Canım Yurdumda, 2013–2014 futbol sezonu her türlü şaibeyi
barındırarak ve bir türlü de bu durumdan kurtulmayı beceremeden sürüp gideceği
haliyle başlamıştır. Canım yurdumda durum bu da sanki diğer ülkelerde durum
farklı mı, kesinlikle hayır, çünkü futbolun bu kadar öne çıkarılması sistem
zaaflarının kapatılması, yaşanan her türlü hayâsızlıkların gözlerden uzak
tutulması çabası olup “cambaza bak
yönteminin” en güzel ve etkili aracıdır. Kavli beladan beridir, büyük büyük
stadyumlar yapılıp içine doldurulan yüz binlerce insana grup terapisi
kabilinden afyondan geçirilme seansları düzenlenmekte olup, en büyük sıçramayı
ise, bu formülün babaları İspanya’daki Faşist Franco ve Portekiz’deki faşist
Salazar gerçekleştirmiştir.
Futbol; spor olmaktan ne yazık ki çıkarılmış ve işin içine
milyonlarca doların girdiği bu kabil her müsabakada olabileceği üzere
toplumları afyon terapisine tutulmuşçasına etkisi altına almaktadır, çünkü işin
içinde artık büyük bahisler vardır büyük paralar vardır, aaa gerçi biri de
çıkar, yahu amaç milleti uyutmak ise futbolla uyumazlarsa bu sefer basketbolu
öne çıkarırlar, tıpkı ABD de olduğu üzere derse de buna itirazımız olmaz,
maksat hâsıl olsun yeter muktedirler açısından diyerek… Bir diğeri de kardeşim
biraz da bu toplum uyanık olsun hemen uyutulmaya hazır beklemesin der ise,
bakın buna da itiraz edemem Vallahi… Ama nihayetinde bazı düşünürlerin
söylediği üzere futbol kitleler üzerinde adeta bir din etkisi yaratmakta ve her
geçen gün dini ritüel sayısı ile maç oynama sayısı neredeyse eşitlenmektedir…
Aslında yedekleri ile birlikte bakıldığında en fazla elemanı
barındıran spor dalı olarak çok büyük kitleler tarafından izlenen ve ihtiyaç
duyulan araçların ise harcıâlem olması nedeni ile de yapılması kolay ve izlemesi
çok zevklidir futbol, bu yüzden büyük kitleler tarafından izlenir. Belki de bu
yüzden para ve şovenizm bu kadar oturmuştur merkezine bu sporun…
Faşizmin ve Diktatörlerinin toplumları yönetirken, toplumun hayatın
gerçeklerinden olabildiğince uzakta durmaları, toplumların gerçekleri görmesini
değil rüyalar görmesini istedikleri için sıkça başvurdukları yöntem; Faşist
diktatör Salazar Portekiz’inde Fado Fiesta Futbol, faşist diktatör Franco İspanya’sında Fiesta, Festival, Futbol formülü olmuş ve hayat bu bakış
açısıyla şekillendirilmeye başlanmış ve bu formülde ilk 2 F si Fado müziği, fiesta
eğlenceyi ifade etmektedir. Başkaları da çıkar ve 3F yi Fuhuş, Faşing ve Futbol
diye de ifade ederse fazlaca itiraz etmem açıkçası. Hatta biri çıkar artık 3 F değil 4F vardır, hadi bakalım ekleyin
Facebook’u da derse bu da makul bir önerme olarak kabul görür bence… Gerçek
olduğu söylenen bir hikâyeden bahsedilir hep, faşist diktatör Salazar avenesine
bir gün, “Bana onbinlerce insani uyutabileceğim bir beşik yapın” demiş ve bu
talimat üzerine, derhal başkent Lizbon’da büyük bir stadyum yapılmış ve kendisine
ülkeyi nasıl yönettiğini soranlara da bu büyük stadyumu göstererek “Futbol
olmasaydı ben Portekiz’i yönetemezdim” dermiş… Bugünlerde ülkemizde de hiç te
gereği yokken bu kadar çok ve büyük stadyum yapma girişimleri de bu fasıldan
değerlendirmeli mi acaba? Kesinlikle ve tartışmasız doğru olan bir şey var, bir
insanin, aylık ücretinin yarısını yakınını hafta sonları izleyeceği maç için bilet
ve seyahat bedeli olarak harcamasının kolay kolay izah edilemeyeceğidir. Ne
yazık ki, zaman zaman kendim de dâhil, insanlar futbol ile yatıp kalkmaktadır
adeta, mezkûr insanlar arasındaki tek fark ise, bazıları uyanmayı
becerebilmektedir…
Ancak muktedirler açısından bu sporun izleyicilerine yönelik,
büyük bir hoş görü ile karşılanan her türlü saldırgan tavırlarının afyon
terapisi konusunda aşama kaydettikleri aşikâr olup, normal hayatta olsa
kesinlikle hapis cezaları ile sonuçlanacak her türlü hakaret, saldırı ve
yaralama hatta öldürme fiilleri bile cezasız kalmaktadır. Buradan cesaretle
maçlardan sonra mikrofon uzatılan küfürbaz ve saldırgan seyirciler “ne yapalım
