ile bir biat kültürü çerçevesinde bağlar kurulmakta ve beklentiler ve planlar çerçevesindeki işlemler gerçekleştirilmekte olup gayeye yönelik asıl gayretinde dinler arası diyalog için çaba sarfeden kuruluş ve kişilerindir. Bu konu ile ilgili basında çok miktarda açıklama, yazı veya yazı dizisi bulunması nedeni ile mezkur konu bu yazının konusunu kapsamamaktadır. Şu kadarını söyleyeyim ki çok merak edenler yukarıda adı zikredilen zevatın ve yönetimlerinde bulundukları teşkilatların üzerinden nasıl ilişkiler oluşturduklarını izlerlerse durumun ne kadar açık olduğunu hemen farkedeceklerdir.
Bu yazı dizisinin ilk konuğu da T.C. 60. Hükümette Devlet Bakanı olan Mehmet Şimşek olacaktır.
Mehmet Şimşek, 1 Ocak 1967'de Batman İli Gercüş İlçesi Arıca Köyünde doğmuş. İlk ve Orta öğretimini yörede tamamladıktan sonra, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat Bölümünden mezun olmuş aynı fakültede yaklaşık bir yıl araştırma görevlisi olarak çalıştıktan sonra burslu olarak Yüksek lisansını finans ve ekonomi dalında İngiltere'de Exeter Üniversitesinde tamamlamış ve Türkiye’ye dönmüştür. ABD Büyükelçiliği’nde kıdemli Ekonomist olarak Ekonomi üzerine analizler yaparak çalışmaya başladı. 1. Körfez Savaşı sırasında Türkiye’ye sığınan peşmergelerle, orada insani yardım adı altında görevli ABD askerleri arasında ABD Büyükelçiliği görevlisi olarak ve asıl önemlisi o yıllarda basından hatırlanacağı üzere gazetelere çarşaf çarşaf verilen “Kürtçe- İngilizce” bilen eleman aranıyor ilanlarından işe aldığı yüzlerce yardımcısı ile birlikte tercümanlık yapmış ve bu işleri kotararırkende bölgeyi her anlamda tanımış ve yörede kalıcı ilişkiler oluşturma fırsatı bulmuştur.. Bu tanıma konusunda geliştirdiği özellikleri sayesinde yine basında kısa süreli de olsa çokça fırtınalar kopartan ve yörede Saddam saldırısı karşısında sıkışan ve sayıları yaklaşık 3.500 ile 5.000 civarında olduğu söylenen CIA ve ABD ajanı niteliğindeki yerel insanın çok kısa bir süre içerisinde ve ağırlıklı olarakta helikopterler kullanılarak tahliye edilmesinde üstün gayretler göstermiştir ki bu tahliye edilenler ABD tarafından eğitilerek bilahare daha donanımlı olarak bölgeye 2. körfez savaşı sırasında gönderilmişlerdir, kendileri için bu önemde görev üstlenmiş kişileri asla unutmayan ve terketmeyen kadirşinas ABD yönetiminin sayesinde ABD ye yerleşmiş ve kısa süreli de olsa kariyerinin yıldızları arttıracak mevcut olanlarını ise parlatacak olan Newyork’taki UBS Bank ta hisse senedi analiz departmanında görev almıştır.
Bilahare İstanbul’a dönerek Deutsche - Bender Menkul Değerler’de iki yıl çalıştıktan sonra, Dünyanın önde gelen yatırım bankalarından birisi olan Merrill Lynch'te çalışmaya başlamış ve 2000 yılı yazında başlayan Merrill Lynch döneminin ilk günlerinde Mehmet Şimşek'in sorumluluk alanında Türkiye, Yunanistan, Mısır ve İsrail’i içeren Akdeniz bölgesi, 2001'in ortasından itibaren de sorumluluk alanına Rusya, Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti de eklenerek 2005 yılı sonunda Merrill Lynch'in Avrupa, Ortadoğu ve Afrika Bölgesi Ekonomik ve Stratejik Araştırmalar Bölüm Başkanlığına getirilmiştir. Bir aralarda da adı Merkez Bankası Başkanlığı içinde geçmiş olmasına rağmen eski Cumhurbaşkanını aşamamışlar ve öyle olmazsa böyle olur desturu ile de 22 Temmuz 2007 seçimlerinde AKP den milletvekili olmuş ve derhal parlak kariyerine uygun olarakta Devlet Bakanlığı görevini üstlenmiştir. Merrill Lynch bu eski çalışanını unutmadığı içinde daha önceden raporlar hazırladığı Sabah-ATV grubunun satışı konusunda kendisinden hizmet ve servis almış ve Abdullah Gül ile görüşerek kendisine verilen hedef doğrultusunda aracılık etmesini istemiştir.
Kendisini “kültürel anlamda muhafazakar-demokrat, ekonomik anlamda ise radikal-liberal ve politik anlamda da kendini merkezde” tanımlayan, aslında ne olduğu için de bu tür parlak ve cafcaflı laflar gerekmeyen ve tamda kariyerinden gelen misyonunun yansıttığı biçimi ile görev üstlenen bu bakanımızın hayatından da görüleceği üzere; İslami kesim – Exeter Üniversitesi – İngiltere – ABD ve ABD konuşlu JINSA destekli lobi kuruluşları vasıtası ile, Ortadoğu ve İslam dünyası üzerinde mezkur adreslerdeki mahfillerde senaryosu yazılan oyunlar mezkur zevat üzerinden sahne almaya devam etmektedir.

Çarşamba, Nisan 02, 2008

Sn. Aydın KORKMAZ

Gazetenizin "Özelden Genele" adlı köşenizde "Eylülistler, Eylülzedeler ve de Eylülzadeler" başlıklı yazınızı, gazetenizi takip etme olanağım olmadığından bir dost aracılığı ile; adımın yazıda konu edilmesi nedeni ile öğrenmiş bulunmaktayım. Adımın tarihe not düşmek adına, eylülzedeler bölümünde bulunması nedeni ile tarafınıza teşekkür eder ve zade olmaktansa zede olmanın şerefini de ayrıca halen yaşamakta olduğumu da iftiharla belirtmek isterim.

Ancak; özellikle belirtmeliyim ki; zedeler bölümüne dönemin eylülist yada özentilerini muhtemelen de sehven mağdur gibi alınmış olması, o grupta yer alması gereken insanlara ayrılacak satır ve sutunları azalttığı gibi ayrıca da zor duruma sokabileceğini düşünmekteyim. Çünkü; bugün artık ipliği "susurluklarda" pazara iyice çıkmış ilişkilerin ürünü yada destekçisi olan bu kişilerin bir kısmı; o dönem mücadelelerinin tarihe hemde haksız olarak basit birer "sağ-sol kavgası" olarak geçmesi için çalışmış oldukları halde, yurdunu sevmekten başka hiç bir hedefi olmayan insanları komünist olarak göstererek hedef yaptıkları halde, insanların en temel haklardan mağdur edilmelerinde rol almış oldukları halde, belediye hizmetlerinden tutun her türlü kamu kurumundan sunulan ve her vatandaşın salt vatandaş olmalarından ötürü üstelikte bu hakkı elde etmek için vergi vermelerine rağmen, hak sahibi olduğu hizmetleri almarını engelledikleri halde, yazınızı bağladığınız yeni anayasa düzenlemelerindeki beklentilerinizin karşılanması dileğinde olduğu haslete ters düşecek şekilde 12 eylül anayasasının kabulu için gösterdikleri amansız çaba da çok açık olduğu halde, tarafınızca "zedeler" bölümünde değerlendirilmiş olması olsa olsa sırf şekil mağduru olmalarından ötürüdür umarım ve onlar asla zedeler bölümünde anılmayı hak etmemişlerdir.

Bu vesile ile yayın hayatınızda başarılar dilerim.
Saygılarımla;

Cumartesi, Mart 29, 2008

MALUMUN İLANI BİR PORTRE: SİNAN ÇETİN

“MUTLU OL BU BİR EMİRDİR” 02.kasım.1934 tarihinde Anadolu’da bir köy de geçtiğini kurguladığı ve Nebil Özgentürk'ün hazırladığı, 85 yıllık cumhuriyetin dönüm noktalarının insan öyküleriyle aktarıldığı "Türkiye'nin Hatıra Defteri" belgesel için çektiği kısa film, Batılılaştırma dayatmasını ve ardından gelen alaturka müzik dinleme yasağı konu alan bir yalan, uydurma ve hatta iftira itirafnamesi.

Sinan Çetin'in,
Film, bir köy evinde söylenen 'gesi bağları' türküsü ile başlıyor. Ailenin eğlencesi "susun lan" şeklinde soğuk bir emirle kesilir. Bir anda yüzlerine doğrultulmuş tüfeklerin namlularıyla burun buruna gelen aile fertleri neye uğradıklarını şaşırırlar. Eve gelen askerler aile fertlerine bundan böyle türkü çalıp söylemekten vazgeçmelerini, Batılı bestecilerin eserlerini seslendirmeleri gerektiğini anlatmaya çalışırlar. Ne var ki eve girip "Batılı olacaksınız" diye dayatan askerler de Batı müziğinden hayli uzaktır.

İşadamlığına sanat türbanını geçirmiş adam; Sinan Çetin, moda dünyasında muhafazakar eşcinsel olduğunu açıklayan ancak en fazla koruması gerekeni koruyamayan Cemil İpekçi’ye özenerek; sinema tarafında da sinemanın Cemil İpekçi’si olmaya niyetlidir anlayabildiğim kadarı ile.

