Cumartesi, Mart 29, 2008

MALUMUN İLANI BİR PORTRE: SİNAN ÇETİN

“MUTLU OL BU BİR EMİRDİR” 02.kasım.1934 tarihinde Anadolu’da bir köy de geçtiğini kurguladığı ve Nebil Özgentürk'ün hazırladığı, 85 yıllık cumhuriyetin dönüm noktalarının insan öyküleriyle aktarıldığı "Türkiye'nin Hatıra Defteri" belgesel için çektiği kısa film, Batılılaştırma dayatmasını ve ardından gelen alaturka müzik dinleme yasağı konu alan bir yalan, uydurma ve hatta iftira itirafnamesi.

Sinan Çetin'in,
Film, bir köy evinde söylenen 'gesi bağları' türküsü ile başlıyor. Ailenin eğlencesi "susun lan" şeklinde soğuk bir emirle kesilir. Bir anda yüzlerine doğrultulmuş tüfeklerin namlularıyla burun buruna gelen aile fertleri neye uğradıklarını şaşırırlar. Eve gelen askerler aile fertlerine bundan böyle türkü çalıp söylemekten vazgeçmelerini, Batılı bestecilerin eserlerini seslendirmeleri gerektiğini anlatmaya çalışırlar. Ne var ki eve girip "Batılı olacaksınız" diye dayatan askerler de Batı müziğinden hayli uzaktır.

İşadamlığına sanat türbanını geçirmiş adam; Sinan Çetin, moda dünyasında muhafazakar eşcinsel olduğunu açıklayan ancak en fazla koruması gerekeni koruyamayan Cemil İpekçi’ye özenerek; sinema tarafında da sinemanın Cemil İpekçi’si olmaya niyetlidir anlayabildiğim kadarı ile.

SATIRBAŞLARI İLE SİNAN ÇETİN
1975 yılında Zeki Ökten ve sonraları Şerif Gören ve Atıf Yılmaz yanında rahleyi tedris ederken başka (yeraltı maden-iş ten de maalesef sıkı nemalanmıştır), yükselen değer yobazlık olunca başka sesler çıkaran abuk subuk biri;
En önce bir hiçken, devyolu, sonraları baktı olmuyor ortayolu, en sonudada hakyolu tutan gizli şeriatçı; (ne yapalım zaman zaman bu tür yaratıklara aramızda görev düşüyor);
Antalya film festivallerinde kendi filmi ödül alınca, destek; kendi sevmediği yada kendi desteklemediği filmlere ödül verilence ortalığı yıkan bir tatminsiz;
Gerektiğinde herşeyi yapabilecek hatta bir zamanlarda erkekçe dergisi için çektiği çıplak kadın poposu fotoğraflarının birer sanat şahaseri olabileceğini söyleyebilen bir deli bozması;
"düzen budur kardeşim bükemediğin bileği öpeceksin hatta daha güçlü bir bilek olacaksın kardeşim"i hayata geçiren insan. kapitalizmi eleştirip sonra nimetlerinden faydalanmak isteyen kişi olmayı tercih eden müstevliperver kemirgen;
"madem burada yaşamak ve çalışmak zorundayım" kararını verdikten sonra sürünün gideceği yolu değiştirmeye uğraşmak gibi zor bir işe soyunacağına; sürü ile birlikte gitmek hatta mümkünse en önüne geçebilme taktiğini çok iyi uygulamış ve hatta duruma bir de pragmatist yaftası asarak çok ta afili bir hale getirmiş bir dönek;
İki adet ifade özgürlüğü projesi için AB’den kendisine 450 bin Euro tahsis edilen kayıtsız şartsız AB teslimiyetçisi ve Atatürk düşmanı gerici-yobaz olan Atilla Yayla’nın çok değerli dostu;
“AKP’nin tanıtım ve medyadan sorumlu genel başkan yardımcısı Prof. Dr. Edibe Sözen ile önümüzdeki günlerde bir toplantı yapacağız. öncelikle fikir alışverişinde bulunacağız." deyip sonra da işi garantiye almak içinde, “AKP’nin yaptığı icraatları beğeniyorum. ülkemize huzur ve istikrar getirdi. ben geçtiğimiz seçimlerde istikrar için AKP’yi destekledim ve oyumu bu partiye verdim. bu seçimlerde de AKP’ye oy vereceğim. bence AKP devrimci bir parti. AKP’nin ekonomiye ve özgürlüğe bakışıyla devrimci bir parti olduğunu düşünüyorum" gibi sözler eden bir menfaatperver;
Bahçeşehir ve Bilgi üniversitelerinde kendine benzer goygoyları ile birlikte ve maalesef sinema üzerine dersler veren ama ne sevindiricidir ki kendisine hak veren bir öğrencisi bile olamayan, kariyeri kim tarafından şişirildiği çok iyi bilinen tam bir balon şovmen;
“Film Gibi” adı ile TV proğramı yapımcısı olarak ülkenin kültürel kalite anlamında irtifa kaybetmesine katkı sunan bir zoktirik lümpen;
10 ar çift siyah tshirt ve pantolonu bulunan ama ısrarla hergün ayrı ve temiz birisini giydiğini belirtmek zorunda olan bir megaloman ve aşağılık kompleksi bulunan aşağılarda birisi;
Sinema eleştirmenleri tarafından hiçte başarılı bulunmayan (özellikle de hazırkart reklamlarında ayyuka çıkan fahiş yönetmen hatası yüzünden), ama son dönemlerde sığındığı limandan aldığı destek ile Allahın Yürü ya kulum dediği zat;
Kariyerinde hiçte önemsenmeyecek bir dönüm noktası olarak, mobilya reklamı (istikbal mobilya-şeriat holding) çeken ve doğru yerde doğru zamanda bulunulması gerektiğinin ispatı andavül bir insan;
Aslında yakın çevresinin de sık sık söylediği üzere bütün ettiği lafları, karısı Rebekka Haas’tan öğrenip tekrarlayan bir papağan ve doğru eş seçmenin ne kadar önemli olduğunu ispat eden reklam filmleri ağası;
Kirli sakallı entellektüel görüntü altında iş yapmak-para kazanmak dürtüsünün yarattığı hezeyanların tutsağı, işsizlere düşman, sosyal devlete düşman ve de her fırsatta alaya alan bir kin ve nefrete sahip, özgürlük diye düşündüğü şeylerin sadece kendi veya kendisi gibilerin rahatlığından öte olmayan bir makyevelist;
Yüksek entellektüel bilgisi sayesinde kendisine yer bulduğu TV8 deki “yaşamdan dakikalar” adlı geyik proğramında; Nazım Hikmet yanında İsmet Özel ve Teoman'ı sevdiği şairler arasına katarak her konuda ne kadar bilgili olduğunu (!!!) yada Nazım Hikmet’in kendince ne kadar önemsiz olduğunu tebarüz ettiren ve maalesef diğer geyikseverlerden de (Nebil Özgentürk ve Hıncal Uluç gibi) tepki almayan zır ve hınzır cahil;
Ağabeyi Sabahattin Çetin'in tanımlaması ile: "medya maymunu, ruhunu satan, tanrısı para olan, küfürbaz ve aynı soyadını taşımaktan rahatsız olunan" şeytan;
20 Şubat 2008 Habertürk’te Yavuz Semerci’nin sunduğu “Bilgi Odası’” programının konuğu olan Sinan Çetin, daha önce oy verdiğini ve desteklediğini ifade ettiği AKP’nin özgürlükler konusunda sadece kendi tabanını memnun etme tavrından rahatsız olduğunu ve “AKP’nin yanında durmaktan vazgeçeceğim veya vazgeçmek üzereyim” gibi laflar ederek kafasının ne kadar karışık ve cüzdanının ne kadar dolu olduğunu ima edip, necip Türk milletinin direksiyon hakimiyeti en güçlü fertlerinden biri olduğunu ispatlayan goygoycu;
Biridir SİNAN ÇETİN.

