Türkiye hapishanelerini
başlıca üç kısma ayırabiliriz:
1- Büyükşehir hapishaneleri.
2- Vilayet hapishaneleri.
3- Kaza hapishaneleri.
Birinci sınıf hapishaneler
yalnız İstanbul ve İzmir'dedir. Bu hapishaneler, nispeten beynelmilel mahiyette
olan mücrim tiplerini, cemiyetin çizdiği yoldan bilerek çıkan zayıf karakterli,
yanlış düşünüşlü psikopatları ihtiva ederler. Türkiye'ye has olan mücrimler
yalnız hiddet veya içki tesiriyle veya kıskançlık yüzünden katillerdir. Diğer
mahkûmlar, yani hırsızlar, yankesiciler ve diğer serseriler umumi mücrim
evsafını haizdirler.
Türkiye için asıl haiz-i
ehemmiyet olan ve çok karakteristik vasıflara malik bulunan hapishaneler,
vilayetlerde veya müstakil ağır ceza teşkilatına malik kazalardaki umumi hapishanelerdir.
Bu hapishaneleri umumiyetle
mücrim olmayan mahkûmlar doldurur. Ekserisi katilden yatan bu mahkûmlar, kendi
muhitleri ve zihinleri nazar-ı itibara alınırsa, gayet tabii, makul ve namuslu
insanlardır. Çocukluktan beri, kendisine küfür edildiği zaman silaha davranarak
namusunu kurtarmayı meşru ve lazım gösteren zihniyet ve muhit telakkileri, buna
karşı olan kanunun karşısında eriyecek kadar zayıf değildir. Mesela bozkırda
kendisine veya akrabasına bir hakaret veya bir zarar yapan adamı öldürmeyerek
bunlara tahammül etmek, senelerce hapse mahkûm olup yatmaktan daha haysiyet-şiken,
daha gayr-i kâbil-i tahammül addedilmektedir. Mesela garbi Anadolu'da, köyün
biraz yüreklilerinin dağa çıkıp zeybek olması, köy basması, düğün yerinde
sarhoş olunca etrafa tabanca atması en tabii, en makul, münasip ve hatta mergup
hareketlerden addedilmektedir.
Bu telakki tarzları, bu
havali sakinlerinin dimağlarında doğdukları günden beri yer etmekte olduğundan
kanun icap ettiği tesiri yapamamakta ve ancak iş olsun diye, hiçbir faydası ve
gayesi olmadan tatbik edilmektedir. Ceza, diğerlerini ıslah değil, ihafe bile
edemediğinden bu sözler mübalağalı değildir. Halk, kanuna rağmen kendi
telakkilerine göre hareket etmeyi bir namus borcu ve bir fedakarlık bildikçe
hapishanelerin her zaman için böyle mücrim olmayan zihniyet kurbanı mahkûmlarla
dolması tabiidir.
Bu kabil mahkûmların çoğu,
vakar ve haysiyetlerine burada da ziyadesiyle dikkat ederler. Yalnız bakacak
kimseleri olmayan ve bir tayına kalan bazı mahkûmlar başkalarına hizmet etmeyi
haysiyetlerine yediremediklerinden zorbalaşmaya, diğer zayıf mahkûmlara, yeni
gelen mahkûmlara tahakküm, onları istismar etmeye başlarlar. Zaruret ve sefalet
bu adamları uzun mahkûmiyet senelerinde, hilekâr, hâin yapmakta gecikmez...
Bu adamların cemiyet için
kaybolmalarına yardım eden en dehşetli vasıtalardan biri de "esrar"dır.
Türkiye'de içerisine külliyatlı miktarda esrar girmemiş hiçbir hapishane yoktur.
Bir iki tanesi müstesna, birçok yerlerde esrar açıkça ve hatta gardiyanların
yanında içilir. Esrarı içeri sokan gardiyanlar ve jandarmalardır. Mahkûmlar da
envâi türlü vasıtalarla kendileri de getirirler. Mesela ekmek veya karpuzun
içinde. Esrar kullanmayan mahkûm %3 kadar ancak vardır ve bunu kullananlar göze
çarpan ruhi bir düşkünlük -apati- içinde dimâğen tamamiyle mahvolurlar.
Çıktıklarında bunu terk etmeleri imkânsızdır.