bu şekilde dejarj oluyoruz” deme cesareti gösterebiliyorlar, üzerine de TV
lerin en önemli saatlerini işgal eden egoları gazlanmış ve şişirilmiş aslında
kocaman birer hiç olan malum zevat tarafından da “seyirci haklı kardeşim” gibi
subuk yaklaşımlarla topluma şirin gösterilmeye çalışılmakta, her bir gereksiz
detaya müdahale etme gereği gören RTÜK denen sansür kuruluşundan ise ses
çıkmamaktadır. Adeta 50 TL verip bilet alan herkes, karşısında olan herkese,
beğenmediği hakem, yönetici, futbolcu, seyirci ayırımı yapmaksızın her
istediğine küfür edebilme, saldırabilme ruhsatı/yetkisi almıştır. Tüm bu
rezalete göz yumanlar işi o kadar uçuk noktalara getirmişlerdir ki, bir
ambulans geçişi konusunda haddinden fazla geniş ve rahat davranan yetkililer,
herhangi bir maç kutlaması için oluşan konvoylara adeta eskortluk yapılmasına
prim vermektedirler. Bakıyorsun inanılmaz bütçelerle kurulan güvenlik ve izleme
tesisleri neticesinde bu her türlü herzeyi yemiş zevat yakalanıyor,
zannedersiniz ki ceza hukuku çalışacak nerde adeta dağ fare doğuruyor, “2 hafta
maçlara girememe cezası”, komedi… Bu kutsanmışlık içinde bu kabil insanların bu
kadar saldırganlıkla yetinmesini de bir kar olarak görmekten başka bir şansımız
kalmamaktadır. Maçların yaratılan atmosferlerde oynanması esnasında normal
hayatta son derece sakin, sessiz ve akıllı görünümlü deve dişi gibi insanların
adeta kendilerini kaybedercesine illizyona kapılmaları ve örneğin 2 samimi
arkadaşın karşıt takımların taraftarı olması halinde birbirlerine karşı
takındıkları tavır mide bulandıracak noktaya tırmanmaktadır. Futbolun kendisinin
afyon etkisi yaratmasının yanında asıl etkisi diğer olaylara türban
geçirilmesine yol açabilmesi, muktedirler tarafından en fazla desteklenen ve
köpürtülen yanıdır. Milli maç dönemlerinde, bu milli görevdir yorumu yapıp
alkış bekleyen aktörlerin işin paraya döküldüğü prim tartışmaları tarafında
milli görev yorumunu bir kenara bırakıp, şundan aşağı olmaz, bundan yukarı
olmalı pazarlıklarına kolaylıkla girebilmeleri bile konunun ne türden bir milli
görev algısına tekabül ettiğini göstermektedir. Futbolcuların çok büyük paralar
ile transfer edilebildiği, Canım Yurdumda bile naklen yayın ihalesinin 2 milyar
dolar civarında bir bilançoya ulaşabildiği, Rıdvan Dilmen gibi spor
yorumcularına yıllık 5 milyon dolar ödenebildiği, kaldı ki bu zat gibi bu
ülkede en az 25 milyon insan vardır, ortamlarda sporun toplumsallığı illizyon
yaratmanın dışına asla ve kata çıkamayacaktır. Hiç unutmuyorum, Sovyetler
Birliği döneminde katıldıkları 1982 dünya kupası finallerinde turnuva gol kralı
olan futbolcusuna tebrik ve takdir için gönderilen 100 doları duyan bizim
önemli zevatımızın hor görmeleri gazetelerin spor sayfalarını günlerce işgal
etmişti, bu ekip etik, ahlak ve sporun erdemi üzerine koca koca laflar
ettiklerini hemen unutabilmişlerdi… Şimdilerde bakıyorum da aynı zevat ortaya
saçılan şike kayıtlarına, iddialarına ve mahkeme kararlarına karşın hala ve
utanmadan “aman dikkat futbol çöker” gibi abuk subuk laflar etmekte, adeta aman
futbol çökmesin de isterse toplumun tüm ahlaki değerleri çöksün demektedirler,
ahlaksızlığın bu kadarı da ancak futbol yorumculuğu ile gerçekleşebilmektedir
adeta… Ama bu işin de cılkı çıktı artık, eskiden bir maç izlemek için hafta
sonu beklenirdi, şimdilerde her gün, her saat herhangi bir TV kanalında maç
seyredilmek mümkün, buna paralel olarak ta afyon alma seansları uzamaktadır.
Artık dünya tek kutuplu dünya da oldu ya, sömürünün ve
baskının artışına doğru orantılı bir biçimde daha da öne çıkarılıyor futbol
haliyle, peki bu şişirilmiş ve abartılmış bütçelere dayanması mümkün mü, peki
bu gidişle futbol çöker mi, bilemiyorum ama gelen sinyaller hiç te olumlu
değil…
Son olarak; yıllar önce Devekuşu Kabare’de geceler oyununda duyduğum
müthiş, “insanların rüya görmesini
engellemeyin yoksa gerçekleri görürler” ile yakınlarda kaybettiğimiz futbol
emekçisi Metin Kurt’un “Futbol borsada
değil arsada oynanır” sözleri ile konuyu bağlayalım. Anlayana…