Bu abuk subuk herifle ilgili daha fazla uzatmadan kendisini en iyi ve en uzun süre tanıyan birinin görüşleri ile konunun bu boyutunu nihayetlendirelim.
KAFASI ASLINDA HEP KARIŞIKTI
Eski SHP Yöneticilerinden olan, Belge Film'in sahibi Sabahattin Çetin; yıllardır görüşmediği kardeşiyle ilgili olarak kendisine sorulan bir soruya; "Bu vereceğim cevap; aynı zamanda başkaları için de bir anlama geleceği için de söylüyorum. Ben bu konuda o arkadaş ile bir tartışma zemininde yanyana görünmek istemiyorum. Bu bir ağabey, bir kardeş olmaktan öte; bu konuda içim çok acıyor ve cevap vermekten sıkıntı duyuyorum. Bir insanın dünya görüşü yoksa, dünyaya temelli bir bakış açısıyla bakmıyorsa, sağdan sola, soldan sağa yalpalanır, yanlıştan yanlışa gider. Bu zaten bilimsel birşey, herkesin de bildiği birşey. Onun zaten bu konuda kafası hep karışıktı. Yine de karışık, yarın bugün başka bir yanlışın peşine düşebilir. "

YASAKLAR YASAKLANSIN DİYEN SİNAN ÇETİN

6 Nisan, 2006 Marmaris'in Armutalan Beldesi Belediye Meclisi, turistik tesislere yakın inşaatlarda çalışan işçilere türkü yasağı getirdi. Alınan karara göre, çalışır durumdaki turistik konaklama tesislerine 200 metreden yakın olan inşaatlar için, inşaat yasakları 15 Nisan-31 Ekim, diğer bölgelerde ise 30 Nisan-31 Ekim tarihleri arasında uygulanacak. Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, İnşaat İşçilerine Türkü Yasağı Kararına Destek verirken, işçilerin türkü söylemesinin yasaklanmasını olumlu bulduğunu söylerken;
SİNAN ÇETİN nerededir; AKP nin kanatları altında olduğu için bunları görememektedir şüphesiz. Oysa ki reklam filmleri ağalığına uygun düşecek çok daha makul ve sorumlu bir film de çıkabilirdi bu yasaktan...
Ayrıca kanatları altına sığındığı AKP nin ince ve kalın her türlü taktik ve planlarla hedeflediği şeriat ile yönetilen ülke olma yolundaki çalışmalarında örnek alınan ülkelerde; bırakın yerel halk müziklerini bırakın batı müziklerini, dini ilahiler dışındaki CD ve kaset kayıtlarının yapılamadığını konu alan alan bir film hazırlayabilirmiydi acaba? Acaba; acımasızca ve alçakça eleştirdiği o dönemde bile kadın-erkek ve çoluk-çocuk aynı yerde eğlenmekte iken, şeriat ilanını takiben böyle bir şeyin olamayacağını düşünememesinden mi?
Evet Sinan Efendi; bu ülkede bazı türküler ve türkücüler zaman zaman yasaklandı ve hatta hala yasak olanlar var, ancak bunlar hiç te öyle belirtiğin ve uydurduğun gibisinden olmadı, tam tersine ayakları üstünde durabilmeyi öğrendiğin ama elinin cebini doldurduğu ilk fırsatta da küfrettiğin devrimci tarafın türkücülerine; yine şu anda kutsadığın ve hayranlığını beyan ettiğin taraflarca uygulanmıştır.
Büyük ruhsal çöküntü ve savrulmalarının yarattığı hezeyanlarının; mevcut iktidar sahiplerinin parası mukabili tahrik edilerek dışa vurumu şeklinde kurguladığı bu film tamamen uyduruk, düzmece ve küfrün ta kendisidir. Sanat müziğine verdiği önemi; akşam sofralarında konu müzik olunca mutlaka ve mutlaka birkaç ses sanatçısının bulunması ve diğer taraftan her fırsatta ve uygun ortamda sevdiği türküleri bizzat seslandiren ve hatta halk oyunu olarakta zeybek oynayan bir kişi; ATATÜRK kalkacak bunları yasaklayacak, olacak şey değil ama, yaşanan bu kin ve nefret kusma trendinin bir vagonu da neden SİNAN ÇETİN tarafından işgal edilmesin.
Yasakların yasaklanmasını istiyorsan eğer; SANAT ADINA ve de yüreğin de yetiyorsa eğer;
Başbakanını karikatürünü çizmenin, velhasıl komple mizahın yasak edilmeye çalışılmasını eleştirde görelim yiğitliğini. Kolay tabii; uluslararası destek ve teşvikçilerinin istemesi ile ve daha da acısı artık kendisi koruyacak söz sahibi kimsenin kalmaması nedeni ile de genç cumhuriyete saldırmak ...

Aydın demek namus demektir;
Aydın demek dünya nimetleri için fikir üretmeye karşı olmaktır;
Aydın demek biat etmemektir;

SON SÖZ
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.

Çarşamba, Mart 19, 2008

EŞEKLİĞİN TARİHİ ÜZERİNE GÜZELLEMELER


Geçenlerde fikirlerine, öngörülerine, aykırılıklarına ve en önemlisi her konu üzerinde mizahi yaklaşımı yaratabilen parlak zekasına önem verdiğim bir arkadaşımla bu ülkenin standart vatandaşlarının her yerde ve koşulda ama derhal elense çekmeden daldıkları “ne olacak bu memleketin hali” meselesine biz biraz da elense ve peşrev çekerek girdik.
Girdik girmesine de; kısa bir süre sonra da, neden ve nereden aklımıza geldiğini şimdi de çok net hatırlamadığım, bir şekilde “acaba eşeklik kalıtım yolu ile mi geçer” ve “toplumsal gelişememelerde eşekliğin etkisi ne kadardır” gibi biraz da Cem Yılmaz türü önermeler üreterek tam bir geyikleme ile rahatladığımız bir ortam içerisinde; daha önceden nerede okuduğumu şimdi hatırlamadığım ama konuyu çok düşündürücü ve ciddi bir noktaya getirecek şekilde, Osman BÖLÜKBAŞI ile ilgili bir anı aklıma geliverdi ve böylece bende “tahsil cehaleti alır eşeklik baki kalır” lafını ilk kez nereden okuduğumu yeniden hatırladım.
Çünkü; “Eşeklik baki kalır” sözünü ilk defa TBMM çatısı altında, bu lafını pek esirgemeyen ve genellikle de konuşmalarını bu kabil ve halkımız tarafından günlük yaşamda çok sık biçimde kullanılan, derin anlamlar taşıyan sözlerle süslemesini bilen bu laf ebesi politikacı, “senatör seçilebilmek için üniversite diploması almış olmak şartına” istinaden adı “okumuşlar meclisi”ne çıkan Senatörlerin davranışlarına kızdığı bir gün kendisine sorulan soruyu da bahane ederek; “tahsil cehaleti alır ama eşeklik baki kalır” demiştir.
Arkadaşımla bu minvalde konuşurken; bu ve buna benzer sözler nelerdir diye kısa bir araştırmadan sonra bakın neler buldum;
kimin tarafından bu şekilde söylendiğini bulamadım ama sözün aslı bu şekilde imiş,
''mey biter saki kalır
her renk solar haki kalır
diploma insanın cehlini alsa da
mayasında varsa eşşeklik baki kalır''

Diğer taraftan; tahsilin tek başına bir anlam ifade edemeyeceğini müthiş güzel bir şekilde ifade eden Yunus Emre ise;
“girdim ilim meclisine
eyledim ilmi talep
ilm ta gerilerde kaldı
ille edep ille edep”

konuya bir beyitle de Ziya Pasa da katılarak konuyu zirveye taşımıştır.
“bed asla necabet mi verir hiç üniforma
zer - duz palan vursan eşek yine eşektir”

Aidiyetin ve heyecanın, aklın ve mantığın, bu kadar aptalca önüne geçtiği bu günlerde; konunun büyük ustalarının muhteşem sunuşları ile işaret ettikleri durumun kanıtlarının bu ölçüde artmış olması beni ve arkadaşımı yeniden “vay be bu tespitler bu kadar uzun yıllar önce sarf edildiğine ve bugün hala geçerli olduğuna göre” acaba eşeklikte de bir kalıtım olma olasılığı konusunda ciddi ciddi kuşkulandırmıştır.

Bu arada konu ile hiç ilgisi olmamasına rağmen Deniz Akkaya’nında 2 üniversite bitirmiş olduğunu büyük bir sevinçle öğrenmiş bulunmaktayım. Tabii sözü geçen kişi sadece bir örnektir, etrafımızda bol miktarda benzerleri bulunmaktadır.

