12 Eylül açık faşizm uygulamaları döneminde, gerek işkencenin
ve zulmün zirvesi sayılan ve tarihe de bu ünüyle geçen ve asla da
unutulamayacak meşhur DAL grubu gözaltıları,
gerekse de her dönem mutlaka kendine haklı şöhreti edinmiş MAMAK cezaevindeki siyasi baskıları ve tutsaklıkları ile bu sürece ve
yaratılan fırtınaların alt üst ettiği dönem sonrasına ilişkin, gerek kendi
tutsaklığı döneminde doğrudan yaşanmış ya da bir şekilde arkadaşlarının
yaşadıklarına ilişkin gerekse de gözlemlerine dayalı 10 adet şiir tadında
öyküsünün bulunduğu 2. baskısı Kasım 2011 de gerçekleştirilmiş olan, Alime
Yalçın Mitap’ın yazdığı bir kitap elime geçti, fiziksel olarakta tam şiir
kitabı görünümlü bir öykü kitabı, akıcılığı, sevecen ve kapsayıcı anlatımı ile hemen
bir solukta okunabiliyor.
Çevre duyarlılığı nedeniyle de “Allianoi Girişim Grubu” dönem sözcülüğü de yaptığı bilinen yazar
Alime Yalçın Mitap, özgeçmişinden anladığımız kadarı ile, ilkokuldan bu yana
devam eden resim ilgisini tutsaklık sonrası dönemde katıldığı atölye süreçleri
ile geliştirmiş ve yurt içi ve yurt dışı sergiler ile taçlandırmış, mezkur
kitaba da resim ve desen faaliyetlerinin farklı dönemlerine ait resimlerini,
konuların önemine göre dağıtarak müthiş bir çalışma oluşturmuş. Yazar bu öykü kitabını, bir başka
yerdeki sunuş yazısında, 12 Eylül’ün zulmü altında yaşamlarını yitirmiş olan,
hayatta kalmayı başarmış olmalarına rağmen bu kâbus nedeniyle yaşamları
kararmış olan tüm devrimcilere ve cezaevi kapılarında yıllarca çile çeken
tutsak yakınlarına armağan ettiğini ifade ediyor ve biz de işte bu yüzden bu güzel
armağanı, kısmen anılarımızın tazelenmesi kabilinden, yüreğimizi burksa da
adeta o günlere tekrar giderek, okuyoruz. Beynine ve ellerine sağlık diliyor ve
tanıklıkları paylaşma aracı olarak bu yazıların uzun yıllarca devam etmesini
diliyoruz.
“Güneşe yükselen” adlı öyküde 12 Eylül gözaltı
döneminde, yaşanan büyük acıların içinde, sürekli dayatılanın doğal neticesi
olacak ölümün gelmesini, “upuzun uzanıp beyaz çarşafların üstüne, pencereden
esen hafif bir meltemin serinliğinde öylece ölmek ister insan” diyerek idealize ederek
şiirselleştirmekte ve “genç yüreklerimizde hoyratça izler bırakan
büyük acılardan süzülüp gelen küçük sevinçlerle sürer şimdi yaşam” diyerek te; yaşama bağlılığın ve yaşamın,
ezik yüreklere rağmen küçük sevinçlere dayalı sürmesini şiirselleştirmektedir.
“Tabutlukta bir
İbrahim” adlı
öyküde ise; “10 günlük açlık grevi yapma nedenimiz, Mamak askeri
cezaevi genelinde, özellikle de A Blokta uygulanan sistemli zulmü, onur kırıcı
uygulamaları protesto etmekti.” diye takdim ettiği ve sonucunda
Mamak cezaevinde bizzat cezaevi komutanı Raci Tetik’in organize ettiği ve dönemin
ceza üstüne cezası olan “tabutluk” a tıkılma gerçekleşir. 10 gün boyunca, bir
insanın kısa bir süre için bile olsa tek başına kalmasının fizik olarak olanaksız
olduğu tabutluklarda, 2 kişi nasıl yaşanabileceğinin, uyumanın ancak ayakta
başarılabileceğinin, insanın yaşamını idame ettirirken nasıl destansı direniş
ve dayanma gücü sergileyebileceğinin ipuçlarının görüldüğü anları anlatırken
hemşehrisi bir askerin, “İbrahim”in,
komutanların yaratıkları terör ortamında sadece tutsaklar üstünde değil
askerler üstünde de uyguladığı yaygın şiddete karşı yiğitçe direnmesinin kısa
öyküsüdür. Hemşehrisi askerin birer dilimde olsa portakal verdikten sonra iz
kalmasın diye portakal çekirdeklerinin yutulmasının, İbrahim’ın nöbetçi olduğu
anlarda türkü söylenmesinin yarattığı hoşluğu, hele hele de İbrahim’in terhis
sonrası yazarın ailesine giderek sağlık haberi ileteceği olmasını gece ile
gündüzün birbirine karışmasının yarattığı sonsuzluk duygusu ve ortamı içinde
anlatması muhteşem… Yazarın bilahare İbrahim’den önce tahliye olması, sağlık
haberi iletmek üzere gelen İbrahim’i evde bizzat kendisinin karşılaması ve
birbirlerini sadece seslerinden tanıyor olmaları ise öykünün harika bir finali