SATIRBAŞLARI İLE SİNAN ÇETİN
1975 yılında Zeki Ökten ve sonraları Şerif Gören ve Atıf Yılmaz yanında rahleyi tedris ederken başka (yeraltı maden-iş ten de maalesef sıkı nemalanmıştır), yükselen değer yobazlık olunca başka sesler çıkaran abuk subuk biri;
En önce bir hiçken, devyolu, sonraları baktı olmuyor ortayolu, en sonudada hakyolu tutan gizli şeriatçı; (ne yapalım zaman zaman bu tür yaratıklara aramızda görev düşüyor);
Antalya film festivallerinde kendi filmi ödül alınca, destek; kendi sevmediği yada kendi desteklemediği filmlere ödül verilence ortalığı yıkan bir tatminsiz;
Gerektiğinde herşeyi yapabilecek hatta bir zamanlarda erkekçe dergisi için çektiği çıplak kadın poposu fotoğraflarının birer sanat şahaseri olabileceğini söyleyebilen bir deli bozması;
"düzen budur kardeşim bükemediğin bileği öpeceksin hatta daha güçlü bir bilek olacaksın kardeşim"i hayata geçiren insan. kapitalizmi eleştirip sonra nimetlerinden faydalanmak isteyen kişi olmayı tercih eden müstevliperver kemirgen;
"madem burada yaşamak ve çalışmak zorundayım" kararını verdikten sonra sürünün gideceği yolu değiştirmeye uğraşmak gibi zor bir işe soyunacağına; sürü ile birlikte gitmek hatta mümkünse en önüne geçebilme taktiğini çok iyi uygulamış ve hatta duruma bir de pragmatist yaftası asarak çok ta afili bir hale getirmiş bir dönek;
İki adet ifade özgürlüğü projesi için AB’den kendisine 450 bin Euro tahsis edilen kayıtsız şartsız AB teslimiyetçisi ve Atatürk düşmanı gerici-yobaz olan Atilla Yayla’nın çok değerli dostu;
“AKP’nin tanıtım ve medyadan sorumlu genel başkan yardımcısı Prof. Dr. Edibe Sözen ile önümüzdeki günlerde bir toplantı yapacağız. öncelikle fikir alışverişinde bulunacağız." deyip sonra da işi garantiye almak içinde, “AKP’nin yaptığı icraatları beğeniyorum. ülkemize huzur ve istikrar getirdi. ben geçtiğimiz seçimlerde istikrar için AKP’yi destekledim ve oyumu bu partiye verdim. bu seçimlerde de AKP’ye oy vereceğim. bence AKP devrimci bir parti. AKP’nin ekonomiye ve özgürlüğe bakışıyla devrimci bir parti olduğunu düşünüyorum" gibi sözler eden bir menfaatperver;
Bahçeşehir ve Bilgi üniversitelerinde kendine benzer goygoyları ile birlikte ve maalesef sinema üzerine dersler veren ama ne sevindiricidir ki kendisine hak veren bir öğrencisi bile olamayan, kariyeri kim tarafından şişirildiği çok iyi bilinen tam bir balon şovmen;
“Film Gibi” adı ile TV proğramı yapımcısı olarak ülkenin kültürel kalite anlamında irtifa kaybetmesine katkı sunan bir zoktirik lümpen;
10 ar çift siyah tshirt ve pantolonu bulunan ama ısrarla hergün ayrı ve temiz birisini giydiğini belirtmek zorunda olan bir megaloman ve aşağılık kompleksi bulunan aşağılarda birisi;
Sinema eleştirmenleri tarafından hiçte başarılı bulunmayan (özellikle de hazırkart reklamlarında ayyuka çıkan fahiş yönetmen hatası yüzünden), ama son dönemlerde sığındığı limandan aldığı destek ile Allahın Yürü ya kulum dediği zat;
Kariyerinde hiçte önemsenmeyecek bir dönüm noktası olarak, mobilya reklamı (istikbal mobilya-şeriat holding) çeken ve doğru yerde doğru zamanda bulunulması gerektiğinin ispatı andavül bir insan;
Aslında yakın çevresinin de sık sık söylediği üzere bütün ettiği lafları, karısı Rebekka Haas’tan öğrenip tekrarlayan bir papağan ve doğru eş seçmenin ne kadar önemli olduğunu ispat eden reklam filmleri ağası;
Kirli sakallı entellektüel görüntü altında iş yapmak-para kazanmak dürtüsünün yarattığı hezeyanların tutsağı, işsizlere düşman, sosyal devlete düşman ve de her fırsatta alaya alan bir kin ve nefrete sahip, özgürlük diye düşündüğü şeylerin sadece kendi veya kendisi gibilerin rahatlığından öte olmayan bir makyevelist;
Yüksek entellektüel bilgisi sayesinde kendisine yer bulduğu TV8 deki “yaşamdan dakikalar” adlı geyik proğramında; Nazım Hikmet yanında İsmet Özel ve Teoman'ı sevdiği şairler arasına katarak her konuda ne kadar bilgili olduğunu (!!!) yada Nazım Hikmet’in kendince ne kadar önemsiz olduğunu tebarüz ettiren ve maalesef diğer geyikseverlerden de (Nebil Özgentürk ve Hıncal Uluç gibi) tepki almayan zır ve hınzır cahil;
Ağabeyi Sabahattin Çetin'in tanımlaması ile: "medya maymunu, ruhunu satan, tanrısı para olan, küfürbaz ve aynı soyadını taşımaktan rahatsız olunan" şeytan;
20 Şubat 2008 Habertürk’te Yavuz Semerci’nin sunduğu “Bilgi Odası’” programının konuğu olan Sinan Çetin, daha önce oy verdiğini ve desteklediğini ifade ettiği AKP’nin özgürlükler konusunda sadece kendi tabanını memnun etme tavrından rahatsız olduğunu ve “AKP’nin yanında durmaktan vazgeçeceğim veya vazgeçmek üzereyim” gibi laflar ederek kafasının ne kadar karışık ve cüzdanının ne kadar dolu olduğunu ima edip, necip Türk milletinin direksiyon hakimiyeti en güçlü fertlerinden biri olduğunu ispatlayan goygoycu;
Biridir SİNAN ÇETİN.

Bu abuk subuk herifle ilgili daha fazla uzatmadan kendisini en iyi ve en uzun süre tanıyan birinin görüşleri ile konunun bu boyutunu nihayetlendirelim.
KAFASI ASLINDA HEP KARIŞIKTI
Eski SHP Yöneticilerinden olan, Belge Film'in sahibi Sabahattin Çetin; yıllardır görüşmediği kardeşiyle ilgili olarak kendisine sorulan bir soruya; "Bu vereceğim cevap; aynı zamanda başkaları için de bir anlama geleceği için de söylüyorum. Ben bu konuda o arkadaş ile bir tartışma zemininde yanyana görünmek istemiyorum. Bu bir ağabey, bir kardeş olmaktan öte; bu konuda içim çok acıyor ve cevap vermekten sıkıntı duyuyorum. Bir insanın dünya görüşü yoksa, dünyaya temelli bir bakış açısıyla bakmıyorsa, sağdan sola, soldan sağa yalpalanır, yanlıştan yanlışa gider. Bu zaten bilimsel birşey, herkesin de bildiği birşey. Onun zaten bu konuda kafası hep karışıktı. Yine de karışık, yarın bugün başka bir yanlışın peşine düşebilir. "

YASAKLAR YASAKLANSIN DİYEN SİNAN ÇETİN

6 Nisan, 2006 Marmaris'in Armutalan Beldesi Belediye Meclisi, turistik tesislere yakın inşaatlarda çalışan işçilere türkü yasağı getirdi. Alınan karara göre, çalışır durumdaki turistik konaklama tesislerine 200 metreden yakın olan inşaatlar için, inşaat yasakları 15 Nisan-31 Ekim, diğer bölgelerde ise 30 Nisan-31 Ekim tarihleri arasında uygulanacak. Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, İnşaat İşçilerine Türkü Yasağı Kararına Destek verirken, işçilerin türkü söylemesinin yasaklanmasını olumlu bulduğunu söylerken;
SİNAN ÇETİN nerededir; AKP nin kanatları altında olduğu için bunları görememektedir şüphesiz. Oysa ki reklam filmleri ağalığına uygun düşecek çok daha makul ve sorumlu bir film de çıkabilirdi bu yasaktan...
Ayrıca kanatları altına sığındığı AKP nin ince ve kalın her türlü taktik ve planlarla hedeflediği şeriat ile yönetilen ülke olma yolundaki çalışmalarında örnek alınan ülkelerde; bırakın yerel halk müziklerini bırakın batı müziklerini, dini ilahiler dışındaki CD ve kaset kayıtlarının yapılamadığını konu alan alan bir film hazırlayabilirmiydi acaba? Acaba; acımasızca ve alçakça eleştirdiği o dönemde bile kadın-erkek ve çoluk-çocuk aynı yerde eğlenmekte iken, şeriat ilanını takiben böyle bir şeyin olamayacağını düşünememesinden mi?
Evet Sinan Efendi; bu ülkede bazı türküler ve türkücüler zaman zaman yasaklandı ve hatta hala yasak olanlar var, ancak bunlar hiç te öyle belirtiğin ve uydurduğun gibisinden olmadı, tam tersine ayakları üstünde durabilmeyi öğrendiğin ama elinin cebini doldurduğu ilk fırsatta da küfrettiğin devrimci tarafın türkücülerine; yine şu anda kutsadığın ve hayranlığını beyan ettiğin taraflarca uygulanmıştır.
Büyük ruhsal çöküntü ve savrulmalarının yarattığı hezeyanlarının; mevcut iktidar sahiplerinin parası mukabili tahrik edilerek dışa vurumu şeklinde kurguladığı bu film tamamen uyduruk, düzmece ve küfrün ta kendisidir. Sanat müziğine verdiği önemi; akşam sofralarında konu müzik olunca mutlaka ve mutlaka birkaç ses sanatçısının bulunması ve diğer taraftan her fırsatta ve uygun ortamda sevdiği türküleri bizzat seslandiren ve hatta halk oyunu olarakta zeybek oynayan bir kişi; ATATÜRK kalkacak bunları yasaklayacak, olacak şey değil ama, yaşanan bu kin ve nefret kusma trendinin bir vagonu da neden SİNAN ÇETİN tarafından işgal edilmesin.
Yasakların yasaklanmasını istiyorsan eğer; SANAT ADINA ve de yüreğin de yetiyorsa eğer;
Başbakanını karikatürünü çizmenin, velhasıl komple mizahın yasak edilmeye çalışılmasını eleştirde görelim yiğitliğini. Kolay tabii; uluslararası destek ve teşvikçilerinin istemesi ile ve daha da acısı artık kendisi koruyacak söz sahibi kimsenin kalmaması nedeni ile de genç cumhuriyete saldırmak ...

Aydın demek namus demektir;
Aydın demek dünya nimetleri için fikir üretmeye karşı olmaktır;
Aydın demek biat etmemektir;

SON SÖZ
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.

