Demokrasi talepleri ile İstanbul Taksim Gezi Parkında
başlayan ve adım adım tüm Canım Yurdumu saran eylemler evrile evrile başka
boyutlar alarak, kökü dışarıdadır, arkalarında gizli örgütler vardır yalan ve
kara propagandasına rağmen halen devam etmektedir ve görünen o ki uzunca bir
süre devam da edecektir. Adalet, hak hukuk arayışı süreçlerinde; Baro, Tabip
Odaları başta olmak üzere diğer tüm meslek kuruluşları gibi Mühendis Odaları da
yerlerini geçmişte olduğu gibi bugün de almış ve alacaklardır, 3-5 kendini
bilmez istiyor diye bu işten mühendislerin vazgeçeceği düşünülüyorsa çok
yanılıyorlar. Mühendisler ve onların meslek kuruluşları bu mağrur muktedirlerin
yaptığı yasalar ile kurulmuş olmalarına ve o kurallara uygun çalışmalarına rağmen
neden sürekli hedef olmuşlardır diye baktığımızda; Süleyman Demirel, Turgut
Özal, Tansu Çiller, Necmettin Erbakan devri iktidarlarında imar numaralarının
yarattığı mamanın büyüklüğünün başta çevre katliamı yaratan rant ekonomisine ve
yarattığı çarpık kentleşme ve onun sonuçlarının doğurduğu sağlıksız toplumsal
ilişkilere hep direnmişlerdir. Ancak bu sığ (hatta sığ bile denmez ya)
zihniyetin en önemli temsilcilerinden birisi; bir tarihlerde kenti otoyollara
çevirme girişimi olan ardı ardına inşa edilen onlarca alt-üst geçitlere karşı
çıktığında TMMOB ni hedefe koyarak, kontrolünde tuttuğu şehir içi yolcu
taşımacılığının en önemli unsuru minibüslerin arka camlarına “mühendisler siz işinize bakın köprü yapmak
bizim işimiz” afişleri yapıştırtacak kadar da komikleşmişlerdi, ancak bu
komikleşmeden nasip ve murat canım yurdumun insanları tarafından alınamadığı
gibi o kurumda çalışan yüzlerce yandaş mühendisten de ses çıkmamıştı… Oysa
mühendis yandaş olmaz, mühendis sadece kendisine, ilgili disiplinin yemini mucibince
yüklenen misyon doğrultusunda, teknik, sosyal, ekonomik ve bunların
sonuçlarının siyasal yaşama yansımasına uygun davranışları ahlaken göstermek
durumundadır, yoksa “beni işten atarlar”, “ne yapayım bana emir verildi” gibi
saiklerle değerlendirmeler başlamışsa ki maalesef bol miktarda örnek var bu
konuda, artık kelamın kar etmediği noktada olduğumuzun yegane kanıtıdır bu.
Günümüzde de maalesef bazı meslektaşlarımız “Ya taraf ya da bertaraf” kara
propagandasının yarattığı etki alanının, etki ya da tılsımı mucibince oluşan
korku ortamında ses çıkaramaz hale gelmişlerdir, muktedirlerin sürekli toplumu
rencide edecek karar üretimleri sonucunda “biz
seçimle geldik” gibi kafa karıştırmaya yönelik abuk subuk yaklaşımlarına
ses çıkaramaz, fikir beyan edemez noktasındaki bu aklı kiradaki muhteremler de,
üstelik kendilerinin de katıldıkları seçimler sonucunda oluşmuş oda
yönetimlerine destek vermeleri ya da en azından saygı göstermeleri gerekmez mi?
Yahu kardeşim hani seçim kutsaldı, hani seçim muteberdi, hani seçimle gelen her
şeyi yapabilir idi, bunların birer palavra olduğu gün gibi aşikâr da tabii ki
görebilene… “Ya taraf ya da bertaraf” gibi faşist kafanın, hadi biraz yumuşatarak
söyleyelim demokrasiye yatkın olmayan kafanın dışa vurumunun en önemli öğesi olan
bu cümleyi kullanıp devamında da “bugün sessiz kalanların, yarın huzurumuza
gelmesi halinde biz de sessiz kalacağız”
demesini, içlerine sindirmesini ya da bu görüşe tepkisiz kalışını ya da
şiddetle ret etmeyişlerini olsa olsa “yetmez
ama evet” çiler ile “babadan kalma
ya da doğuştan evet”çiler becerebilirler…
Ancak kafalarının ardı çok karanlık bu fikri sadıkların,
karanlık dedikse belirsiz demedik, karanlık dedik çünkü biz göremiyoruz,
aydınlık ve net dedik çünkü kendileri adım adım neyi, nasıl ve ne zaman
yapacaklarını, çok uzun yıllar önce karanlık mahfillerde yapılan plan
doğrultusunda, bilerek uygulamaktadırlar.
