
Araştırmacı
yazar, belgeselci Dursun Özden’in “Galina’nın Nazım’ı” adlı kitabını büyük bir
merakla okudum üstelik temini de hiç de kolay olmadı, sahaflardan edindim. Bu
kadar uğraşıya değdi mi diye soracak olursanız, hani bilinmeyen ne vardı da
öğrendiniz diye, vallahi yeni bir şey yok şüphesiz… Ancak mezkûr kitap Yıldız
Sertel’in önsözü ile başlıyor ve oradan niyet anlaşılıyor hemen, sanki hızlı ve
kısa bir değerlendirme ile Galina ne kadar şefkatli, dikkatli ve itinalı birisi
idi lakin Vera ise bir o kadar savruk, hoyrat ve egoist birisidir
şartlandırması niyeti var… Daha önce okuduğum benzer değerlendirmeler de vardı
şüphesiz… Lakin farklı kaynaklardan okununca da değerlendirmelerin kasıtlı ya
da kasıtsız eksik yapıldığı ya da eksik yapılmasının tercih edildiği gibi bir
kanı oluşuyor bende ve eksik olduğu için de yanlış anlaşılmalara sebep olması
hasebiyle çok dikkatli olunması gerektiğinin iyi bilinmesi gerekir diye
düşünüyorum. Çok da öne çıkmak istemediği her halinden anlaşılan Sovyetler
Birliği’ne gittiğinde ilk eşi ve doktoru Galina ile sonradan 2. evliliğini
yaptığı ve ziyadesiyle bilinen, öne çıkan Vera kıyaslaması yapılmış gibi hem de
çok haksız bir biçimde bana göre… Hatırı sayılır miktarda Nazım Hikmet anıları,
kitapları okudum… Çok azında Dursun Özden değerlendirmelerine benzer
değerlendirmeler gördüm…
Bir
şiirinden hareketle “Rüzgâra Karşı
Yürüyen Adam” şeklinde granit
taş üzerine yontulmuş halde işlenen kabrinin bir parçasını da “Vera”nın
oluşturduğu düzenleme bile ittifakla gerçekleştiğinden adeta aksi iddiaların
bir tekzibidir. Rüzgâra karşı yürüyen adam, dünyada kültürümüzün ve dilimizin
çok değerli ve tavizsiz temsilcisi büyük ustanın mezarını ziyaret ettiğinizde
göreceksiniz ki aynı mezarı bile paylaşmaktalar, bu bile bir tekzip
mahiyetindedir bana göre… Lakin söylenir de durur, yok aslında Vera’nın gönlü
ve gözü başkasındadır, ayıptır vallahi… Ayıptır diyorum çünkü bir defa bu kadar
özele girmekte nasıl bir beklenti var diğeri ise Vera hür düşünceye haiz biri
isterse hemen ayrılır gider, Sovyetler Birliğinde boşanmak öyle bizdeki gibi
zor bir şey mi tek celsede her şey bitiriliyor, en mühimi ise çok rahatsız ise
neden orada dursun bırakır gider. Sovyetler Birliğinde kadınlar diğer
ülkelerdeki gibi boşanmayı bir zenginleşme aracı görmezler… Şimdi duyar gibiyim
Nazım’ın ününden, şanından, parasından ve imkânlarından yararlanıyor diye,
gülüyorum. Vera’nın böyle bir şeye ihtiyacı olduğunu düşünmüyorum, çok çeşitli
gerekçelerim var bunu söylerken lakin en mühimi Sovyetler Birliği öyle bizim
ülkelerdeki gibi büyük paralar gerektirecek hayatların sürdürüldüğü bir
coğrafya değildir. İyi bir semtte olmakla birlikte evleri sıradan insanların
evlerinden farklı değil ki… Vs vs. Bu lafları söylerken ziyadesiyle dikkat
edilmesi gerekir… Örneğin Nazım Galina’dan ayrılırken neredeyse her şeyini ona
bırakır, öyle bazılarının söylediği gibi Galina hiç bir şey vermedi iddiası
doğru değil… Fazla sevmediğim bir lafı artık söyleme mecburiyeti hâsıl oldu,
bilen de, bilmeyen de hülasa ağzı olan konuşuyor… Ayrıca mezkûr kitabın
ilerleyen sayfalarında Galina’nın ağzından önsözü biraz önyargılı kaleme aldığı
anlaşılan Yıldız Sertel’i teyit eder kelamlar çıkmıyor. O tamamen
yaşanılanların mahremiyetine ziyadesiyle inanıyor ve saygılı davranıyor
görüntüsü var baştan sona kadar… Tam Sovyetler Birliği sıradan vatandaşına
münasip biçimde… Belki de gözden kaçan ya da kaçırılmak istenen Nazım’ın
bilinenden fazla ilişkisinin olduğu mudur acaba? Esasen Nazım çılgınlık
düzeyinde duygusaldır, tam da bu sebeple aşkları gibi, hüzünleri de, sevinçleri
de, umutları da, hasretleri de, hayretleri de, hedefleri de, beklentileri de başkalarınkilerden
fazladır, tam da bu yüzden ziyadesiyle coşkulu şiirler üretebilmiştir.