Çarşamba, Mart 19, 2008

EŞEKLİĞİN TARİHİ ÜZERİNE GÜZELLEMELER


Geçenlerde fikirlerine, öngörülerine, aykırılıklarına ve en önemlisi her konu üzerinde mizahi yaklaşımı yaratabilen parlak zekasına önem verdiğim bir arkadaşımla bu ülkenin standart vatandaşlarının her yerde ve koşulda ama derhal elense çekmeden daldıkları “ne olacak bu memleketin hali” meselesine biz biraz da elense ve peşrev çekerek girdik.
Girdik girmesine de; kısa bir süre sonra da, neden ve nereden aklımıza geldiğini şimdi de çok net hatırlamadığım, bir şekilde “acaba eşeklik kalıtım yolu ile mi geçer” ve “toplumsal gelişememelerde eşekliğin etkisi ne kadardır” gibi biraz da Cem Yılmaz türü önermeler üreterek tam bir geyikleme ile rahatladığımız bir ortam içerisinde; daha önceden nerede okuduğumu şimdi hatırlamadığım ama konuyu çok düşündürücü ve ciddi bir noktaya getirecek şekilde, Osman BÖLÜKBAŞI ile ilgili bir anı aklıma geliverdi ve böylece bende “tahsil cehaleti alır eşeklik baki kalır” lafını ilk kez nereden okuduğumu yeniden hatırladım.
Çünkü; “Eşeklik baki kalır” sözünü ilk defa TBMM çatısı altında, bu lafını pek esirgemeyen ve genellikle de konuşmalarını bu kabil ve halkımız tarafından günlük yaşamda çok sık biçimde kullanılan, derin anlamlar taşıyan sözlerle süslemesini bilen bu laf ebesi politikacı, “senatör seçilebilmek için üniversite diploması almış olmak şartına” istinaden adı “okumuşlar meclisi”ne çıkan Senatörlerin davranışlarına kızdığı bir gün kendisine sorulan soruyu da bahane ederek; “tahsil cehaleti alır ama eşeklik baki kalır” demiştir.
Arkadaşımla bu minvalde konuşurken; bu ve buna benzer sözler nelerdir diye kısa bir araştırmadan sonra bakın neler buldum;
kimin tarafından bu şekilde söylendiğini bulamadım ama sözün aslı bu şekilde imiş,
''mey biter saki kalır
her renk solar haki kalır
diploma insanın cehlini alsa da
mayasında varsa eşşeklik baki kalır''

Diğer taraftan; tahsilin tek başına bir anlam ifade edemeyeceğini müthiş güzel bir şekilde ifade eden Yunus Emre ise;
“girdim ilim meclisine
eyledim ilmi talep
ilm ta gerilerde kaldı
ille edep ille edep”

konuya bir beyitle de Ziya Pasa da katılarak konuyu zirveye taşımıştır.
“bed asla necabet mi verir hiç üniforma
zer - duz palan vursan eşek yine eşektir”

Aidiyetin ve heyecanın, aklın ve mantığın, bu kadar aptalca önüne geçtiği bu günlerde; konunun büyük ustalarının muhteşem sunuşları ile işaret ettikleri durumun kanıtlarının bu ölçüde artmış olması beni ve arkadaşımı yeniden “vay be bu tespitler bu kadar uzun yıllar önce sarf edildiğine ve bugün hala geçerli olduğuna göre” acaba eşeklikte de bir kalıtım olma olasılığı konusunda ciddi ciddi kuşkulandırmıştır.

Bu arada konu ile hiç ilgisi olmamasına rağmen Deniz Akkaya’nında 2 üniversite bitirmiş olduğunu büyük bir sevinçle öğrenmiş bulunmaktayım. Tabii sözü geçen kişi sadece bir örnektir, etrafımızda bol miktarda benzerleri bulunmaktadır.

Ayrıca internet ortamında “Tahsil cehaleti alır, eşeklik baki kalır” sözü sizce doğru mudur?” diye sorularak yapılan bir anketteki son durumun da;
Evet % 88.55
Hayır % 4.82
Fikrim yok % 6.63
Şeklinde olduğunu da görünce; görüşümüzün üzelerek te olsa toplumun önemli bir kesimince de kabul gördğünü anlamaktayız. Hadi bakalım çıkın işin içinden...

SON SÖZ: BU KADAR CEHALET ANCAK TAHSİLLE MÜMKÜNDÜR

Pazartesi, Mart 17, 2008

AKP Kapatılmalı mı?

Tekrar siyasal gündemimize oturan parti kapatmaların, kapatılan parti lehine sonuç verdiği gibi bir uydurma ve safsata hatta yer yer de tehdit amaçlı ve zavallı hale getirilen halkın baskı altına alınmasına ve kuşatılmasına yönelik olarak kullanılan bu söylem aslında hiç de doğru olmayan bir yaklaşımdır. Öyle olmuş olması halinde bu ülkede toplam kapatılan partilerin yaklaşık yarısı; gericilik, laiklik karşıtlığı nedeni ile kapatılmış olmasına rağmen diğer yarısıda sosyalist yada komünist düzen hedeflemeleri nedeni ile kapatılmışlardır. Eğer bu toplum mühendisi geçinenlerin iddia ettiği gibi olsa idi; bu zavallı hale düşürülmüş halkın böyle yüksek adalet duygusu olmuş olsa idi bugün halkın önemli bir kısmınında sosyalist ve komünist olması gerekirdi. Diyebilirsiniz ki bunlar kısmen dinsizliği öne çıkarıyorlar yada düzeni değiştirmek istedikleri için çok radikal geldi bu zavallı halka, peki o zaman 1980 de kapatılan CHP nin bu halini nasıl izah etmek mümkün olur acaba?
Bütün sahte demokratların, 2. cumhuriyetçilerin, tatlı su sosyalistlerinin ve sürekli ve kim iktidar olursa olsun onlardan nemalanan gazetecilerin bu doğrultudaki önermeleri yalandır, yanlıştır ve çok da önemli bir amaca uygun düzenlenmiş bir proragandanın parçasıdır.
İddia ediyorum ki; partileri kapatıldıktan sonra yada darbelerden sonra; demokratların, yurtseverlerin, sosyalistlerin ve komünistlerin başına gelenler bunlarında başına gelse; ki, asla böyle bir şey yaşamalarını istemem, o zaman bunlar eminimki caminin yolunu bile şaşırırlardı.
Ama bütün bu mağdur gösterilme ve görülme çalışmalarında; bu toplum mühendisi bozuntularının, gördüğü ama asla telaffuz etmedikleri birşey var, her kapanmadan sonra özel teşvik ve güçlendirme çalışmaları ile yeni oluşumlara zorlanmıştır bu eğilimdeki insanlar; hatta o kadar teşvik ve cesaret verilmiştir ki kendilerine, örneğin Milli Nizam Partisini kapatan zihniyet, dönüp kuvvet komutanı düzeyinde başkanlığı olan bir heyet teşkil ederek, korkudan hızını alamayıp İsviçre’ye kadar kaçıp orada bile korkusunun esiri olarak inzivaya çekilen liderini davet etmezdi tekrar siyaset yapmaya. Bakılınca ve istenince bunun; Demokrat Parti devamı olan Adalet Partisine, Adalet Partisinin devamı olan ANAP a oradan AKP ye işleyen süreçte de aynısı olduğu görülecektir.
Bütün bunlardan anlaşılacak ve anlaşılması gereken sonuç şu; Fazilet Partisini kapatacaksınız ama bugün Devletin tepesinde bulunan o zamanki genel başkan yardımcısını “kayıp trilyon” davasından yargılamayacaksınız, sonra da hatta ödül kabilinden alıp devletin en tepesine koyacaksınız sonra halkın teveccühü ve yüksek adalet duygusunun ve mağdur edilmişten yana eğilimin, durumu izah etmek için en önemli araç olduğunu söyleyeceksiniz.
Şimdi; AKP nin bütün eski ve yeni yöneticilerinin, siyasi olarak değil ama; hukuk tekniği açısından ve tamamen; yapılan yolsuzluklardan, ihalelere fesat karıştırmalardan, özelleştirmelerden alınan komisyonlardan, ve de belki de konunun en masum tarafı olan şeriatçılıktan yargılayamazsanız ve sonuçta da adaleti; Gaziantep’te ki tamamen yemek için tatlı çalan çocuklara ve TBMM de eğitimin parasız olmasını talep etmek için pankart açan çocuklara karşı davranıldığı kadar, hukuk’un tekniğini kullanarak ve siyasi hislerimizden uzak durarak ve hukuk soğukkanlılığı ile ileişletemezseniz, bu partiyi kapatsanız yada kapatmasanız da birşey değişmeyecektir.
Recep beyin; Devlet örgütlenmesini tarikat örgütlenmesi ile karıştırmaktan kaynaklanan “ Genelkurmay başkanı bana bağlı” saplantısı, 10 kasımın hayvanları koruma günü ilan edilmesini masum bir durummuş gibi değerlendirmesinde bulunması, bazı belediyelerin personel alımında “imam-hatip” mezunu olma mecburiyeti getirmesine sessiz kalması, Malezya gezisi sırasında ‘‘Modern bir İslam devleti olarak Türkiye, medeniyetlerin uyumuna örnek olabilir’’ demesi, Sendikaların dernek, tarikatların vakıf ilan edilmesi, ben İstanbulun imamıyım demesi, Elhamdüllah şeriatçıyım demesi, imamlarda nikah kıysın demesi, türban için “Velev ki (türbanı) bir siyasi simge olarak taktığını düşünün” demesi, İstanbul’daki başı açık kadınların yarısı vesikalı orospu diyen öğretim görevlisini makul karşılaması, Amerikaya biattan ötürü ölen 1.000.000 müslümana bile sahip çıkamaması da eğer bir siyasi suç değilse tarihe bırakılsın yargılaması ama allahaşkına Türkiye’nin bütün değerlerinin satılmasına rağmen, 5 yılda 200 milyar dolardan 400 milyar dolara ulaşan borca rağmen, istihdam açısından bir ilerleme yoksa bu para nereye gitti denilip, Türkiye’nin gördüğü bu en hızlı iş bitirici partisinin ekonomik talan ve vurgundaki kusurundan yargılanması ve peşinen ilan edeyim ki şuçlu bulunması kaçınılmazdır.
Abdullah Cumhur Bey’in “Ben şu anda siyaset üstü bir insanım. Türkiye'nin birliğini, bütünlüğünü temsil ediyorum ve Türkiye'nin kısa, orta, uzun vadeli çıkarlarını düşünürüm. Bu açıdan bakarım ve değerlendirmelerimi hep bu açıdan yaparım” değerlendirmesi “Dindar cumhurbaşkanı olarak seçilmek istediğini ve seçildiğini unutmadan nasıl söylenebilir acaba? AİHM’nin türban kararını din alimlerinden görüş almadan vermesini eleştirdiği Recep Beyin açıklamasının hatırlatılması üzerine “AİHM kararından önce din bilginlerine danışması gerekir mi?” sorusuna da canı yürekten evet cevabı ile katılması, 3-4 sene önce neredeyse başörtülü insanlara Kızılay'ı bile yasak edeceklerdi açıklaması yapmasını da siyasal suç hadi saymayalım, peki geçmişte partilere yapılan devlet yardımının cebe indirilmesini de mi, özel harcamaları devlet kesesinden yapmak ve bu konuda mahkeme kararı ile mahkum olmak da mı yeterli değil.
Bütün bu olanlar Necip türk milletinin mağdurdan yana olması ile açıklanacaktır. İşte anlaşılması ve anlatılması çok zor olan durum da budur. Bütün bu sayılanların karşısında hala birileri çıkıyor ve özgür iradesi ile “bu devirde partimi kapatılır” diyorsa bu özgür irade de özgür cüzdanın baskısında kalmıştır başka türlü izah edilemez.
Gelelim konunun başındaki önermeme; eğer bu parti kapatılır ve özellikle de yöneticileri; yasalarda belirtilen gerekli cezaları alırlarsa, uluslararası oyunlarda ve de özellikle ABD ve AB ortadoğu politikalarına kurban olmadan, sonra da siyasete ve ekonomiye hakim birileri yine yukarıda belirtiğim şekilde desteklemez ise bunları; bu zevat da yine devlet derinliklerindeki kulaklarca ve gözlerce bilinen ve uluslararası para bağlantıları olan; Yurtdışından ve de özellikle Almanya’dan toplanan paraların desteğinin kesilmesi, İslamcı holdinglerin yardımlarının önünün kesilmesi ve batanlarının ise siyasilerle ilişkilerinin tespitinin yapılarak bundan sonrasının önünün kesilmesi, Dünya islam birliğinden gelen paraların kamuoyu yaratmak için kullanılmasının önüne geçilmesi, Rabıtat ül islam dan gelen paraların siyaset yapma amacı ile kullanılmasının önüne geçilmesi, Suudi iş adamlarından gelen ve tamamen kamuoyu oluşturmak ve siyaset yapmak için kullanılmasının engellenmesi halinde bu partilerin devamı kesinlikle olamayacaktır. Çünkü bu tür davranışların tüm olumsuzlukları ve suçları devletin derinliklerindeki kulak ve gözlerce izlenmesine, bilinmesine rağmen yine devletin hoşgörüsü altında palazlanmaktadırlar. Aksi taktirde tarihin çöğlüğe gitmeleri kaçınılmazdır.
SON SÖZ: BİR YALAN NE KADAR BÜYÜKSE İNANANLARIN SAYISI O KADAR ÇOKTUR.