Ayrıca internet ortamında “Tahsil cehaleti alır, eşeklik baki kalır” sözü sizce doğru mudur?” diye sorularak yapılan bir anketteki son durumun da;
Evet % 88.55
Hayır % 4.82
Fikrim yok % 6.63
Şeklinde olduğunu da görünce; görüşümüzün üzelerek te olsa toplumun önemli bir kesimince de kabul gördğünü anlamaktayız. Hadi bakalım çıkın işin içinden...

SON SÖZ: BU KADAR CEHALET ANCAK TAHSİLLE MÜMKÜNDÜR

Pazartesi, Mart 17, 2008

AKP Kapatılmalı mı?

Tekrar siyasal gündemimize oturan parti kapatmaların, kapatılan parti lehine sonuç verdiği gibi bir uydurma ve safsata hatta yer yer de tehdit amaçlı ve zavallı hale getirilen halkın baskı altına alınmasına ve kuşatılmasına yönelik olarak kullanılan bu söylem aslında hiç de doğru olmayan bir yaklaşımdır. Öyle olmuş olması halinde bu ülkede toplam kapatılan partilerin yaklaşık yarısı; gericilik, laiklik karşıtlığı nedeni ile kapatılmış olmasına rağmen diğer yarısıda sosyalist yada komünist düzen hedeflemeleri nedeni ile kapatılmışlardır. Eğer bu toplum mühendisi geçinenlerin iddia ettiği gibi olsa idi; bu zavallı hale düşürülmüş halkın böyle yüksek adalet duygusu olmuş olsa idi bugün halkın önemli bir kısmınında sosyalist ve komünist olması gerekirdi. Diyebilirsiniz ki bunlar kısmen dinsizliği öne çıkarıyorlar yada düzeni değiştirmek istedikleri için çok radikal geldi bu zavallı halka, peki o zaman 1980 de kapatılan CHP nin bu halini nasıl izah etmek mümkün olur acaba?
Bütün sahte demokratların, 2. cumhuriyetçilerin, tatlı su sosyalistlerinin ve sürekli ve kim iktidar olursa olsun onlardan nemalanan gazetecilerin bu doğrultudaki önermeleri yalandır, yanlıştır ve çok da önemli bir amaca uygun düzenlenmiş bir proragandanın parçasıdır.
İddia ediyorum ki; partileri kapatıldıktan sonra yada darbelerden sonra; demokratların, yurtseverlerin, sosyalistlerin ve komünistlerin başına gelenler bunlarında başına gelse; ki, asla böyle bir şey yaşamalarını istemem, o zaman bunlar eminimki caminin yolunu bile şaşırırlardı.
Ama bütün bu mağdur gösterilme ve görülme çalışmalarında; bu toplum mühendisi bozuntularının, gördüğü ama asla telaffuz etmedikleri birşey var, her kapanmadan sonra özel teşvik ve güçlendirme çalışmaları ile yeni oluşumlara zorlanmıştır bu eğilimdeki insanlar; hatta o kadar teşvik ve cesaret verilmiştir ki kendilerine, örneğin Milli Nizam Partisini kapatan zihniyet, dönüp kuvvet komutanı düzeyinde başkanlığı olan bir heyet teşkil ederek, korkudan hızını alamayıp İsviçre’ye kadar kaçıp orada bile korkusunun esiri olarak inzivaya çekilen liderini davet etmezdi tekrar siyaset yapmaya. Bakılınca ve istenince bunun; Demokrat Parti devamı olan Adalet Partisine, Adalet Partisinin devamı olan ANAP a oradan AKP ye işleyen süreçte de aynısı olduğu görülecektir.
Bütün bunlardan anlaşılacak ve anlaşılması gereken sonuç şu; Fazilet Partisini kapatacaksınız ama bugün Devletin tepesinde bulunan o zamanki genel başkan yardımcısını “kayıp trilyon” davasından yargılamayacaksınız, sonra da hatta ödül kabilinden alıp devletin en tepesine koyacaksınız sonra halkın teveccühü ve yüksek adalet duygusunun ve mağdur edilmişten yana eğilimin, durumu izah etmek için en önemli araç olduğunu söyleyeceksiniz.
Şimdi; AKP nin bütün eski ve yeni yöneticilerinin, siyasi olarak değil ama; hukuk tekniği açısından ve tamamen; yapılan yolsuzluklardan, ihalelere fesat karıştırmalardan, özelleştirmelerden alınan komisyonlardan, ve de belki de konunun en masum tarafı olan şeriatçılıktan yargılayamazsanız ve sonuçta da adaleti; Gaziantep’te ki tamamen yemek için tatlı çalan çocuklara ve TBMM de eğitimin parasız olmasını talep etmek için pankart açan çocuklara karşı davranıldığı kadar, hukuk’un tekniğini kullanarak ve siyasi hislerimizden uzak durarak ve hukuk soğukkanlılığı ile ileişletemezseniz, bu partiyi kapatsanız yada kapatmasanız da birşey değişmeyecektir.
Recep beyin; Devlet örgütlenmesini tarikat örgütlenmesi ile karıştırmaktan kaynaklanan “ Genelkurmay başkanı bana bağlı” saplantısı, 10 kasımın hayvanları koruma günü ilan edilmesini masum bir durummuş gibi değerlendirmesinde bulunması, bazı belediyelerin personel alımında “imam-hatip” mezunu olma mecburiyeti getirmesine sessiz kalması, Malezya gezisi sırasında ‘‘Modern bir İslam devleti olarak Türkiye, medeniyetlerin uyumuna örnek olabilir’’ demesi, Sendikaların dernek, tarikatların vakıf ilan edilmesi, ben İstanbulun imamıyım demesi, Elhamdüllah şeriatçıyım demesi, imamlarda nikah kıysın demesi, türban için “Velev ki (türbanı) bir siyasi simge olarak taktığını düşünün” demesi, İstanbul’daki başı açık kadınların yarısı vesikalı orospu diyen öğretim görevlisini makul karşılaması, Amerikaya biattan ötürü ölen 1.000.000 müslümana bile sahip çıkamaması da eğer bir siyasi suç değilse tarihe bırakılsın yargılaması ama allahaşkına Türkiye’nin bütün değerlerinin satılmasına rağmen, 5 yılda 200 milyar dolardan 400 milyar dolara ulaşan borca rağmen, istihdam açısından bir ilerleme yoksa bu para nereye gitti denilip, Türkiye’nin gördüğü bu en hızlı iş bitirici partisinin ekonomik talan ve vurgundaki kusurundan yargılanması ve peşinen ilan edeyim ki şuçlu bulunması kaçınılmazdır.
Abdullah Cumhur Bey’in “Ben şu anda siyaset üstü bir insanım. Türkiye'nin birliğini, bütünlüğünü temsil ediyorum ve Türkiye'nin kısa, orta, uzun vadeli çıkarlarını düşünürüm. Bu açıdan bakarım ve değerlendirmelerimi hep bu açıdan yaparım” değerlendirmesi “Dindar cumhurbaşkanı olarak seçilmek istediğini ve seçildiğini unutmadan nasıl söylenebilir acaba? AİHM’nin türban kararını din alimlerinden görüş almadan vermesini eleştirdiği Recep Beyin açıklamasının hatırlatılması üzerine “AİHM kararından önce din bilginlerine danışması gerekir mi?” sorusuna da canı yürekten evet cevabı ile katılması, 3-4 sene önce neredeyse başörtülü insanlara Kızılay'ı bile yasak edeceklerdi açıklaması yapmasını da siyasal suç hadi saymayalım, peki geçmişte partilere yapılan devlet yardımının cebe indirilmesini de mi, özel harcamaları devlet kesesinden yapmak ve bu konuda mahkeme kararı ile mahkum olmak da mı yeterli değil.
Bütün bu olanlar Necip türk milletinin mağdurdan yana olması ile açıklanacaktır. İşte anlaşılması ve anlatılması çok zor olan durum da budur. Bütün bu sayılanların karşısında hala birileri çıkıyor ve özgür iradesi ile “bu devirde partimi kapatılır” diyorsa bu özgür irade de özgür cüzdanın baskısında kalmıştır başka türlü izah edilemez.
Gelelim konunun başındaki önermeme; eğer bu parti kapatılır ve özellikle de yöneticileri; yasalarda belirtilen gerekli cezaları alırlarsa, uluslararası oyunlarda ve de özellikle ABD ve AB ortadoğu politikalarına kurban olmadan, sonra da siyasete ve ekonomiye hakim birileri yine yukarıda belirtiğim şekilde desteklemez ise bunları; bu zevat da yine devlet derinliklerindeki kulaklarca ve gözlerce bilinen ve uluslararası para bağlantıları olan; Yurtdışından ve de özellikle Almanya’dan toplanan paraların desteğinin kesilmesi, İslamcı holdinglerin yardımlarının önünün kesilmesi ve batanlarının ise siyasilerle ilişkilerinin tespitinin yapılarak bundan sonrasının önünün kesilmesi, Dünya islam birliğinden gelen paraların kamuoyu yaratmak için kullanılmasının önüne geçilmesi, Rabıtat ül islam dan gelen paraların siyaset yapma amacı ile kullanılmasının önüne geçilmesi, Suudi iş adamlarından gelen ve tamamen kamuoyu oluşturmak ve siyaset yapmak için kullanılmasının engellenmesi halinde bu partilerin devamı kesinlikle olamayacaktır. Çünkü bu tür davranışların tüm olumsuzlukları ve suçları devletin derinliklerindeki kulak ve gözlerce izlenmesine, bilinmesine rağmen yine devletin hoşgörüsü altında palazlanmaktadırlar. Aksi taktirde tarihin çöğlüğe gitmeleri kaçınılmazdır.
SON SÖZ: BİR YALAN NE KADAR BÜYÜKSE İNANANLARIN SAYISI O KADAR ÇOKTUR.