olmuş…
“Koral” başlıklı öyküde, bir kitabın sayfalarına “Yaşam bize
çirkin yüzlerini gösterse de doğanın güzel çiçeklerini toplayıp masamızın
üstüne koymasını biliriz” diye not düşen ve öyküye ismini veren arkadaşının yaşamını yitirmesinin
derin acıları içinde, Koral’ın babasının doğum günü olan 19 Mayıs 1919 unda
önemsenerek not edilmiş olması öykünün, günümüzün de önemine binaen bu yanıyla pek
bir uygun düştüğünü söylemek gerekmektedir. Yazarın “İnsanoğlunun, özgürlük ve barış
içinde, doğaya saygılı bir yaşam idealinin neferlerinden di o” diyerek tanımladığı arkadaşı Koral
Dünyaoğullarının 27 Şubat 2008 de ebediyete intikal ettiğini anlıyoruz, ışıklar
içinde uyusun…
“Bir ışık demetiydi
o” başlıklı öyküde; yazar öğrencilik dönemi arkadaşlarından Aydın Erol’u konu
edinmektedir, andıkça gözyaşlarının akmasına ve yüreğinin burkulmasına neden
olmaktadır anıları, 12 Eylül öncesi devrimci dostluğa dayalı devrimci
arkadaşının artık hayatta olmaması kendisini derinden yaralamaktadır, Aydın
Erol 24 Ekim 1987 de, 12 Eylül Faşist darbesinin ardından gitmek zorunda olduğu
yaban el Almanya’da, sorumsuzca sıkılan bir silahın kurşunuyla kaza ile
hayatını kaybetmiştir. Ölümünün ardından Mamak cezaevine haber vermek üzere
görüşe gittiğini ve görüş sonrası durumu ise; “görüş bittiğinde dışarıya çıkarken
Mamak Askeri Cezaevi’nin sarsıldığını hissettim. Bu sessiz ama büyük bir
sarsıntıydı. Aydın’ın ölüm haberiyle sarsılıyordu A blok… Aslında hiç ses
çıkmıyordu. Bir kargaşa da yoktu, Her şey olağan akışında gibiydi ama gerçek
durum farklıydı. Derinden hissediyordum ki bu acı haber, hücreden hücreye ve
koğuşlara yayılan büyük bir yangın olup dağlamıştı yürekleri…” diyerek açıklamaktadır. 1970 li
yılların iç savaş koşullarında, iyi bir balet olmanın iyi bir devrimci olmaktan
geçeceğine inanan ve o biçimiyle düşünce ve fizik yapısını geliştiren, Aydın
Erol; kendisi adına gelecek vadeden bale yanında yer jimnastiği ile yakından
ilgilendiği için mükemmel bir vücut performansına sahiptir diye tarif
edilmektedir kendisini yakından tanıyanlar. Sinema ve tiyatro sanatçısı İlyas
Salman’ın Aydın Erol’un ölümü üzerine şu şiiri ölüm ilanlarına koşut verdiği
bilinmektedir.
“Aç idik, seninle doyduk
Ağladık, sayende güldükAydın'ım, bir tanem benim
Dost kurşununa gidenim
Yaşayacak nem var benim?
Seni vurdular, biz öldük."
Kitabın son öyküsünde ise; ötekileştirme, yok etme, sürgün
etme hedefleri ile yaratılan nefret politikaları sonucu, Manisa’nın Selendi
ilçesinde yaşayan Roman Vatandaşlarımızın Salihli’ye sürülmeleri üzerine onlara
yapılan ziyarete ve bu konudaki gerek Romanlara ve gerekse de diğer etnik ve
dini farklılıklara sahip vatandaşlarımıza karşı uygulanan ırkçı politikalara ince
ince sert eleştirilerde bulunmaktadır. Canım yurdumun 2010 yılına girmeye
hazırlandığı bir dönemde, mezkûr ilçede Roman vatandaşlara karşı nefret
duyguları içindeki ırkçılar ve yardakçılarının uzun süredir kaynattıkları cadı
kazanı sonuç verir ve olaylar patlar, uyduruk bir bahane ile başlayan bu nefret
Romanların Salihli’ye sürülmeleri ile nihayetlenir. “Vurun Çingenelere! diye bağırdılar” Bu
nefret dolu cümle, insanlık tarihinin karanlık dehlizlerinden yankılanarak
geliyordu kulaklarımıza. Tarihin kanalizasyonları zaman zaman patlıyordu. İşte
bir kez daha pis kokular sarmıştı ortalığı…
“Vurun Yahudilere”
“Vurun eşcinsellere”“Vurun komünistlere”
“Vurun kahpeye” denilerek sürgün öncesini, “Dönüş
yolunda faşizmi, ayrımcılığı, hoşgörüsüzlüğü, önyargılı yaklaşımları
lanetlerken bu nefreti yaratan “karanlığı sorgulamak” gerektiğini bir kez daha
düşünmeden edemedik.”
diyerek te ziyaret sonrasını, diplomasiyi eleştiride zirveye oturtarak
zorluyor, Yazar Alime Yalçın Mitap…
Evet; dünü güne bağlayan, bağlarken de insanlık adına
kıssadan hisseleri inceden veren bu şiirimsi öykü kitabı, bence okuyacak herkes
tarafından çok sevilecektir.