Cuma, Mart 14, 2008

ÖRTÜNME ÜZERİNE TEZLER - 1

Dinler derinlemesine bakıldığında; yeterince aydınlatılmamış yada karanlıklarda konuşlanarak, aydınlık ortamlardan bilgilenerek yine bu aydınlatılmamış ortamlara çoğunlukla da uyduruk yorumlarla göndermeler yaparak konuşlandığı karanlıklardan beslenir. Dinler; en önemli ve vazgeçilmez araçlar olarakta yarattıkları korkuları ve tehditleri inanılmaz bir baskı kaynağı olarak kullanmaktadırlar. Dünyayı yönetenler ve dünyaya yön verenler; toplumlar bilgi ve akli yöntemlerini kullanmaktan da uzaklaştıkça, dinler tarafından yaratılmış olan bu korku ve tehditler ile toplumları etkileme ve de giderek kontrol etme ve katıksız yönetimleri altına almak ve hatta kendilerine biat etmeleri için, her türlü yolu ve yöntemi mübah sayarlar. Oluşturulan bu katıksız biat kompartmanları sayesinde de zaten gücün egemenliğine tapan kitlelerin sömürülmesi ve ezilmesi daha bir katmerleşmekte iken, sömürülenlerin ve ezilenlerin ayrıca kendi içlerinde özellikle ve konumuz gereği de erkeklerin kadınlar üzerinde; sanki kendi ezilmişliklerin intikamını alırcasına ve sanki mağduriyetlerin nedeni kadınlarmışcasına ve tüm kötülüklerin ve günahların kaynağımışcasına, sonuç olarakta kendi cinsel bakışlarının metası haline getirilmişlikten ötürü, şiddet ve baskı uygulamaktadır. Erkek beyninin yarattığı cinsel metayı da sadece ve sadece kendi beyinlerindeki kodlama ve tanımlamadan ötürü, yine kendi kötü bakışlarından gizlemek için ve de temelde toplumun yaklaşık yarısını yok saymak adına, uygulamanın tamda mağduru olmasına rağmen; kadını, suçlu ve günahkar muamelesi çekerek yapılan sayısız haksızlıklardan biri olarak da, türbanın altına hapsetmeyi uygun görmektedirler.
Kadını türbanın içine hapseden bu çağdışı zihniyet ve kafa; kadının toplumsal fonksiyonlarını yok ederek, hemde tüm bunları tanrı adına yaparak, toplumun yaklaşık yarısının yok sayılmasının önünü açarak, toplumun olası itirazlarını yarıya indirerek kolay yönetilmesinin yolunu bulan erkekler, “türban bir özgürlük sorunudur” aldatmacası ve uydurmacası ile de kadınları bu dayatmanın, “tanrının koyduğu yasağı insanlar uygulamak zorundadır ve kaldıramaz” kılıfı ile de özgürleştiklerine inandırmaktadırlar.
Diğer taraftan da bu erkeklerin başı muhterem başerkek daha da ileri giderek; "Varsayalım ki türban bir siyasal sembol olarak takılıyor, suç mu?" diye sorarak, hukuku yok sayma pahasına suç işlemekte olup bunu da; “nüfusunun yüzde 99'u Müslüman olan ülkemde insanlar dininin gereğini yerine getiremiyor, biz bunu engelleyenlerin ardındaki zihniyeti biliyoruz" teraneleri ile de sokak kabadayısı ağzı ile, kendisine biat etmeyenleri tehdit ediyor.
Bütün bu yaşanan sürecinin sonunda, 22 temmuz seçim sonuçları ile “tüy dikme ritüelini” demokrasinin zaferi sayan; başta II. Cumhuriyetçiler, sahte Atatürkçüler ve demokrasinin maalesef ne olduğunu anlayamayan yada bedeli mukabili demokratmış gibisine konuşan ve yazan sahte demokratlar ile İran’dan ders alamamış solcuların ve kadının türban takmasını gerçekten özgürlük diye içselleştiren sosyalistlerin; aynı başerkek’in neden önceki 5 yıllık süreçte bu konuyu yasallaştırmak adına cihat eylemediğini; iyi yönetilemeyeceğinin bütün işaretleri bulunan ve davul çalarak gelen ekonomik krize giydirilen türban olduğunu görünce ne diyeceklerini çok merak etmekteyim; açıkçası...

Cumartesi, Şubat 16, 2008

HAYDİ LAİK OLDUĞUNU İDDİA EDENLER DAVRANIN


Bunca yıldır; önümüze getirilip bize tastik ettirilerek yaşamımızı şekillendirenlere karşı şimdi ve daima gerçekten laik olmak istediğimizi gösterelim...

Ama bir dönem “Dinin politikaya karışmasına” alkış tutarak, “Din yükselince de irtica hortluyor” demeden ve daima dine karışılırsa, dininde size karışacağı sonucuna varacağını hesap ederek, tam da hangisinin hangisine ne kadar karıştığı hesaplarının taraflarca ciddi ciddi ve soluksuz yapıldığı bugünlerde yeni bir ses vererek “gerçek laik” olmak için çaba harcayalım.

Bir dolu yatırımcı Bakanlığın bile bütçelerini uzun yıllardan beri birkaç kat aşan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın(Bakanlığının) Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Yasanın 1. maddesindeki; “İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere Başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı Kurulmuştur” tarifinin bile laiklikten ne kadar ırakta olduğumuzun bir göstergesi olduğundan hareketle ve de başlangıç olarakta behemahal;

Diyanet İşleri Başkanlığının derhal devlet yapılanması içinden çıkarılması yada tasfiye edilmesi, sayıları yüzbinden fazla olan imamların ve diyanet memurlarının maaşlarının ve diğer harcamalarının, tukaka edilen Devletin ortak bütçesinden ödenmesinin durdurulması ve bu kadroların cemaatlerin bordrolarına geçirilmesi, yurtdışında Büyükelçiliklerde yada temsilciliklerde din görevlileri atanmasının derhal durdurulması ve mevcut durumun tasfiye edilmesi, dini eğitimi veren kuran kursları, imam hatip okulları, ilahiyat fakültelerinin devlet okulu olmaktan çıkarılması, Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde din eğitimi genel müdürlüğünün tasfiye edilmesi, din eğitiminin okullardan tamamen kaldırılması, İslamda kızlardan imam-hatip olmayacağının hatırlanarak kızların artık cemaatler tarafından yaşatılacak ve sadece kendi ihtiyaçları için imam-hatip yetiştirecekleri imam-hatip okullarına gidişinin önüne geçilmesi gerekmekte olup, mevcut durumun dinin devletleştirilmesinden öte birşey olmadığının farkına varılması kaçınılmazdır.

Salı, Aralık 25, 2007

Emre Kongar bir yazısı üzerine tezler

Sn. Hocam;
Adı ve ders verdiği üniversite tarafınızda saklı olan bir şerefli ve şeyhinin sesi profesörün “İstanbul’un sokaklarında dolaşan her iki başı açık genç ve yetişkin kadından birinin resmen hayat kadını olduğunu” bu profesör ünvanlı şeyhinin memuru ve sesi zatın ünvanına yakışır ve yaraşır biçimde, hile ve desise ile aritmetiği kullanarak hesapladığını Cumhuriyet gazetesindeki köşenizde bir okur mektubuna dayanarak aktarıyorsunuz ve de çok güzel yapıyorsunuz karşı cephenin bizim tarafa nasıl baktığını belirtmek için.
Yaptığı hesabı da “polis kayıtlarına göre İstanbul’da yaklaşık olarak 750 bin adet resmi-kayıtlı hayat kadını çalışıyor. İstanbul’un nüfusu yaklaşık 12 milyon, bunun yarısı kadın; 6 milyon kadın yaşıyor ve bu kadınalrın genç ve yetişkin olanları, yani 18 yaşın üstünde 40 yaşın altında olanları ele alalım. Bunların sayısı da yarı yarıya olsun, 3 milyon. Bu genç ve yetişkin kadınların da yarısının başörtüsü taktığını kabul edersek, sokakta yaklaşık 1,5 milyon genç-yetişkin ve başı açık kadın var demektir. Sonuç olarak; polis kayıtlarına göre İstanbul’da 750 bin adet hayat kadını olduğuna göre sokakta gördüğün her iki genç-yetişkin ve başı açık kadından biri resmi kayıtlı hayat kadınıdır” diye detaylandırıyor bu
şerefli ve şeyhinin memuru ve sesi profesör.
Tabii bu şerefli, anlı-şanlı ve şeyhinin memuru ve sesi profesöre unutmaması gereken, daha önce kendi meşrebinden üstadlarının “tanımadıkları erkeklerle aynı denize giren kadınların zina yapmış olacağı” fetvasını da hatırlatarak hesabı yenilemesini, zaten diğer yarısı da bu kabil fuhuş içindedir ve dolayısı ile başı açık tüm kadınlar hayat kadınıdır iddiasını öne sürmesini tavsiye edelim ki; tarikat şeyhlerinin kendisine sufle ettikleri şeyi % 50 azaltarak onların gözünde irtifa yitirmesinler.

Bu nasıl bir kindir, bu nasıl bir hınçtır bu anlaşılır bir şeydir.