Cuma, Mart 14, 2008

ÖRTÜNME ÜZERİNE TEZLER - 1

Dinler derinlemesine bakıldığında; yeterince aydınlatılmamış yada karanlıklarda konuşlanarak, aydınlık ortamlardan bilgilenerek yine bu aydınlatılmamış ortamlara çoğunlukla da uyduruk yorumlarla göndermeler yaparak konuşlandığı karanlıklardan beslenir. Dinler; en önemli ve vazgeçilmez araçlar olarakta yarattıkları korkuları ve tehditleri inanılmaz bir baskı kaynağı olarak kullanmaktadırlar. Dünyayı yönetenler ve dünyaya yön verenler; toplumlar bilgi ve akli yöntemlerini kullanmaktan da uzaklaştıkça, dinler tarafından yaratılmış olan bu korku ve tehditler ile toplumları etkileme ve de giderek kontrol etme ve katıksız yönetimleri altına almak ve hatta kendilerine biat etmeleri için, her türlü yolu ve yöntemi mübah sayarlar. Oluşturulan bu katıksız biat kompartmanları sayesinde de zaten gücün egemenliğine tapan kitlelerin sömürülmesi ve ezilmesi daha bir katmerleşmekte iken, sömürülenlerin ve ezilenlerin ayrıca kendi içlerinde özellikle ve konumuz gereği de erkeklerin kadınlar üzerinde; sanki kendi ezilmişliklerin intikamını alırcasına ve sanki mağduriyetlerin nedeni kadınlarmışcasına ve tüm kötülüklerin ve günahların kaynağımışcasına, sonuç olarakta kendi cinsel bakışlarının metası haline getirilmişlikten ötürü, şiddet ve baskı uygulamaktadır. Erkek beyninin yarattığı cinsel metayı da sadece ve sadece kendi beyinlerindeki kodlama ve tanımlamadan ötürü, yine kendi kötü bakışlarından gizlemek için ve de temelde toplumun yaklaşık yarısını yok saymak adına, uygulamanın tamda mağduru olmasına rağmen; kadını, suçlu ve günahkar muamelesi çekerek yapılan sayısız haksızlıklardan biri olarak da, türbanın altına hapsetmeyi uygun görmektedirler.
Kadını türbanın içine hapseden bu çağdışı zihniyet ve kafa; kadının toplumsal fonksiyonlarını yok ederek, hemde tüm bunları tanrı adına yaparak, toplumun yaklaşık yarısının yok sayılmasının önünü açarak, toplumun olası itirazlarını yarıya indirerek kolay yönetilmesinin yolunu bulan erkekler, “türban bir özgürlük sorunudur” aldatmacası ve uydurmacası ile de kadınları bu dayatmanın, “tanrının koyduğu yasağı insanlar uygulamak zorundadır ve kaldıramaz” kılıfı ile de özgürleştiklerine inandırmaktadırlar.
Diğer taraftan da bu erkeklerin başı muhterem başerkek daha da ileri giderek; "Varsayalım ki türban bir siyasal sembol olarak takılıyor, suç mu?" diye sorarak, hukuku yok sayma pahasına suç işlemekte olup bunu da; “nüfusunun yüzde 99'u Müslüman olan ülkemde insanlar dininin gereğini yerine getiremiyor, biz bunu engelleyenlerin ardındaki zihniyeti biliyoruz" teraneleri ile de sokak kabadayısı ağzı ile, kendisine biat etmeyenleri tehdit ediyor.
Bütün bu yaşanan sürecinin sonunda, 22 temmuz seçim sonuçları ile “tüy dikme ritüelini” demokrasinin zaferi sayan; başta II. Cumhuriyetçiler, sahte Atatürkçüler ve demokrasinin maalesef ne olduğunu anlayamayan yada bedeli mukabili demokratmış gibisine konuşan ve yazan sahte demokratlar ile İran’dan ders alamamış solcuların ve kadının türban takmasını gerçekten özgürlük diye içselleştiren sosyalistlerin; aynı başerkek’in neden önceki 5 yıllık süreçte bu konuyu yasallaştırmak adına cihat eylemediğini; iyi yönetilemeyeceğinin bütün işaretleri bulunan ve davul çalarak gelen ekonomik krize giydirilen türban olduğunu görünce ne diyeceklerini çok merak etmekteyim; açıkçası...

Cumartesi, Şubat 16, 2008

HAYDİ LAİK OLDUĞUNU İDDİA EDENLER DAVRANIN


Bunca yıldır; önümüze getirilip bize tastik ettirilerek yaşamımızı şekillendirenlere karşı şimdi ve daima gerçekten laik olmak istediğimizi gösterelim...

Ama bir dönem “Dinin politikaya karışmasına” alkış tutarak, “Din yükselince de irtica hortluyor” demeden ve daima dine karışılırsa, dininde size karışacağı sonucuna varacağını hesap ederek, tam da hangisinin hangisine ne kadar karıştığı hesaplarının taraflarca ciddi ciddi ve soluksuz yapıldığı bugünlerde yeni bir ses vererek “gerçek laik” olmak için çaba harcayalım.

Bir dolu yatırımcı Bakanlığın bile bütçelerini uzun yıllardan beri birkaç kat aşan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın(Bakanlığının) Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Yasanın 1. maddesindeki; “İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere Başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı Kurulmuştur” tarifinin bile laiklikten ne kadar ırakta olduğumuzun bir göstergesi olduğundan hareketle ve de başlangıç olarakta behemahal;

Diyanet İşleri Başkanlığının derhal devlet yapılanması içinden çıkarılması yada tasfiye edilmesi, sayıları yüzbinden fazla olan imamların ve diyanet memurlarının maaşlarının ve diğer harcamalarının, tukaka edilen Devletin ortak bütçesinden ödenmesinin durdurulması ve bu kadroların cemaatlerin bordrolarına geçirilmesi, yurtdışında Büyükelçiliklerde yada temsilciliklerde din görevlileri atanmasının derhal durdurulması ve mevcut durumun tasfiye edilmesi, dini eğitimi veren kuran kursları, imam hatip okulları, ilahiyat fakültelerinin devlet okulu olmaktan çıkarılması, Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde din eğitimi genel müdürlüğünün tasfiye edilmesi, din eğitiminin okullardan tamamen kaldırılması, İslamda kızlardan imam-hatip olmayacağının hatırlanarak kızların artık cemaatler tarafından yaşatılacak ve sadece kendi ihtiyaçları için imam-hatip yetiştirecekleri imam-hatip okullarına gidişinin önüne geçilmesi gerekmekte olup, mevcut durumun dinin devletleştirilmesinden öte birşey olmadığının farkına varılması kaçınılmazdır.