Ayrılıklar
Nazım için adeta vukuatı adiyedendir, esasen ayrılmayı pek sevmez gibi görünür,
her ayrılık sonrası az ya da çok pişmanlıklar ifade eder bunu sezdirir, lakin
ayrılır. Bunu “otobiyografi” şiirinde müthiş anlatır,
1902’de doğdum
doğduğum şehre dönmedim bir
daha
geriye dönmeyi sevmem.
üç yaşımda Halep’te paşa
torunluğu ettim
on dokuzumda Moskova’da
komünist Üniversite öğrenciliği
kırk dokuzumda yine Moskova’da
Tseka-parti konukluğu ve
on dördümden beri şairlik
ederim.
kimi insan otların kimi insan
balıkların çeşidini bilir
ben
ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar
yıldızların adını
ben hasretlerin
hapislerde de yattım büyük
otellerde de
açlık çektim açlık grevi de
içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir
otuzumda asılmamı istediler,
kırk sekizimde Barış
madalyasının bana verilmesini
verdiler de
otuz altımda yarım yılda
geçtim dört metrekare betonu
elli dokuzumda on sekiz saatte uçtum Prağ’dan
Havana’ya.
Lenin’i görmedim nöbet tuttum
tabutunun başında 924’te
961’de ziyaret ettiğim
anıtkabri kitaplarıdır
partimden koparmağa
yeltendiler beni
sökmedi
yıkılan putların altında
ezilmedim
951’de bir denizde genç bir
arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün
52’de çatlak bir yürekle dört
ay sırt üstü bekledim ölümü
sevdiğim kadınları deli gibi
kıskandım
şu kadarcık haset etmedim
Şarlo’ya bile
aldattım kadınlarımı
konuşmadım arkasından
dostlarımın içtim ama akşamcı olmadım
hep alnımın teriyle çıkardım
ekmek paramı, ne mutlu bana
başkasının hesabına utandım
yalan söyledim
yalan söyledim başkasını
üzmemek için
ama durup dururken de yalan
söyledim
bindim tirene, uçağa,
otomobile,
çoğunluk binemiyor.
operaya gittim,
çoğunluk gidemiyor adını bile
duymamış operanın
çoğunluğun gittiği kimi
yerlere ben de gitmedim 21’den beri
camiye kiliseye tapınağa
havraya büyücüye,
ama kahve falına
baktırdığım oldu
yazılarım otuz kırk dilde
basılır
Türkiyem’de Türkçemle yasak
kansere yakalanmadım daha
yakalanmam da şart değil
başbakan filân olacağım yok
meraklısı da değilim bu işin
bir de harbe girmedim
sığınaklara da inmedim gece
yarıları
yollara da düşmedim pike yapan
uçakların altında
ama sevdalandım altmışıma
yakın
sözün kısası yoldaşlar
bugün Berlin’de kederden
gebermekte olsam da
insanca yaşadım diyebilirim
ve daha ne kadar yaşarım,
başımdan neler
geçer daha
kim bilir.
Şiirden
alıntı yapacaktım tefrik etmeyi beceremedim lakin yolundan ve kararından geriye
dönmeme, vatan ve aşk hasreti çekme başta olmak üzere her tarif mükemmel… İşte
ne diyor büyük usta “altmışıma yakın sevdalandım” siz hala başka hikâyeler
anlatın… Sonuç itibariyle başta Galina’nın olmak üzere Dursun Özden’in seyahat
notlarını ve anılarını okumak son derece zevkli oldu, kendisine teşekkürler…