Ancak burada bu iddianın mağdurları olarak bizlere düşen ve başta Sn. Hocam zat-ı Alilerinize düşen görev bunları açık açık teşhir etmek olmalıdır, ne demek adı ve üniversitesini saklı tutmak alenen hakarette bulunan bu şeyhinin memuru ve sesi şerefli profesörü ibretle afişe etmek gerekir ki nasıl bir saldırı ve nasıl bir saldırgan karşısında olduğunu insanlar görerek “zarf ile mazruf” u anlasınlar.
Bu şerefli ve şeyhinin memuru ve sesi profesör önce bu rakamlar doğru ise; hangi dönemde bu kadar hayat kadını oluşmuş ve neden ve hangi ekonomik-politik dayatmalar sonucu oluşmuş diye çalışmalar yapması gerekirken şeyhlerinin suflelerine dayanarak en kolay yolu seçip; başı açık cumhuriyet kadınlarını salt, fikri hür vicdanı hür olmalarından ötürü tahkir ve tezyif ederek ama aslında 80 yılın hırs ve hıncını kusarak rövanş peşinde olanlar, hayat kadınlığı mertebesine getirmesi bir utanç abidesidir aslında. Daha da ayıbı ve korkuncu ve tehlikelisi hatta, böylesine bir dayatma ve alçaklaşma karşısında yer yerinden oynaması gerekir iken toplumda yaşanan akıl tutulması-krampı sonucu üstüne ölü toprağı serilmişçesine büyük ve derin bir sessizliğin olmasıdır. Kaldı ki bu kabil de olsa eğer adam gibi bilim adamı ise bu gibiler; hayat kadınlığının fıtraten mi yoksa sonradan mı oluştuğunu da bilirler ama niyet te başka olunca, söz bitiyor.
Diğer taraftan da; “sümer tapınaklarında rahibeler genel kadın görevi görüyorlardı, bunlar tanrı adına seks yaptıklarından kutsal sayılmış ve diğer kadınlardan ayrılmaları ve tanınmamaları için başları örtülmüştür” iddiasını referans alan adı ve görevli olduğu yer önemli olmayan bir başka profesör de, dese ki, bu başları örtülü olanların tamamı hayat kadınıdır ve tanınmasınlar diye örtünmektedirler, o zaman ne diyecektir bu şerefli ve şeyhinin sesi profesör, acaba vay be tam da ortasında imişiz yaşamın diye sevinç nidaları atarak zevk ü sefaya mı düşecektir, yoksa derhal şeyhleri tarafından harekete geçirilmiş bindirilmiş kıtaların komutanlığına mı soyunacaktır.
Ayrıca; yukarıda gerek başı açık gerekse de başı kapalılar için beyan edilen iddiaları da; bir Türkiye düşmanı Tunguzyalı profesör ele alıp “gördüğünüz üzere Türkiye’deki tüm kadınlar hayat kadınıdır” der ve iddia ederse allah muhafaza sonumuz nice olur elaleme karşı.
Şaka, latife ve tüyler ürperten bu akıl dışılık bir kenara; Kamu alanı olan üniversiteler bu kadar pespaye ve aklı baliğ olmamışlarca yada bu kabil kötü niyetlilerce bu biçimde kullanılırsa bu işin sonu nerede bitecektir, kimsenin kontrol edemeyeceği bir noktaya gidiyor olmasıda ayrıca en büyük korkumdur. Ne başı açıklara ne de başı kapalılara böyle genellemelerle yaklaşılarak insanlar tahkir ve tezyif edilemezler. Bunu söyleyen yada yapan bu kabil insanlar içinde söylenebilecek bir tek söz var geride “ALLAH ONLARA AKIL VE İZAN İHSAN EYLESİN

Pazar, Aralık 16, 2007

seçimlerde hile olmuştur yazısına cevap


Bu tür çalışmaların neden yapıldığını bir türlü anlayamıyorum. Bu konuda bir başkası da çıkar, başka aritmetik işlemler ile seçim sonuçlarından beklediği/umduğu sonuçları çıkaracak bir takım çalışmalar oluşturur. Seçimlerde MHP İzmir teşkilatının tespit ettiği bir takım hileler ve manipilasyonlar olmuş olabilir ama bunun sonuçları seçimleri mezkur yazıdaki boyutta tersyüz edibilecek kadar olamaz. Eğer kesin seçim sonuçları ile seçim öncesi anketleri hala kıyaslar ve anketler üzerinden karşı tarafı mahkum etmeye çalışırsak ciddi bir yanılgı içinde olur, doğru tespit ve değerlendirmeler yapamaz hale geliriz ki zaten bu tür yanlış değerlendirmeler ve analizler yapalım diye önemli bir faaliyet yürütülmektedir, malum mahfiller tarafından. Aman dikkat. Yanlış teşhis yanlış müdahale ve mücadeleyi doğuruyor, dolayısı ile sürekli kaybeden taraf Cumhuriyetçiler olmaktadır.
Şimdi diyelim ki; seçim sonuçları ABD'ci AB'ci ve Arapçı-gerici bu ittifak tarafından seçimler öncesi vatandaşın oyuna yön vermek için anketler ile manipilasyon çalışmaları yapıldı ve seçim sonuçları da Yüksek Seçim Kurulu tarafından seçmen listelerinin düzenlenmesi ve oluşturulması için açtığı ihaleyi kazanan şirketin temin ettiği yazılım aracılığı ile tersyüz edildi. Ve diyelim ki tamamen siyasi ahlakları ve meşrepleri gereği AKP yi destekleyen YSK da buna aracılık yaptı ve sonuçta da seçim sonuçları bu hale getirildi.
En önemli faaliyeti olan seçimlere katılmak ve başarılı olmak olan, siyasi partilerin; nerede ise tamamının seçmen kurullarında görevli/gözlemci adı ile onbinlerce insanı seferber ettiğini de biliyoruz ayrıca, ve diyelim ki yine de her parti şu yada bu nedenle her sandığın başına görevli koyamadı ama mutlaka ve mutlaka, AKP dışında partilerin zımmi bir birlikteliği de söz konusu olduğundan, mutlaka her sandığın gerçek sayım sonuçları YSK ve onun sistemi dışında da toplanmış olması ve diğer partilerin elinde olması kaçınılmazdır. Şimdi bu bilgiler diğer partilerin ellerinde iken ve baskılara dayanamayan YSK da sandık bazında sonuçları açıkladığına göre; kısacık bir aritmetik çalışma ile sahtekarlık ortaya çıkarılabilir ve inanıyorumki bunu tüm partiler kendi kaynaklarından gelen bu bilgi ve sonuçlar ile yaptılar ve YSK sonuçları ile kıyaslayarak değerlendirdiler ki sesleri çıkmamaktadır. Aksi taktirde yer yerinden oynardı ki; İzmirde birkaç sandıkta çıkan yanlışlık neticesi ortalık ne hale gelmişti unutmamak gerekir.
Seçim sonuçlarını değerlendirirken hile ve manipilasyon gibi unsurların temel değerlendirme konusun olması yazımın başında da dediğim üzere bizleri yanlış tespit ve analiz yapmaya götürür ki zaten birileri bu duruma düşülmesi için özel çaba harcamaktadır.

Oysa ki;
1. Tağmaç-Evren-Özkök diktatörlükleri, sahip olunan cumhuriyet insanının kişiliksizleştirildiğini ve çökertildiğini, toplumda yeni yeni oluşmaya başlayan sınıf bakışın yok edildiğini bilmeden;
2. Soğuk savaş ile birlikte tüm Avrupa ülkelerinde olmak üzere Ülkemizde de oluşturulan gizli orduların ve onların sivil uzantıları/kaynakları; ülkü ocaklarının ve komünizmle mücadele derneklerinin 1 maddede belirtilen amaca ulaşmak için yürüttükleri askeri operasyonlar ve tenkil çalışmalarını bilmeden;
3. Yine soğuk savaş ile birlikte örgütlenen ve toplumun üstüne karabasan gibi çöken gerici-yobaz örgütlenmenin, başta nurculuk olmak üzere nerede ise tüm tarikatları kutsayan ve destekleyen ve hatta yer yer bizzatihi örgütleyen; Celal Bayar-Menderes, Cevdet Sunay/Tağmaç/Demirel, Evren-Özal, Doğan Güreş-Çiller vs. gibilerini de bu vatandaşın büyük çoğunluklarla seçtiği unutarak;
4. Oyunu kömüre, pirince satan ve maalesef herşeyi para ile izah etmeye çalışan bu vatandaşın bezmişliğini umursamazlığını unutarak;
5. Bu ülkede Bülent Ecevit, Erdal İnönü, Deniz Baykal, Hikmet Çetin, Murat Karayalçın ve Mustafa Sarıgül vb. gibilerini de Sosyal Demokrat sayan sözde solcuların olduğunu unutarak;
6. Bu ülkenin yüzakları isimlerini saymaya gerek olmayan bir sürü insan katledilirken, sürgünlere gönderilirken, yakılırken, işkencelerden geçirilirken, memleketin tüm değerleri özelleştirme adı altında peşkeş çekilirken, sesini çıkarmayan toplum haline getirilmişliği unutarak;
Bir doğruya varılamayacağı ve karşımızdaki durum ile başedilemeyeceği açıktır; işe işte tamda buradan başlanılması gerektiği ve başlamanın da başarmanın yarısı olduğu gerçeğinden hareketle değerlendirmeler yapmalıyız.

Vatandaşın bu tavrını ve umutsuzluğunu adeta yok sayarak ve analizde de sanki onların hiç suçu yokuşçasına da davranarak sadece hile ve desise ile seçim sonuçları açıklanırsa, ciddi bir hata daha yapılır ve sonra.... Sonrası mı?
Telafisi olmayan nokta....
Welcome to Iran
Welcome to Malesia

Cuma, Aralık 14, 2007

İnönü Üniversitesi Rektörüne kutlama mesajı

Sn. Hocam;

Sizi şahsen tanımamama rağmen bir süredir yazılı basından takip ediyor ve işte Atatürk'ün hedeflediği ve istediği insan modeli diyordum ve 12.12.2007 tarihli Kanaltürk televizyonundaki bir tartışma proğramına telefon bağlantısı yaptığınız anda da; bugüne kadar ki yazılı basında çıkan demeçlerinizin ruhunu kaçırdığımı üzülerek farkettim, bu katılımınız sırasında ve sayesinde ise görüşlerinizi sesinizden dinlemem nedeni ile de görüşlerinizi aktarırken duyduğunuz heyecan ve sahip olduğunuz ruhu da yakaladığımı zannediyorum dolayısı ile işte tamda bu yüzden size bu destek ve kutlama yazısını yazmamın kaçınılmaz olduğunu düşündüm. Ve sizi canı yürekten kutlar, cesaret ve heyecanınızın kaybolmamasını dilerim. Cumhuriyetin Yönetim biçimi ve devrimlerini benimseyip sahip çıkmanızın sesinize ve heyecanınıza yansımış olmasını; Mustafa Kemal Atatürk'ün 05.02.1933 tarihinde Bursa nutkundaki heyecanına paralel olması dolayısı ile de ayrıca mennun olduğumu belirtmeliyim. Bu nutuktan da çıkaracağımız vazife çerçevesinde; Cumhuriyetimizi güçsüz düşürecek bu büyük kalkışma karşısındaki heyecanınızın, bu şeriatçı ve arapçı kadrolar tarafından lanetle karşılandığını ve bazı karanlık mahfillerde aleyhinize karanlık planlar yapılabileceği de aşikar olmakla beraber bu ahval va şartlarda dahi yine de mezkur nutukta Mustafa Kemal Atatürk'ün "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır demeyecektir" işaretine uygun davranmanızı da taktir ve şükranla karşılıyoruz. Bu kapsamdan olmak üzere; her türlü girişiminizde sizi destekleyen ve arkanızda kale gibi duran maalesef sessiz bir azınlığın olduğunu hissetmenizi "az olan candan çok olan maldan mülkten" ve “önemli olan nicelik değil niteliktir” kabilinden anlamanızı hassaten bekler; bu vesile ile de şahsınızda yeni yılın ülkemize dünyamıza; sağlık, barış, mutluluk ve başarılar getirmesini dierim.
Saygılarımla