Salı, Aralık 25, 2007

Emre Kongar bir yazısı üzerine tezler

Sn. Hocam;
Adı ve ders verdiği üniversite tarafınızda saklı olan bir şerefli ve şeyhinin sesi profesörün “İstanbul’un sokaklarında dolaşan her iki başı açık genç ve yetişkin kadından birinin resmen hayat kadını olduğunu” bu profesör ünvanlı şeyhinin memuru ve sesi zatın ünvanına yakışır ve yaraşır biçimde, hile ve desise ile aritmetiği kullanarak hesapladığını Cumhuriyet gazetesindeki köşenizde bir okur mektubuna dayanarak aktarıyorsunuz ve de çok güzel yapıyorsunuz karşı cephenin bizim tarafa nasıl baktığını belirtmek için.
Yaptığı hesabı da “polis kayıtlarına göre İstanbul’da yaklaşık olarak 750 bin adet resmi-kayıtlı hayat kadını çalışıyor. İstanbul’un nüfusu yaklaşık 12 milyon, bunun yarısı kadın; 6 milyon kadın yaşıyor ve bu kadınalrın genç ve yetişkin olanları, yani 18 yaşın üstünde 40 yaşın altında olanları ele alalım. Bunların sayısı da yarı yarıya olsun, 3 milyon. Bu genç ve yetişkin kadınların da yarısının başörtüsü taktığını kabul edersek, sokakta yaklaşık 1,5 milyon genç-yetişkin ve başı açık kadın var demektir. Sonuç olarak; polis kayıtlarına göre İstanbul’da 750 bin adet hayat kadını olduğuna göre sokakta gördüğün her iki genç-yetişkin ve başı açık kadından biri resmi kayıtlı hayat kadınıdır” diye detaylandırıyor bu
şerefli ve şeyhinin memuru ve sesi profesör.
Tabii bu şerefli, anlı-şanlı ve şeyhinin memuru ve sesi profesöre unutmaması gereken, daha önce kendi meşrebinden üstadlarının “tanımadıkları erkeklerle aynı denize giren kadınların zina yapmış olacağı” fetvasını da hatırlatarak hesabı yenilemesini, zaten diğer yarısı da bu kabil fuhuş içindedir ve dolayısı ile başı açık tüm kadınlar hayat kadınıdır iddiasını öne sürmesini tavsiye edelim ki; tarikat şeyhlerinin kendisine sufle ettikleri şeyi % 50 azaltarak onların gözünde irtifa yitirmesinler.

Bu nasıl bir kindir, bu nasıl bir hınçtır bu anlaşılır bir şeydir.

Ancak burada bu iddianın mağdurları olarak bizlere düşen ve başta Sn. Hocam zat-ı Alilerinize düşen görev bunları açık açık teşhir etmek olmalıdır, ne demek adı ve üniversitesini saklı tutmak alenen hakarette bulunan bu şeyhinin memuru ve sesi şerefli profesörü ibretle afişe etmek gerekir ki nasıl bir saldırı ve nasıl bir saldırgan karşısında olduğunu insanlar görerek “zarf ile mazruf” u anlasınlar.
Bu şerefli ve şeyhinin memuru ve sesi profesör önce bu rakamlar doğru ise; hangi dönemde bu kadar hayat kadını oluşmuş ve neden ve hangi ekonomik-politik dayatmalar sonucu oluşmuş diye çalışmalar yapması gerekirken şeyhlerinin suflelerine dayanarak en kolay yolu seçip; başı açık cumhuriyet kadınlarını salt, fikri hür vicdanı hür olmalarından ötürü tahkir ve tezyif ederek ama aslında 80 yılın hırs ve hıncını kusarak rövanş peşinde olanlar, hayat kadınlığı mertebesine getirmesi bir utanç abidesidir aslında. Daha da ayıbı ve korkuncu ve tehlikelisi hatta, böylesine bir dayatma ve alçaklaşma karşısında yer yerinden oynaması gerekir iken toplumda yaşanan akıl tutulması-krampı sonucu üstüne ölü toprağı serilmişçesine büyük ve derin bir sessizliğin olmasıdır. Kaldı ki bu kabil de olsa eğer adam gibi bilim adamı ise bu gibiler; hayat kadınlığının fıtraten mi yoksa sonradan mı oluştuğunu da bilirler ama niyet te başka olunca, söz bitiyor.
Diğer taraftan da; “sümer tapınaklarında rahibeler genel kadın görevi görüyorlardı, bunlar tanrı adına seks yaptıklarından kutsal sayılmış ve diğer kadınlardan ayrılmaları ve tanınmamaları için başları örtülmüştür” iddiasını referans alan adı ve görevli olduğu yer önemli olmayan bir başka profesör de, dese ki, bu başları örtülü olanların tamamı hayat kadınıdır ve tanınmasınlar diye örtünmektedirler, o zaman ne diyecektir bu şerefli ve şeyhinin sesi profesör, acaba vay be tam da ortasında imişiz yaşamın diye sevinç nidaları atarak zevk ü sefaya mı düşecektir, yoksa derhal şeyhleri tarafından harekete geçirilmiş bindirilmiş kıtaların komutanlığına mı soyunacaktır.
Ayrıca; yukarıda gerek başı açık gerekse de başı kapalılar için beyan edilen iddiaları da; bir Türkiye düşmanı Tunguzyalı profesör ele alıp “gördüğünüz üzere Türkiye’deki tüm kadınlar hayat kadınıdır” der ve iddia ederse allah muhafaza sonumuz nice olur elaleme karşı.
Şaka, latife ve tüyler ürperten bu akıl dışılık bir kenara; Kamu alanı olan üniversiteler bu kadar pespaye ve aklı baliğ olmamışlarca yada bu kabil kötü niyetlilerce bu biçimde kullanılırsa bu işin sonu nerede bitecektir, kimsenin kontrol edemeyeceği bir noktaya gidiyor olmasıda ayrıca en büyük korkumdur. Ne başı açıklara ne de başı kapalılara böyle genellemelerle yaklaşılarak insanlar tahkir ve tezyif edilemezler. Bunu söyleyen yada yapan bu kabil insanlar içinde söylenebilecek bir tek söz var geride “ALLAH ONLARA AKIL VE İZAN İHSAN EYLESİN

Pazar, Aralık 16, 2007

seçimlerde hile olmuştur yazısına cevap


Bu tür çalışmaların neden yapıldığını bir türlü anlayamıyorum. Bu konuda bir başkası da çıkar, başka aritmetik işlemler ile seçim sonuçlarından beklediği/umduğu sonuçları çıkaracak bir takım çalışmalar oluşturur. Seçimlerde MHP İzmir teşkilatının tespit ettiği bir takım hileler ve manipilasyonlar olmuş olabilir ama bunun sonuçları seçimleri mezkur yazıdaki boyutta tersyüz edibilecek kadar olamaz. Eğer kesin seçim sonuçları ile seçim öncesi anketleri hala kıyaslar ve anketler üzerinden karşı tarafı mahkum etmeye çalışırsak ciddi bir yanılgı içinde olur, doğru tespit ve değerlendirmeler yapamaz hale geliriz ki zaten bu tür yanlış değerlendirmeler ve analizler yapalım diye önemli bir faaliyet yürütülmektedir, malum mahfiller tarafından. Aman dikkat. Yanlış teşhis yanlış müdahale ve mücadeleyi doğuruyor, dolayısı ile sürekli kaybeden taraf Cumhuriyetçiler olmaktadır.
Şimdi diyelim ki; seçim sonuçları ABD'ci AB'ci ve Arapçı-gerici bu ittifak tarafından seçimler öncesi vatandaşın oyuna yön vermek için anketler ile manipilasyon çalışmaları yapıldı ve seçim sonuçları da Yüksek Seçim Kurulu tarafından seçmen listelerinin düzenlenmesi ve oluşturulması için açtığı ihaleyi kazanan şirketin temin ettiği yazılım aracılığı ile tersyüz edildi. Ve diyelim ki tamamen siyasi ahlakları ve meşrepleri gereği AKP yi destekleyen YSK da buna aracılık yaptı ve sonuçta da seçim sonuçları bu hale getirildi.
En önemli faaliyeti olan seçimlere katılmak ve başarılı olmak olan, siyasi partilerin; nerede ise tamamının seçmen kurullarında görevli/gözlemci adı ile onbinlerce insanı seferber ettiğini de biliyoruz ayrıca, ve diyelim ki yine de her parti şu yada bu nedenle her sandığın başına görevli koyamadı ama mutlaka ve mutlaka, AKP dışında partilerin zımmi bir birlikteliği de söz konusu olduğundan, mutlaka her sandığın gerçek sayım sonuçları YSK ve onun sistemi dışında da toplanmış olması ve diğer partilerin elinde olması kaçınılmazdır. Şimdi bu bilgiler diğer partilerin ellerinde iken ve baskılara dayanamayan YSK da sandık bazında sonuçları açıkladığına göre; kısacık bir aritmetik çalışma ile sahtekarlık ortaya çıkarılabilir ve inanıyorumki bunu tüm partiler kendi kaynaklarından gelen bu bilgi ve sonuçlar ile yaptılar ve YSK sonuçları ile kıyaslayarak değerlendirdiler ki sesleri çıkmamaktadır. Aksi taktirde yer yerinden oynardı ki; İzmirde birkaç sandıkta çıkan yanlışlık neticesi ortalık ne hale gelmişti unutmamak gerekir.
Seçim sonuçlarını değerlendirirken hile ve manipilasyon gibi unsurların temel değerlendirme konusun olması yazımın başında da dediğim üzere bizleri yanlış tespit ve analiz yapmaya götürür ki zaten birileri bu duruma düşülmesi için özel çaba harcamaktadır.