Kumar bazı hapishanelerde
çok serbesttir. İzmir, İstanbul, Konya, Ankara, Samsun hapishanelerinde alınan
çok sıkı tedbirler bunun buralarda mahdut şekilde oynanmasına mucip olmaktadır.
Mamafih çok kere bir tek zar, bir aşık, hatta yazı mı tura mı oynamak için bir
kuruş, beş on kişinin kirli ışıklı bir lambanın altında saatlerce kumar
oynamasına ve sırtlarından yeleklerini, üstlerinden yorganlarını vermelerine
kifayet eder. Şâyân-ı hayret olan cihet, kumarı hemen hemen tamamen
çıplakların, yani kimsesi olmayan, yalnız bir tayınla ve başkalarına hizmet
ederek yaşamaya mecbur bulunanların oynamasıdır.
Bütün Türkiye
hapishanelerinde ehemmiyetli bir yekûn tutan bir sınıf da devlet veya millet
parası çalıp gelen memurlardır. Türkiye'de imkân bulup da para çalmayan memur
olmadığına göre bu adamların da hataları ve diğer hapis olmayanlardan farkları
yakalanmaktan yani biraz acemilikten ibaret olup, hadd-ı zatında kendilerine
göre çok sağlam ahlak ve namus telakkileri olan bu adamlara külliyen mücrim
demek imkânsızdır.
Sonra bilhassa Orta
Anadolu'da görülen kadın kaçırmak, avrat sürümek cürümleri şâyân-ı dikkattir.
Buralarda fahişe bir kadını anasının elinden almak, oturaktan kadın kaçırmak,
garbı Anadolu'da yavuklusunu veya sevdiği kızı kaçırmak kadar şerefli ve
kabadayıca bir iştir. Böyle bir cürümden yatanları tanıdıkları kadınlar daima
ziyaret ederler, hatta mahpus oldukları müddetçe onları beslerler.
Bu hapishanelerde dörtte veya
beşte bir miktarı teşkil edebilen hırsız, yankesici ve diğer serseriler
alelekser yabancı ve büyük şehirler mahsulü olup, içlerinde köylü pek nadirdir.
Kaza hapishaneleri cezaları
üç seneyi tecavüz etmeyen mahkûmların, yani attığı kurşun öldürmeyip yaralayanlarla
doludur. Buraların mahkûmları biraz daha serbesttir, hatta kazada serbestçe
gezip dolaşırlar. Şâyân-ı dikkat cihetleri buralarda da "mücrim"
denecek adamın pek bulunamayışıdır.
Şu halde Türkiye
hapishanelerindeki mahkûmların ve mevkûfların beşte dördünü cemiyetin mücrim
dediği muayyen ruhî vasıflara malik psikopatlar değil, cehalet ve zihniyet ve
telakki farkları yüzünden kanuna muhalif hareket eden zavallılar teşkil
etmektedir ve bunlar hapishanelerde bozulmakta, eğer çıkıp memleketlerine
dönerlerse hakiki bir bela teşkil etmektedirler.
Cürümlerinin mahiyeti
itibarıyla beynelmilel evsaf arz eden adi mücrimlerin de bizde bir
hususiyetleri vardır: Bu adamları cürüm yapmaya sevk eden, başka memleketlerde
alelekser vâki olduğu gibi, anormal bir takım temayüller değil, doğrudan
doğruya sefalettir. Başka memleketlerde cemiyetin iyi yapamadığı insanlar
mücrim olur, bizde cemiyet çok kere kendisi mücrim yapar. Gerçi bütün burjuva
cemiyetlerinin, mücrim yetişmesine sebep olduğu iddia edilmekte ve bu iddia
doğru bulunmakta ise de, bu gibi cemiyetlerde de hiç olmazsa işin zevahiri
kurtarılmaya çalışılmakta ve hiçbir memlekette bizde olduğu kadar cürümlerin
esbâb ve evâmiline lakayıt kalınmamaktadır.
Sabahattin
Ali'nin savunmaları, iddianameleri, görüş bildirimleri üzerine düzenlenmiş
"Mahkemelerde" adlı kitaptan aktarmaya devam... Ya şimdi ülkece külliyen
hapishane olduk, ya da o dönemlerdeki içeride olan profil şimdi dışarıda,
muhalifler külliyen içeride... Fıkradaki gibi taşlar bağlanır, köpekler serbest
bırakılırsa olacağı da buydu, oldu...