Cumartesi, Kasım 10, 2007

BİR SUÇ DUYURUSU

Cumhuriyet Savcılığına
Yenimahalle – ANKARA

Konu: Orman suçu işlenilmesi hakkında suç duyurusu


31.08.1956 tarih 6831 sayılı “Orman Kanunu”nun 2. maddesinde ve 05.06.1986 tarihli kanunun 3302/1 maddesi ile değiştirilen ve orman olarak tanımlanan yerlerde ormanı koruma yada orman vasfı dışına çıkarma kapsamından sayılmak üzere yapılan tariflere aykırı davranışlarda bulunarak; kamuoyunda çam devirmek olarak bilinen eylemin; Mehmet Ali Şahin Bey’in (Bakan) spordan sorumlu bakanlığında ilk gününden son gününe kadar (aslında spora siyaset karıştırmaktan sorumlu bakan olarak ün yapmış idi) ve yeni başladığı Adalet Bakanlığı dönemimdede aynı istikrarı gösterme istidadı ile başladığı çam devirme eylemleri sureti ile memleketin orman vasfından sayılacak arazileri için çok büyük bir tehlike arzetmeye başlamasından ötürü; mezkur kanunlar muvacehesinde kanuni takibatın mezkur zevat için behemahal başlatılması ve gerekli cezaya çarptırılması ve soruşturmanın selameti açısından da yapmakta olduğu görevden behemahal uzaklaştırılması ve yine aynı kanunun Madde 84 ünde 23.09.1983 tarih kanun 2896/35 maddesi ile yapılan değişikliğine istinaden; Mehmet Ali Şahin Bey’in (Bakan) spordan sorumlu bakanlığında ilk gününden son gününe kadar (aslında spora siyaset karıştırmaktan sorumlu idi) ve yeni başladığı Adalet Bakanlığı dönemimde de aynı istikrarı gösterme istidadı ile başladığı çam devirme işlemleri neticesinde oluşan çam yığınlarının herhangi bir mahkeme kararına gerek olmaksızın Orman İşletme Müdürlüklerinin müsadereli mallar satış komisyonlarınca, mahallinde veya pazar yerlerinde ilan edilmek suretiyle derhal satılmasına karar verilmesini arz ve talep ederim.

RMÇ

Cuma, Ekim 26, 2007

BİR DAVA DİLEKÇESİ

TÜKETİCİ MAHKEMESİ
TÜKETİCİ HAKLARI KORUMA HAKİMLİĞİNE
ANKARA

DAVACI : RUHİ ÇİLEK – Tüm gazete okur ve TV İzleyicileri adına

DAVALI :
1 -AYDIN DOĞAN
– DOĞAN MEDYA – HÜRRİYET – MİLLİYET – RADİKAL - POSTA – REFERANS – VATAN GAZETELERİ SAHİBİ
2. TMSF – SABAH ATV GRUBU YÖNETİMİ
TÜM DEMOKRASİ DÜŞMANI BASIN - YAYIN ORGANLARI SAHİPLERİ

DAVA KONUSU :

Gazete okurları adına; 4822 sayılı “Tüketiciyi Koruma Yasası” nda “ayıplı mal ve hizmetler” bölümünde madde 4 te tanımlananlara uygun düşen; aşağıda kısa bir listesi verilen gazetecilerin “üretimin ve satışın durdurulması ve malın toplatılması” nı düzenleyen madde 24 e göre de artık yazı yazmamaları yada yorum yapmamaları, varsa daha önceki yazılarının ve yorumlarının toplatılması, yada “gazetecilik genel ilkelerine” ve “Doğan Medya kurumsal yönetim ve yayın ilkeleri” ne uygun hale getirilmesi hakkında karar verilmesi talebi.

AYIPLI MAL ve HİZMETLER:
1. Ertuğrul ÖZKÖK
2. Cüneyt ÜLSEVER
3. Hasan CEMAL
4. Can DÜNDAR
5. Mehmet Ali BİRAND
6. Murat BELGE
7. İsmet BERKAN
8. Ruşen ÇAKIR
9. Cengiz ÇANDAR
10. Mehmet ALTAN
11. Eser KARAKAŞ
12. Nazlı ILICAK
13. Ergun BABAHAN
14. Mustafa KARAALİOĞLU
15. Diğer - Yukarıdakilerin benzer ve emsalleri

TALEP ve İSTEM:

06.03.2003 tarihinde kabul edilen 4822 sayılı “Tüketiciyi Koruma Yasası”nın 1. Maddesinde düzenlenen “kamu yararına uygun olarak tüketicinin sağlık ve güvenliği ile ekonomik çıkarlarını koruyucu, aydınlatıcı, eğitici, zararlarını tazmin edici, çevresel tehlikelerden korunmasını sağlayıcı önlemleri almak ve tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini özendirmek ve bu konudaki politikaların oluşturulmasında gönüllü örgütlenmeleri teşvik etmek” amacına ve ayrıca aynı kanunun “Tüketicinin Korunması ve Aydınlatılması” başlıklı 2. kısmın 4. madde 1. kısmında düzenlenen “ayıplı mal” ve yine aynı maddenin 3. fıkrasındaki “müteselsil sorumluluk” ve yine aynı maddenin 4. fıkrasında düzenlenen “zamanaşımı olmaz” uygun olarak; dava konusunda cüz olarak sıralanan gazeteci, yayıncı ve yazarların; yayın yapmalarının, yorum yapmalarının, yazı yazmalarının, yada varsa yazılan yazılarının yapılan yorumlarının yapılan yayınlarının; mezkur kanunun 24. maddesinde düzenlenen “ayıplı malın ve hizmetlerin satışının durdurulması yada varsa toplanması” biz okur ve izleyicilerin tüketici sağlığı ve güvenliği ve ulusal ve uluslararası tehlikelerden korunması açısından behemehal durdurulması ve toplatılması;

Gereği için Yüce Mahkemenize arz edilmektedir.

Saygılarımızla;

Çarşamba, Ekim 03, 2007

Hürriyet Gazetesi internet sayfasında bir manşet
03.10.2007
Meryem okumak istiyor babası ise evlendiriyor
A.A
Adana’da, 16 yaşındaki Meryem Aslan bugüne kadar hiç okul yüzü görmedi. "Haydi Kızlar Okula" kampanyası kapsamında Meryem de okula gönderilmek istendi. Ancak ailesi, Meryem’i evlendireceğini söyleyerek buna izin vermedi. Meryem ise okula gitmek istiyor. Ancak, büyük kızı gibi Meryem’i de okula göndermeyeceğini bildiren Baba Osman Kaplan, Meryem’i bir akrabalarıyla evlendireceğini söyledi. Olup biteni kapı aralığından izleyen Meryem Aslan ise kampanya görevlilerinin "Okul mu evlilik mi?" sorusuna, "Elbette okulumu isterim. Ben hiç okul görmedim, önlük giymedim, bu benim en büyük hayalim" dedi.

Bu haber üstüne Yurdum İnsanı tarafından yapılan
YORUMLAR
BURCU ÖNAL03.10.2007 09:55
türkiye'de ilköğretim mecburi değil mi?dolayısıyla veliler çocuklarını bu haktan mahrum edince cezalandırılmıyorlar mı?yani bu adamı ikna etmeye çalışmanın anlamı ne?kız okula baba cezaevine o kadar...
EMRE ERSÖZ 03.10.2007 09:53
Oku Meryem cehaletin ,bağnazlığın,köleliğin zincirlerini kır Meryem ulemaya sindirilmiş zorbacı beyinlere ufku gösterebildiğince yaşama tutun Meryem sorgulamaktan aciz koyun sürüsü zavallı sokma akıllara bir parça olsun insan olabilmeyi anlatabilesin ışık olasın Meryem.
ERTUĞRUL ÖKTEM 03.10.2007 10:01
egitimi pahali bulanlar, cehaletin hesabini yapsinlar!!!!
yaziklar olsun, sakal ve takkeye siginiyorsun!! ALLAHIN ILK EMRI "OKU" "BISMI RABBIKE..." ALLAHIN ADI ILE OKU!! SEN KIM OLUYORSUNDA, BU GÜZEL KIZIN CAHIL KALMASINI ISTIYORSUN! CAHIL KALIP KURDA KUSA YEM OLMASIN KIZIN! AKILLI OL!!!
CAN YURDUN 03.10.2007 09:18
Bu haberleri gördükçe DTP'nin aslında ne kadar sahte bir parti olduğunu anlıyorsun anlamasına da Güneydoğu'lu gidip hala oy veriyor işte.DTP asıl bunlarla uğraşmalı,sorun Kürt sorunu değil Güneydoğu ve Doğu'nun insana bakış açısı sorunudur.
XX TEPKİ 1985 03.10.2007 09:52
O cehaleti onlemenin en başlica yolu oralarda Üniversite acmaktir. cünkü okumuş kesim o il yada ilce, köye geldikce hizlica gelişiyor ve cevresine aylik olarak 1.milyon ytl kazandirir duruma geliyor. hem kalkinmadan ve hem beyin olarak gelişmede cok onemli faktordur. ama YÖK ÜNİV. acmaya yanaşmiyor.

TULİN SEKMEN 03.10.2007 09:48
16 yaşındaki çocuk ewlilik kawramını ne kadar bilecekki?
nasıl becerebilecek yürütmeyi?peki mutlu olabilecekmi?
peki mutsuz olunca,baba ewine geri dönmek isterse babası
kabul edecekmi?tabiki hayır!!işte bu zihniyete deli oluyorum
yazık..ne cocukluğunu yaşayabilecek,nede öğrenciliği..
MEHMET YILDIZ 03.10.2007 09:16
şeriatçı tiple ne lgisi var adam cahil cocuğunu göndermiyor okula,cocuk 16 yaşında yani 18 inden küçük ve herkeste olması gereken bir hak elinden alınıyor.burda yapılacak sey bellidir devlet kolluk kuvvetleri devreye girer adam tıkılır içeri belli bi müddet, cocukta devlet yurduna alınıp okula gider
ONUR ONUR 03.10.2007 09:11
işte bizde bu adama müslüman diyoruz...İlk emre uymuyor birkere OKU !!!
ZEHRA TAŞKIN 03.10.2007 09:09
Peygamberimize(S.A.V) bile Allah!ın ilk emri oku! olmuştur diye bilirim. Bunların dinindende, peygamberindende, hayattanda, çağdanda haberleri yok. Geçmişi olmayanlar. Böyle gazel misale her rüzgar estiğinde, biryerlere savrulurlar. Bizim gibi!
GÜVEN KANTEKİN 03.10.2007 08:57
O arkadaki uzun sakallı mı bu kızın babası?
Yoksa evlendirmek istedikleri akrabaları mı?
Şeriatçı tipli adamlar, ne farkeder.
Kız çocuklarına yazık oluyor, zaten amaç o, çocuk yaştaki kızlardan 4 tane almak!
İşin vahimi, bazı kız arkadaşlarımız hala nereye doğru gittiğimizin farkında değil!