Oysa ki;
1. Tağmaç-Evren-Özkök diktatörlükleri, sahip olunan cumhuriyet insanının kişiliksizleştirildiğini ve çökertildiğini, toplumda yeni yeni oluşmaya başlayan sınıf bakışın yok edildiğini bilmeden;
2. Soğuk savaş ile birlikte tüm Avrupa ülkelerinde olmak üzere Ülkemizde de oluşturulan gizli orduların ve onların sivil uzantıları/kaynakları; ülkü ocaklarının ve komünizmle mücadele derneklerinin 1 maddede belirtilen amaca ulaşmak için yürüttükleri askeri operasyonlar ve tenkil çalışmalarını bilmeden;
3. Yine soğuk savaş ile birlikte örgütlenen ve toplumun üstüne karabasan gibi çöken gerici-yobaz örgütlenmenin, başta nurculuk olmak üzere nerede ise tüm tarikatları kutsayan ve destekleyen ve hatta yer yer bizzatihi örgütleyen; Celal Bayar-Menderes, Cevdet Sunay/Tağmaç/Demirel, Evren-Özal, Doğan Güreş-Çiller vs. gibilerini de bu vatandaşın büyük çoğunluklarla seçtiği unutarak;
4. Oyunu kömüre, pirince satan ve maalesef herşeyi para ile izah etmeye çalışan bu vatandaşın bezmişliğini umursamazlığını unutarak;
5. Bu ülkede Bülent Ecevit, Erdal İnönü, Deniz Baykal, Hikmet Çetin, Murat Karayalçın ve Mustafa Sarıgül vb. gibilerini de Sosyal Demokrat sayan sözde solcuların olduğunu unutarak;
6. Bu ülkenin yüzakları isimlerini saymaya gerek olmayan bir sürü insan katledilirken, sürgünlere gönderilirken, yakılırken, işkencelerden geçirilirken, memleketin tüm değerleri özelleştirme adı altında peşkeş çekilirken, sesini çıkarmayan toplum haline getirilmişliği unutarak;
Bir doğruya varılamayacağı ve karşımızdaki durum ile başedilemeyeceği açıktır; işe işte tamda buradan başlanılması gerektiği ve başlamanın da başarmanın yarısı olduğu gerçeğinden hareketle değerlendirmeler yapmalıyız.

Vatandaşın bu tavrını ve umutsuzluğunu adeta yok sayarak ve analizde de sanki onların hiç suçu yokuşçasına da davranarak sadece hile ve desise ile seçim sonuçları açıklanırsa, ciddi bir hata daha yapılır ve sonra.... Sonrası mı?
Telafisi olmayan nokta....
Welcome to Iran
Welcome to Malesia

Cuma, Aralık 14, 2007

İnönü Üniversitesi Rektörüne kutlama mesajı

Sn. Hocam;

Sizi şahsen tanımamama rağmen bir süredir yazılı basından takip ediyor ve işte Atatürk'ün hedeflediği ve istediği insan modeli diyordum ve 12.12.2007 tarihli Kanaltürk televizyonundaki bir tartışma proğramına telefon bağlantısı yaptığınız anda da; bugüne kadar ki yazılı basında çıkan demeçlerinizin ruhunu kaçırdığımı üzülerek farkettim, bu katılımınız sırasında ve sayesinde ise görüşlerinizi sesinizden dinlemem nedeni ile de görüşlerinizi aktarırken duyduğunuz heyecan ve sahip olduğunuz ruhu da yakaladığımı zannediyorum dolayısı ile işte tamda bu yüzden size bu destek ve kutlama yazısını yazmamın kaçınılmaz olduğunu düşündüm. Ve sizi canı yürekten kutlar, cesaret ve heyecanınızın kaybolmamasını dilerim. Cumhuriyetin Yönetim biçimi ve devrimlerini benimseyip sahip çıkmanızın sesinize ve heyecanınıza yansımış olmasını; Mustafa Kemal Atatürk'ün 05.02.1933 tarihinde Bursa nutkundaki heyecanına paralel olması dolayısı ile de ayrıca mennun olduğumu belirtmeliyim. Bu nutuktan da çıkaracağımız vazife çerçevesinde; Cumhuriyetimizi güçsüz düşürecek bu büyük kalkışma karşısındaki heyecanınızın, bu şeriatçı ve arapçı kadrolar tarafından lanetle karşılandığını ve bazı karanlık mahfillerde aleyhinize karanlık planlar yapılabileceği de aşikar olmakla beraber bu ahval va şartlarda dahi yine de mezkur nutukta Mustafa Kemal Atatürk'ün "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır demeyecektir" işaretine uygun davranmanızı da taktir ve şükranla karşılıyoruz. Bu kapsamdan olmak üzere; her türlü girişiminizde sizi destekleyen ve arkanızda kale gibi duran maalesef sessiz bir azınlığın olduğunu hissetmenizi "az olan candan çok olan maldan mülkten" ve “önemli olan nicelik değil niteliktir” kabilinden anlamanızı hassaten bekler; bu vesile ile de şahsınızda yeni yılın ülkemize dünyamıza; sağlık, barış, mutluluk ve başarılar getirmesini dierim.
Saygılarımla

Cumartesi, Kasım 10, 2007

BİR SUÇ DUYURUSU

Cumhuriyet Savcılığına
Yenimahalle – ANKARA

Konu: Orman suçu işlenilmesi hakkında suç duyurusu


31.08.1956 tarih 6831 sayılı “Orman Kanunu”nun 2. maddesinde ve 05.06.1986 tarihli kanunun 3302/1 maddesi ile değiştirilen ve orman olarak tanımlanan yerlerde ormanı koruma yada orman vasfı dışına çıkarma kapsamından sayılmak üzere yapılan tariflere aykırı davranışlarda bulunarak; kamuoyunda çam devirmek olarak bilinen eylemin; Mehmet Ali Şahin Bey’in (Bakan) spordan sorumlu bakanlığında ilk gününden son gününe kadar (aslında spora siyaset karıştırmaktan sorumlu bakan olarak ün yapmış idi) ve yeni başladığı Adalet Bakanlığı dönemimdede aynı istikrarı gösterme istidadı ile başladığı çam devirme eylemleri sureti ile memleketin orman vasfından sayılacak arazileri için çok büyük bir tehlike arzetmeye başlamasından ötürü; mezkur kanunlar muvacehesinde kanuni takibatın mezkur zevat için behemahal başlatılması ve gerekli cezaya çarptırılması ve soruşturmanın selameti açısından da yapmakta olduğu görevden behemahal uzaklaştırılması ve yine aynı kanunun Madde 84 ünde 23.09.1983 tarih kanun 2896/35 maddesi ile yapılan değişikliğine istinaden; Mehmet Ali Şahin Bey’in (Bakan) spordan sorumlu bakanlığında ilk gününden son gününe kadar (aslında spora siyaset karıştırmaktan sorumlu idi) ve yeni başladığı Adalet Bakanlığı dönemimde de aynı istikrarı gösterme istidadı ile başladığı çam devirme işlemleri neticesinde oluşan çam yığınlarının herhangi bir mahkeme kararına gerek olmaksızın Orman İşletme Müdürlüklerinin müsadereli mallar satış komisyonlarınca, mahallinde veya pazar yerlerinde ilan edilmek suretiyle derhal satılmasına karar verilmesini arz ve talep ederim.