Hatırlıyorum; bu ardı karanlık zihinlerin öncüllerinden bir
muktedir bir zamanlar, cezaevlerindeki mahkûmları “Kuran”ı birkaç kez hatim etmeleri
halinde serbest bırakalım diyebilecek kadar ileri götürmüş idi konuyu…
Doktorların meslek icra ettiği yerlerin kendileri açısından bir rant kapısı
olmaması halinde eminim ki, hiç sıkılmadan doktorların yerine üfürükçü
hocaların ikame edilmesi önerisini bile getirebilirler… Eeeee ne olacak
Öğretmen okullarını kapatıp yerine ziraat mühendislerini öğretmen atayan
zihniyetlerin memleketi taşıyacakları yer ancak burası olabilir, her şeye
rağmen yine de iyi sayılırız bir bakıma, bu kadar iç ve dış düşman saldırısı
altında bu kadar dayanabilmek ve direnebilmekte mahir bir durumdur…
Gündemimizi Mısır’daki darbeci ordu ve darbe mağdurları gibi
gösterilen İhvan (Müslüman kardeşler) hareketi oluşturuyor ya, oysa dünya âlem
biliyor ki bunlar birbirlerinin mütemmim cüzüdürler, orayla çok ilgiliyiz ya
keçinin koyuna popon göründü gerekçesi ile eleştirisi misali… Malum hikâye,
koyun telin üstünden atlarken sürekli poposunu kapatan kuyruğun kalkması
neticesinde, keçi ki kuyruğu sürekli kalkık ve popo sürekli görülür
vaziyettedir, koyunla popon göründü şamatası yapması… Memleket yangın yeri,
kimin umurunda, varsa yoksa Mısır, eeeee görev aşkı bu olsa gerek…
Şimdi; tüm yasa yapma temayüllerinin aksine komisyonlarda
bile görüşülmeksizin, Meclis genel kurulunda gezi parkı eylemlerinin hiçbir
mahkeme kararı olmaksızın sorumlusu ve kusurlusu ilan edilerek, Türkiye
mühendislik hayatını çok olumsuz etkileyecek kararlar olan ve TMMOB yasası diye
anılan ve Mühendis ve Mimarların ve de onların mesleki kuruluşu odalarının
yetkilerinin önemli bir kısmının bakanlığa devri ile ortalık çalkalanmaktadır. Sanki
Canım Yurdumun tek derdi, odaların denetim yapma yetkisinin neticeleridir de,
yemeden içmeden torba yasaya bu konuda hemen atılıverip çorbaya devam
edilmiştir. İddia edildiği üzere futbol oynarken kendisine faul yapanı bile
asla unutmayan liderin Geziyi de unutmayacağını iddia edenler bir kez daha
haklı çıkmış, ancak kişisel bu husumet ötesinde tüm memleketin bir arsa görülüp
daha fazla rant nasıl üretilir modelinin önü açılmıştır, umarım destekçiler
bunun farkındadır. Bugün bu subukluklara destek verenlerin; yapılmak istenenin mühendislik,
mimarlık, şehir plancılığı faaliyetlerinin mesleki disiplin içerisinde
yürütülmesinin, koordine edilmesinin teminini sağlayan meslek örgütlerinin
yürüttüğü kamusal hizmeti, rant peşinde koşanlara devrederek ve bunları
yetkilendirmek suretiyle de tüm Türkiye’nin rant alanlarına dönüştürülmesinin amaçlandığını
görmeleri gerekmektedir. Aksi takdirde ahhh Türkiyem Vahhh Türkiyem demenin bir
manası yoktur… Eksiğiyle gediğiyle ülkesini, meslek onurunu, doğayı, suyu,
toprağı savunmaya çalışan meslektaşlarımıza nasıl bir kindir bu anlayamadım,
ama yukarıdaki satırlarda da bahsettiğim üzere, Mühendislerin köprü yapımına
müdahil olmalarından bile rahatsız bir muktedir profili ile karşı karşıya
olununca yapacak fazlaca bir şey kalmıyor, direnmekten başka, bu saldırılara
karşı durmaktan başka… Bu köprü meselesine taktığımı dillendirenlerin olduğunu
duyuyor gibiyim, inanmayan varsa gitsin Ankara Sıhhıye meydanındaki ucube
köprünün kaç denetim firması değiştirilmek suretiyle ulaşıma açıldığına
baksınlar yeter…
Mısır’da, Mısır Elektrik İdaresinin yürüttüğü ve
şirketimizin üstlendiği bir dolu projeden birinin çalışmalarını yürüttüğümüz
bir dönem, bu vesile ile de idarenin farklı departmanlarında günlük işlerin
takibi için bulunduğumuz sürelerde çalışanların birbirlerine görev farkı
gözetmeksizin “başmuhendiz” benzeri
bir sözcükle seslendiklerine şahit olmuş ve kendilerine, birbirlerine neden
böyle seslendiklerini, burada çaycının bile böyle çağrılmasının nedeninin ne
olduğunu sorduğumda, aldığım yanıt bir hayli ilginç idi. Ülkede 2 tür mühendis
olduğunu, “mühendis el fenni” ve “mühendis el ehli” diye
tanımlandıklarını, bunlardan birincisini mühendislik mektebi mezunlarının,
ikincisini ise alaylı diye nitelenecek şekilde şantiyelerde uzun süre
çalışmasının neticesinde edinilebildiğini hayretler içinde kalarak öğrenmiş
idim… Evet; artık AK günlere az kaldı, adalet bakanı Kuran’ı hatim edenleri
serbest bırakalım, diğeri köprüleri-altgeçitleri mühendisler değil şöförler
yapsın, kontrol etsin, şimdide istermisiniz bu yasayla birlikte canım yurdumun
inşaat faaliyetlerini “mühendis el ehli”
vasıtasıyla yürütsünler ve mimar ve mühendisleri de amele atasınlar…