SONUÇ ve DEĞERLENDİRME
03.10.2007 saat 10:55 e kadar yurdum insanları tarafından yapılan 170 adet yorumun; yukarıdaki verilen örnek yorumlara yakın olduğu ve 2 grupta toplandığı; ya “kahrolsun şeriat” yada “İslam dininin emri okumaktır” şeklinde olup, gerçi konuyu DTP’ye kadar getiren sığ yaklaşımlar olsa bile; kendi siyasi eğilimleri ve inançları uyarınca şekillendiği aşikardır. Bu 2 farklı grubun ortaklaşa ve hemen hemen ittifakla birleştikleri tek nokta ise cehalet.
Şimdi konuyu cehaletten kaynaklanmış bir sonuç olarak değerlendirir ve cehaleti de sadece ve sadece mektep okumak ile sınırlarsak, tarihte milyonlarca örneği olan bu uygulamanın; en son cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra yeni “First Lady” için yapılan tanıtım yayınlarında; “14 ünde nişanlandı 15 inde evlendi” şeklinde sanki çok önemli birşey yapılmışçasına ve maalesef özendirici tarafı da hiç azımsanmayacak olan bu evliliği nasıl değerlendirmek gerekecektir. Tabii ki benim sevgili yurdum insanı şimdi ve kesinlikle “ama o okutacağına dair söz verdi ve yerine getirdi” diyebilir. EEE Meryem konusunda; daha evlilik gerçekleşmedi, belki onunda eşi okutmayı düşünüyordur, nerden bileceksiniz.



Perşembe, Eylül 27, 2007

TÜRKİYE - İRAN ARASINDA ENERJİ ANLAŞMASI

Türkiye ve İran devletleri arasında, Enerji Bakanlıkları aracılığı ile, Ankara'da 13.07.2007 tarihinde enerji konusunda bir mutabakat tutanağı imzalandı ve mutabakat tutanağı ile, İran ve Türkmenistan gazının Türkiye üzerinden Avrupa'ya taşınması için önemli bir adım atıldığı bildirilmişti.
İki ülke arasında yapılan anlaşma, İran ve Türkmenistan'dan gelecek yılda 30 milyar metreküp doğalgazın Avrupa'ya ihraç edilmesini öngörüyor. Ayrıca Türkiye, İran’ın Güney Pars havzasındaki üç doğalgaz sahasının işletmesini ihale yapılmaksızın alacak ve bunun hayata geçmesi içinde yaklaşık 3.5 milyar dolarlık yatırım yapılması gerekiyor.

Bu gelişme karşısında; tarafların açıkladıkları pozisyonlar ise aşağıda sıralanmıştır;
1. Türkiye, doğalgaz anlaşmasına Amerika’nın ve Fransa öncülüğündeki AB ülkelerinin gösterdiği tepkiyi "Burada söz konusu olan Türkiye'nin çıkarları" şeklinde yanıtlayarak sözde ulusal çıkarları gözetir bir politika izliyor görünümünde .
2. ABD, mutabakata en büyük tepkiyi vererek, İran'ın nükleer faaliyetlerine devam etmesi nedeniyle bu ve buna benzer ekonomik ilişkilere karşı çıkarak, İran'ın güvenilir kaynak olmadığını iddia ediyor. ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilisi Sean McCormack, ''İran'ın petrol ve gaz sektörüne yatırım için zamanın uygun olmadığını düşünüyoruz'' diyerek şiddetle Türkiye’nin bu girişimini engellemek ister görünümünde.
3. Fransa, ABD yönetimine gittikçe daha fazla yakınlaşarak, Sarkozy, İran konusunda da ABD nin yanında yer alarak, bu ülkeye yönelik yaptırımların ağırlaştırılmasını istedi. BM Genel Kurulu toplantılarına katılacak olan Sarkozy, İran krizini gündeme getireceğini belirten Sarkozy, yaptırımların ağırlaştırılması için çaba sarfedeceğini söyledi. Fransa Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner, İran'ın nükleer kriziyle ilgili olarak, "En kötü durum olan savaşa, hazır olmalıyız" demiş ve bazı Fransız şirketlerinden İran ihalelerine katılmamalarını isteyerek Türkiye’nin bu girişimini engellemek ister görünümünde.

Diğer taraftan; yapılan anlaşmaların, açıklanan ekonomi rakamlarının ve çıkarılan yasalardan açıkça anlaşılacağı üzere de son 5 yıldır, Irak’a asker göndermeme kararı da dahil olmak üzere (gerçekte ABD Türkiye’nin Irak’a asker göndermesini asla istememiş idi, aksi taktirde kuzey Irak’taki oluşum konusunda bu kadar rahat davranamazlardı) Türkiye AKP önderliğinde, kesinlikle ABD ve AB ye ve onların çıkarlarına aykırı bir tutum sergilememiş olması; yukarıda sıralanan ve yer yerde cidi sertleşme görüntüsü veren, pozisyonları almalarının bir akıl ve mantık yanılması olmaktan öteye gidemeyeceğinin açık olduğu kesindir.

Can alıcı soru, “peki o zaman bu durum nasıl izah edilmelidir” ise şimdilik tam bir muamma olup, fal bakıp geleceği göremeyeceğimize ve niyetleri okuyamayacağımıza göre; ABD nin hemen Humeyni sonrası dönemde hemde onca yaşanan savaşlara rağmen Yarbay North vasıtası ile giriştiği ilişkilerin benzeri ilişkiler yürütmediği yada yürütmeyeceği konusunda nasıl emin olunabilir. Aksi halde AB yi ciddi şekilde kontrol eden ve yönlendiren ABD nin bu tavrı doğru ise; bu tavrına karşılık, Türkiye’nin gerekecek yatırım tutarı 3,5 milyar doları nereden bulabileceğinin zorluğunun yanında, Türkiye’nin taşıyacağı gazı Avrupa’da kim almaya cesaret edebilir? Zaten bu proje batının onayı olmaksızın ölü doğmuş olmayacakmıdır?

Anadolu’da söylenen ünlü söz; “söyleyen deli ise dinleyen akıllı olmalı” misali, bütün bu olanlara bakmanın kaçınılmaz olduğuda açıktır.

Düşünmeye devam “halen düşünmek suç değil

RMÇ
27.09.2007

YAKIŞIKLI TAYYİP



ATV ve Sabah’a talip olan ABD’li medya patronu Rupert Murdoch’un Başbakan Erdoğan’a yönelik "Karizmatik bir lider olduğunuz kadar yakışıklısınız da" sözleri büyük ilgi çekti.

Bir erkek bir erkeğe neden bu iltifatı yapar acaba?

1. Karşısındaki hemcinsinin % 99 undan daha farklı ve değişik bir görüntüye sahip olması halinde;
2. Karşısındakinin cinsel açıdan aktif yada pasif olarak değerlendirilebilecek bir obje olduğuna kani olduğunda;
3. Karşısındakinde bu konuda bir kompleks yakaladığında ve bunu lehte bir duruma tahvil etmek üzere kullanmak gerektiğinde;
4. Karşısındakinin başbakan yada benzerleri olduğunu ve mutlaka birşeyler ütülebileceğini anladığında;
5. Karşısındaki ile en basit ve kolay iletişimin yalakalık ve yağcılıkla yapıldığını bilen kişinin ortamını yakalamsı halinde;


Sizce nedendir acaba?

Cuma, Eylül 21, 2007

REKTÖRLER İŞLERİNE BAKSINLAR


Yeni Anayasa yapımı konusunda; Ergun Özbudun başkanlığındaki “kraldan fazla kralcı” heyete verdikleri sipariş neticesinde ortaya çıkan taslağı değerlendirmek üzere basın toplantısı düzenleyen Tayyip Bey, hemen öncesinde rektörlerce yapılan biraz da ağır sayılabilecek ama haklı olan eleştiri ve tepkilere karşılık rektörler kurulunu "seçkinci takımı" diye tanımlayarak “onlar işlerine baksınlar” dedi.

Öncelikle bu “işlerine baksınlar” sözü beni; maalesef Ankara’ya modern şehircilik açısından küme düşürten, İ.Melih Gökçek ve liyakatlı kadrolarının, ilk döneminde akçalı işler konusundaki maharetlerini ve liyakatını göstermek için başlattığı alt geçit çalışmalarını çok yoğun eleştiren TMMOB için; minibüs şöförlerine yoğun tehdit ve baskı yaparak tüm minibüslere astırdığı “Mühendis Mimar Odaları siz işinize bakın” afişlerinin asıldığı güne götürdü. Hatırlanacağı üzere ve artık bugün de; trafiğe çözüm olup olmadığının ölçülebildiği pik saatlerdeki tıkanmalarla ve yağmurlu dönemlerdeki boğulma tehlikesi yaşanmaları ile ispatlandığı üzere alt ve üst geçitlerin Ankara trafiğine faydası olmayacağı konusundaki eleştiriler karşısında sanki alt ve üst geçit yapmak şöförlerin işiymişçesine ve maalesef bir taraftan mütareke basınının amigo yazarları ve diğer taraftan da toplumun bir kesiminden destek bularak başlattıkları kampanya neticesinde Ankara şehircilik açısından küme düşmüştür.