RMÇ

Cuma, Ekim 26, 2007

BİR DAVA DİLEKÇESİ

TÜKETİCİ MAHKEMESİ
TÜKETİCİ HAKLARI KORUMA HAKİMLİĞİNE
ANKARA

DAVACI : RUHİ ÇİLEK – Tüm gazete okur ve TV İzleyicileri adına

DAVALI :
1 -AYDIN DOĞAN
– DOĞAN MEDYA – HÜRRİYET – MİLLİYET – RADİKAL - POSTA – REFERANS – VATAN GAZETELERİ SAHİBİ
2. TMSF – SABAH ATV GRUBU YÖNETİMİ
TÜM DEMOKRASİ DÜŞMANI BASIN - YAYIN ORGANLARI SAHİPLERİ

DAVA KONUSU :

Gazete okurları adına; 4822 sayılı “Tüketiciyi Koruma Yasası” nda “ayıplı mal ve hizmetler” bölümünde madde 4 te tanımlananlara uygun düşen; aşağıda kısa bir listesi verilen gazetecilerin “üretimin ve satışın durdurulması ve malın toplatılması” nı düzenleyen madde 24 e göre de artık yazı yazmamaları yada yorum yapmamaları, varsa daha önceki yazılarının ve yorumlarının toplatılması, yada “gazetecilik genel ilkelerine” ve “Doğan Medya kurumsal yönetim ve yayın ilkeleri” ne uygun hale getirilmesi hakkında karar verilmesi talebi.

AYIPLI MAL ve HİZMETLER:
1. Ertuğrul ÖZKÖK
2. Cüneyt ÜLSEVER
3. Hasan CEMAL
4. Can DÜNDAR
5. Mehmet Ali BİRAND
6. Murat BELGE
7. İsmet BERKAN
8. Ruşen ÇAKIR
9. Cengiz ÇANDAR
10. Mehmet ALTAN
11. Eser KARAKAŞ
12. Nazlı ILICAK
13. Ergun BABAHAN
14. Mustafa KARAALİOĞLU
15. Diğer - Yukarıdakilerin benzer ve emsalleri

TALEP ve İSTEM:

06.03.2003 tarihinde kabul edilen 4822 sayılı “Tüketiciyi Koruma Yasası”nın 1. Maddesinde düzenlenen “kamu yararına uygun olarak tüketicinin sağlık ve güvenliği ile ekonomik çıkarlarını koruyucu, aydınlatıcı, eğitici, zararlarını tazmin edici, çevresel tehlikelerden korunmasını sağlayıcı önlemleri almak ve tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini özendirmek ve bu konudaki politikaların oluşturulmasında gönüllü örgütlenmeleri teşvik etmek” amacına ve ayrıca aynı kanunun “Tüketicinin Korunması ve Aydınlatılması” başlıklı 2. kısmın 4. madde 1. kısmında düzenlenen “ayıplı mal” ve yine aynı maddenin 3. fıkrasındaki “müteselsil sorumluluk” ve yine aynı maddenin 4. fıkrasında düzenlenen “zamanaşımı olmaz” uygun olarak; dava konusunda cüz olarak sıralanan gazeteci, yayıncı ve yazarların; yayın yapmalarının, yorum yapmalarının, yazı yazmalarının, yada varsa yazılan yazılarının yapılan yorumlarının yapılan yayınlarının; mezkur kanunun 24. maddesinde düzenlenen “ayıplı malın ve hizmetlerin satışının durdurulması yada varsa toplanması” biz okur ve izleyicilerin tüketici sağlığı ve güvenliği ve ulusal ve uluslararası tehlikelerden korunması açısından behemehal durdurulması ve toplatılması;

Gereği için Yüce Mahkemenize arz edilmektedir.

Saygılarımızla;

Çarşamba, Ekim 03, 2007

Hürriyet Gazetesi internet sayfasında bir manşet
03.10.2007
Meryem okumak istiyor babası ise evlendiriyor
A.A
Adana’da, 16 yaşındaki Meryem Aslan bugüne kadar hiç okul yüzü görmedi. "Haydi Kızlar Okula" kampanyası kapsamında Meryem de okula gönderilmek istendi. Ancak ailesi, Meryem’i evlendireceğini söyleyerek buna izin vermedi. Meryem ise okula gitmek istiyor. Ancak, büyük kızı gibi Meryem’i de okula göndermeyeceğini bildiren Baba Osman Kaplan, Meryem’i bir akrabalarıyla evlendireceğini söyledi. Olup biteni kapı aralığından izleyen Meryem Aslan ise kampanya görevlilerinin "Okul mu evlilik mi?" sorusuna, "Elbette okulumu isterim. Ben hiç okul görmedim, önlük giymedim, bu benim en büyük hayalim" dedi.

Bu haber üstüne Yurdum İnsanı tarafından yapılan
YORUMLAR
BURCU ÖNAL03.10.2007 09:55
türkiye'de ilköğretim mecburi değil mi?dolayısıyla veliler çocuklarını bu haktan mahrum edince cezalandırılmıyorlar mı?yani bu adamı ikna etmeye çalışmanın anlamı ne?kız okula baba cezaevine o kadar...
EMRE ERSÖZ 03.10.2007 09:53
Oku Meryem cehaletin ,bağnazlığın,köleliğin zincirlerini kır Meryem ulemaya sindirilmiş zorbacı beyinlere ufku gösterebildiğince yaşama tutun Meryem sorgulamaktan aciz koyun sürüsü zavallı sokma akıllara bir parça olsun insan olabilmeyi anlatabilesin ışık olasın Meryem.
ERTUĞRUL ÖKTEM 03.10.2007 10:01
egitimi pahali bulanlar, cehaletin hesabini yapsinlar!!!!
yaziklar olsun, sakal ve takkeye siginiyorsun!! ALLAHIN ILK EMRI "OKU" "BISMI RABBIKE..." ALLAHIN ADI ILE OKU!! SEN KIM OLUYORSUNDA, BU GÜZEL KIZIN CAHIL KALMASINI ISTIYORSUN! CAHIL KALIP KURDA KUSA YEM OLMASIN KIZIN! AKILLI OL!!!
CAN YURDUN 03.10.2007 09:18
Bu haberleri gördükçe DTP'nin aslında ne kadar sahte bir parti olduğunu anlıyorsun anlamasına da Güneydoğu'lu gidip hala oy veriyor işte.DTP asıl bunlarla uğraşmalı,sorun Kürt sorunu değil Güneydoğu ve Doğu'nun insana bakış açısı sorunudur.
XX TEPKİ 1985 03.10.2007 09:52
O cehaleti onlemenin en başlica yolu oralarda Üniversite acmaktir. cünkü okumuş kesim o il yada ilce, köye geldikce hizlica gelişiyor ve cevresine aylik olarak 1.milyon ytl kazandirir duruma geliyor. hem kalkinmadan ve hem beyin olarak gelişmede cok onemli faktordur. ama YÖK ÜNİV. acmaya yanaşmiyor.

TULİN SEKMEN 03.10.2007 09:48
16 yaşındaki çocuk ewlilik kawramını ne kadar bilecekki?
nasıl becerebilecek yürütmeyi?peki mutlu olabilecekmi?
peki mutsuz olunca,baba ewine geri dönmek isterse babası
kabul edecekmi?tabiki hayır!!işte bu zihniyete deli oluyorum
yazık..ne cocukluğunu yaşayabilecek,nede öğrenciliği..
MEHMET YILDIZ 03.10.2007 09:16
şeriatçı tiple ne lgisi var adam cahil cocuğunu göndermiyor okula,cocuk 16 yaşında yani 18 inden küçük ve herkeste olması gereken bir hak elinden alınıyor.burda yapılacak sey bellidir devlet kolluk kuvvetleri devreye girer adam tıkılır içeri belli bi müddet, cocukta devlet yurduna alınıp okula gider
ONUR ONUR 03.10.2007 09:11
işte bizde bu adama müslüman diyoruz...İlk emre uymuyor birkere OKU !!!
ZEHRA TAŞKIN 03.10.2007 09:09
Peygamberimize(S.A.V) bile Allah!ın ilk emri oku! olmuştur diye bilirim. Bunların dinindende, peygamberindende, hayattanda, çağdanda haberleri yok. Geçmişi olmayanlar. Böyle gazel misale her rüzgar estiğinde, biryerlere savrulurlar. Bizim gibi!
GÜVEN KANTEKİN 03.10.2007 08:57
O arkadaki uzun sakallı mı bu kızın babası?
Yoksa evlendirmek istedikleri akrabaları mı?
Şeriatçı tipli adamlar, ne farkeder.
Kız çocuklarına yazık oluyor, zaten amaç o, çocuk yaştaki kızlardan 4 tane almak!
İşin vahimi, bazı kız arkadaşlarımız hala nereye doğru gittiğimizin farkında değil!