Tayyip Bey ve AKP’nin liyakatli kadroları da; tıpkı benzer yaklaşım ve zorlamalarla kocaman Başkent’i ve yaşayanları abuk subuk kararlarla mağdur eden Melih Bey gibi, ama bu sefer tüm Türkiye’ye ve Yurttaşlarına küme düşürterek Malezya ligine dahil edeceklerdir. Bu konuda;
Ergun Özbudun başkanlığındaki “kraldan fazla kralcı” heyet; nerede ise hepsi de Prof ünvanlı olan ve ordinaryus olmayı bundan sonra behemehal hakeden; Zühtü ARSLAN, Yavuz ATAR , Fazıl Hüsnü ERDEM, Levent KÖKER, Serap YAZICI başta olmak üzere, benzer yaklaşımı gösteren tüm muhterem üniversite zevatı,
Mütareke basınının başta Ertuğrul Özkök, Mehmet Barlas, Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar, Murat Belge, Mehmet Altan, Ergun Babahan, Eser Karakaş, Etyen Mahçupyan, Ali Bayramoğlu, Hasan Cemal, Şahin Alpay ve Cüneyt Ülsever gibiler olmak üzere tüm kurnaz ve demokrasi takiyyecisi zevatı,
Siyasi arenadaki “tavşan atlet” misali adından fazlaca söz edilmesi için yanıp tutuşan ama bu uğurda memleketi ateşlere atan, önde koşabilmeyi kendine hedef seçmiş ve bu nedenle malum mağfillerce de gerekli kutsanmayı ve ödüllendirilmeyi hakeden; başta Zafer Çağlayan, Zafer Üskül, Ertuğrul Günay, Mehmet Domaç, Haluk Özdalga olmak üzere tüm zımmen ve açık desteklerini esirgemeyen politika zevatı,
bu küme düşürülmeden nasiplerine düşenlerle tarihteki yerlerini alacaklardır.
Ve pek tabiidir ki mezkur zevat ve tüm zımmı ve açıktan destekçileri; olası risk gerçekleşmelerinde hayatlarını, aldıkları taltif ve ödülleri bozdurarak idame ettireceklerdir.
Ya benim “hani dilim de varmıyor ya demeye” dizesinde tanımlamaya çok uygun yurdum insanı ne yapacak?

RMÇ
21.09.2007

Çarşamba, Ağustos 01, 2007

ERGUN POYRAZ VE DEVLET SIRLARI

Başbakan Tayyip Erdoğan, eşi Emine Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ve aileleriyle ilgili olarak “Musa’nın çocukları Tayyip ve Emine”, “Musa’nın Gül’ü” ve “Musa’nın Mücahidi” adlı kitapları ve AKP hakkında “Patlak Ampul” gibi yayınlanmış ve henüz yayınlanma aşamasında olan “hilafet ordusundan Arap Kürt Partisi’ne” kitaplarının yazarı Ergun Poyraz, nihayet yapılan baskıların etkisi altında kalınarak gözaltına alınmıştır. Poyraz, “gizli devlet belgelerini ele geçirmek ve açıklamak” başta olmak üzere “Terör örgütü üyesi olmak”, “kişisel bilgileri ele geçirmek” ve “devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etmek”le suçlandı.
Ergun Poyraz; bugünkü muktedirlerin seleflerine de yönelik olmak üzere yazdığı; “MNP'den FP'ye İhanetin Belgeleri” ve “Refah'ın Gerçek Yüzü” isimli kitaplarında, kapatılan RP Genel Başkanı Necmettin Erbakan, kendisine hakaret edildiğini ileri sürerek yazar aleyhinde açtığı hakaret davasına muhatap olmuş ancak dava düşmüş idi. Erbakan, yazar Ergun Poyraz'ın. Ankara 32. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde görülen davada avukatı Yaşar Gürkan aracılığı ile , kendisine hakaret edildiğini ileri sürmüş ve savcılık kitapta yer alan, “Erbakan yemeklerden tavuklu pilavı, taze fasulyeyi ve domates salatasını, meyvelerden ise, armutu çok seviyor, armudun iyisini bulmak için çarşı pazar gezmekten geri kalmıyordu” sözlerinde hakaret unsuru bulmamış ve takipsizlik kararı vermiş idi. Kitapta asla “ayı” benzetmesi yapmadığını belirten yazar Ergün Poyraz, “Kitapta armudun iyisini ayılar yer ibaresi yok. Kim çarşıya armudun kötüsünü almak için çıkar. Ayrıca, hiçbir ayı armudun iyisini çarşı pazar dolaşarak aramaz” dedi. Erbakan ise avukatı aracılığı ile yaptığı savunmasında, toplumda “armudun iyisini ayılar yer” yaygın anlayışı olduğunu belirterek kitapta yer alan sözlerle zımmen kendisine 'ayı' denilmek istendiğini belirtmiş idi.
Ergun Poyraz’ın “devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etmek” ve “devletin gizli belgelerini açıklamak” gibi buram buram siyasi tavır kokan gözaltına alınma gerekçesi bana uzun süredir büyük bir keyif alarak benzer vakalarda “kıssa ve hisse” konusunda pek te has örnek oluşturması nedeni ile anlattığım bir fıkrayı anımsamama yol açtı.
“Adamın biri yaşadığı ülkedeki uygulamalardan muzdariptir ve bakar ki bu rahatsızlığı patolojik bir durum yaratacaktır, “devlet başkanı” na da olan muhalefetini devlet başkanının herkesin içinde bulunduğu bir zamanda hakaret ederek göstermek ve bir nebze de rahatlayabilmek için bir plan oluşturur ve ilk önce etrafındaki hukukçulara danışır:
“Ben şimdi devlet başkanına herkesin içinde “eşek” yada “hayvan” diye bağırarak hakaret etsem ne ceza alırım” diye sorar.
Bütün hukukçular devlet başkanına böyle bir hakaretin 6 ay hapis cezası almasına neden olacağını beyan ederler. Adam da 6 ay hapis cezasını göze alır ve devlet başkanına herkesin içinde “hayvan” ve “eşek” diye bağırarak hakaret eder. Yaka paça edilerek tutuklanır ve uzun yargılama neticesinde mahkeme tarafından 20 yıl 6 ay hapis cezasına mahkum edilir. Adam derhal itirazda bulunur “olmaz hakim bey ben bu olaydan önce hukukçulara danıştım ve 6 ay hapis cezası verileceğini öğrendim” der.
Hakim de kendisine “evladım hakaretten zaten 6 ay ceza verdim ancak devlet sırlarını açık etmektende 20 yıl ceza aldın” der ...
RMC
01.08.2007 Ankara

TANKERCİLERİN BAŞKENTİ ANKARA



Tüm dünyada küresel ısınma ve kuraklık konusunda davul zurna çalınırken; Türkiye’de de sorumlu belediyecilerin hemşehrilerini susuz bırakmamak için her türlü çareyi düşünerek her türlü önlemi alarak mevcut durumun nispeten sorunsuz atlatılması için çaba göstermişlerdir. Ancak bunların böyle olmasına karşın; Ankara Belediye başkanı Melih Bey seçim önceleri TV kanallarını tek tek dolaşarak AKP belediyelerinin ne kadar liyakatlı kadrolara sahip olduğunu anlata anlata bitirememiş ve neden Türkiye’nin CHP’li kadrolara bırakılamayacağını yaya yaya anlatmıştı ancak o gün; Sevgili Yurdum insanı;
1. Neden bu TV kanalları sadece Melih Beyi davet ederler de mesela neden İzmir Belediye Başkan’ını bir gün bile davet etmezler, yada TV ciler davet ediyorlar da yoksa diğer Belediye Başkanlarımı davete icabet etmezler,
2. Neden bu TV kanalları, seçim sonrasında yaptıkları üzere hergün Ankara’nın su kaynaklarındaki son durumu 10 larca dakika gösteriyorlar da seçim öncesi bırakalım bu durumu göstermelerini bir kenara TV TV dolaşan Melih Bey’e def i bela kabilinden sırf sorulmuş olsun diye sorulmasının dışında soru sormazlar,
3. Su kesinti proğramını seçimden sonra açıklayacağım diyen başkana belediyecilik dışı soru sorulması acaba başka şeylerin idmanımıdır?
4. 1998 depreminde Gölcük’lülerin başına gelenleri uhrevi güçlere bağlayanlar var iken, şimdi susuzluğunda acaba uhrevi birtakım güçlerin başımıza getirdiği şeylermidir?
5. Kardeşim 14 yıldır Ankara’da su için yeni bir yatırım yapıldımı? Yapıldı ise yeterlimidir? Yapılmadı ise neden yapılmadı?
6. Şimdi büyük bir hamle ile Kızılırmak’ın suyu getirilmeye çalışılıyor ama DPT, DSİ, Çevre Bakanlığı, Üniversiteler’in bu konuda Kızılırmak havzası ve nehri ile ilgili uyarıları nedir? Bu suyun arıtılamaz düzeyde sanayi atıkları ile kirletildiği söyleniyor ve yazılıyor acaba bunlar doğru mu?
diye düşünmez ise olacağı da budur. Oysa tüm dünyada çalınan davul ve zurnanın Ankara’dan duyulmamasına şaşmamak gerek.

Şimdi Avrupa başkenti diye övünülen Ankara tankercilerin başkenti olmuş durumdadır.

Nerede ise tankerlerin tamamının 63 (Urfa)– 02 (Adıyaman)- 03(Afyon) plakalı araçlardan oluşması tesadüf mü acaba? Yoksa derin yada sığ tarikat ilişkilerinin sonucumudur bütün bu istihdamlar?

Bu belediyenin liyakatlı ve hatta sadaka(t)lı yöneticilerinin yaptığı yollar çöküyor, metro tünelleri çöküyor, istimlakler doğru düzgün yapılmadığı için trilyonlar harcanan 4 yada 5 şeritli yollar bu yüzden yer yer 2 şeride düşüyor, trilyonlar harcanan ve trafiğe çözüm olacağı söylenen altgeçitlerde yağmura yakalananlar ise boğulmamak için çırpınıyor, büyük paralar harcanarak yapılan havuzlar pislik yuvası haline geliyor,

Ama ne tasa ne gam... Gelsin bulgur , gelsin kömür... gitsin gelecek...

Yıllar önce Kanal A da; haberlerde bir sahne izlemiştim; Çayyolu’nda halka bir açık hava mitinginde seslenen Melih Gökçek vatandaşlara kendilerine ne kadar fazla hizmet ettiğini; sade suya trit misali propaganda yaparken kendisini sürekli olarak protesto eden bir kısım izleyicilerden birini kürsüye davet ederek “neden kendisini en şiddetli protesto edenlerden biri olduğunu” soruyor ve protestocunun da kendisine uzatılan mikrofonu dinleyicilere uzatarak “bunun cevabını halka bırakıyorum” demiş ve protestolar yoğunlaşmış idi, bilahare halka konuşmasına devam eden Melih Gökçek de “su borunuz şu çapta idi 3 kat arttırarak bu çapa çıkardım, şu kadar m2 yeşil alanının vardı 5 e katlayarak şu kadar m2 ye çıkardım, şu kadar kaldırım yaptım” türünden martavala devam edince meşhur protestocuda artık alkışlama moduna geçmiş idi. Tabi bu haberin bu kısmının bir mizansen olduğu söylenebilir ama; son seçimler öncesi ve sonrası malum tablonun o günlerden bu günlerin bir müjdecisi gibi durduğu hiç tartışılmaz...

Ben şimdi Melih Gökçek’in yerinde olsam hiç bir yerden su isale hattı döşeyerek su getirmek gibi bir ekonomik seferberliğe ve zorluğa girmem; hazırda akarsuların özelleştirilmesi de Hükümet sözcüleri tarafından gündeme taşınmış iken; kızılırmak’ın sularını özenle 1 lt lik şişelerle halka hamam suyu, traş suyu ve taharet suyu olarak satarım.

RMC
01.08.2007 Ankara