SONUÇ ve DEĞERLENDİRME
03.10.2007 saat 10:55 e kadar yurdum insanları tarafından yapılan 170 adet yorumun; yukarıdaki verilen örnek yorumlara yakın olduğu ve 2 grupta toplandığı; ya “kahrolsun şeriat” yada “İslam dininin emri okumaktır” şeklinde olup, gerçi konuyu DTP’ye kadar getiren sığ yaklaşımlar olsa bile; kendi siyasi eğilimleri ve inançları uyarınca şekillendiği aşikardır. Bu 2 farklı grubun ortaklaşa ve hemen hemen ittifakla birleştikleri tek nokta ise cehalet.
Şimdi konuyu cehaletten kaynaklanmış bir sonuç olarak değerlendirir ve cehaleti de sadece ve sadece mektep okumak ile sınırlarsak, tarihte milyonlarca örneği olan bu uygulamanın; en son cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra yeni “First Lady” için yapılan tanıtım yayınlarında; “14 ünde nişanlandı 15 inde evlendi” şeklinde sanki çok önemli birşey yapılmışçasına ve maalesef özendirici tarafı da hiç azımsanmayacak olan bu evliliği nasıl değerlendirmek gerekecektir. Tabii ki benim sevgili yurdum insanı şimdi ve kesinlikle “ama o okutacağına dair söz verdi ve yerine getirdi” diyebilir. EEE Meryem konusunda; daha evlilik gerçekleşmedi, belki onunda eşi okutmayı düşünüyordur, nerden bileceksiniz.



Perşembe, Eylül 27, 2007

TÜRKİYE - İRAN ARASINDA ENERJİ ANLAŞMASI

Türkiye ve İran devletleri arasında, Enerji Bakanlıkları aracılığı ile, Ankara'da 13.07.2007 tarihinde enerji konusunda bir mutabakat tutanağı imzalandı ve mutabakat tutanağı ile, İran ve Türkmenistan gazının Türkiye üzerinden Avrupa'ya taşınması için önemli bir adım atıldığı bildirilmişti.
İki ülke arasında yapılan anlaşma, İran ve Türkmenistan'dan gelecek yılda 30 milyar metreküp doğalgazın Avrupa'ya ihraç edilmesini öngörüyor. Ayrıca Türkiye, İran’ın Güney Pars havzasındaki üç doğalgaz sahasının işletmesini ihale yapılmaksızın alacak ve bunun hayata geçmesi içinde yaklaşık 3.5 milyar dolarlık yatırım yapılması gerekiyor.

Bu gelişme karşısında; tarafların açıkladıkları pozisyonlar ise aşağıda sıralanmıştır;
1. Türkiye, doğalgaz anlaşmasına Amerika’nın ve Fransa öncülüğündeki AB ülkelerinin gösterdiği tepkiyi "Burada söz konusu olan Türkiye'nin çıkarları" şeklinde yanıtlayarak sözde ulusal çıkarları gözetir bir politika izliyor görünümünde .
2. ABD, mutabakata en büyük tepkiyi vererek, İran'ın nükleer faaliyetlerine devam etmesi nedeniyle bu ve buna benzer ekonomik ilişkilere karşı çıkarak, İran'ın güvenilir kaynak olmadığını iddia ediyor. ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilisi Sean McCormack, ''İran'ın petrol ve gaz sektörüne yatırım için zamanın uygun olmadığını düşünüyoruz'' diyerek şiddetle Türkiye’nin bu girişimini engellemek ister görünümünde.
3. Fransa, ABD yönetimine gittikçe daha fazla yakınlaşarak, Sarkozy, İran konusunda da ABD nin yanında yer alarak, bu ülkeye yönelik yaptırımların ağırlaştırılmasını istedi. BM Genel Kurulu toplantılarına katılacak olan Sarkozy, İran krizini gündeme getireceğini belirten Sarkozy, yaptırımların ağırlaştırılması için çaba sarfedeceğini söyledi. Fransa Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner, İran'ın nükleer kriziyle ilgili olarak, "En kötü durum olan savaşa, hazır olmalıyız" demiş ve bazı Fransız şirketlerinden İran ihalelerine katılmamalarını isteyerek Türkiye’nin bu girişimini engellemek ister görünümünde.

Diğer taraftan; yapılan anlaşmaların, açıklanan ekonomi rakamlarının ve çıkarılan yasalardan açıkça anlaşılacağı üzere de son 5 yıldır, Irak’a asker göndermeme kararı da dahil olmak üzere (gerçekte ABD Türkiye’nin Irak’a asker göndermesini asla istememiş idi, aksi taktirde kuzey Irak’taki oluşum konusunda bu kadar rahat davranamazlardı) Türkiye AKP önderliğinde, kesinlikle ABD ve AB ye ve onların çıkarlarına aykırı bir tutum sergilememiş olması; yukarıda sıralanan ve yer yerde cidi sertleşme görüntüsü veren, pozisyonları almalarının bir akıl ve mantık yanılması olmaktan öteye gidemeyeceğinin açık olduğu kesindir.

Can alıcı soru, “peki o zaman bu durum nasıl izah edilmelidir” ise şimdilik tam bir muamma olup, fal bakıp geleceği göremeyeceğimize ve niyetleri okuyamayacağımıza göre; ABD nin hemen Humeyni sonrası dönemde hemde onca yaşanan savaşlara rağmen Yarbay North vasıtası ile giriştiği ilişkilerin benzeri ilişkiler yürütmediği yada yürütmeyeceği konusunda nasıl emin olunabilir. Aksi halde AB yi ciddi şekilde kontrol eden ve yönlendiren ABD nin bu tavrı doğru ise; bu tavrına karşılık, Türkiye’nin gerekecek yatırım tutarı 3,5 milyar doları nereden bulabileceğinin zorluğunun yanında, Türkiye’nin taşıyacağı gazı Avrupa’da kim almaya cesaret edebilir? Zaten bu proje batının onayı olmaksızın ölü doğmuş olmayacakmıdır?

Anadolu’da söylenen ünlü söz; “söyleyen deli ise dinleyen akıllı olmalı” misali, bütün bu olanlara bakmanın kaçınılmaz olduğuda açıktır.

Düşünmeye devam “halen düşünmek suç değil

RMÇ
27.09.2007

YAKIŞIKLI TAYYİP



ATV ve Sabah’a talip olan ABD’li medya patronu Rupert Murdoch’un Başbakan Erdoğan’a yönelik "Karizmatik bir lider olduğunuz kadar yakışıklısınız da" sözleri büyük ilgi çekti.

Bir erkek bir erkeğe neden bu iltifatı yapar acaba?

1. Karşısındaki hemcinsinin % 99 undan daha farklı ve değişik bir görüntüye sahip olması halinde;
2. Karşısındakinin cinsel açıdan aktif yada pasif olarak değerlendirilebilecek bir obje olduğuna kani olduğunda;
3. Karşısındakinde bu konuda bir kompleks yakaladığında ve bunu lehte bir duruma tahvil etmek üzere kullanmak gerektiğinde;
4. Karşısındakinin başbakan yada benzerleri olduğunu ve mutlaka birşeyler ütülebileceğini anladığında;
5. Karşısındaki ile en basit ve kolay iletişimin yalakalık ve yağcılıkla yapıldığını bilen kişinin ortamını yakalamsı halinde;


Sizce nedendir acaba?

Cuma, Eylül 21, 2007

REKTÖRLER İŞLERİNE BAKSINLAR


Yeni Anayasa yapımı konusunda; Ergun Özbudun başkanlığındaki “kraldan fazla kralcı” heyete verdikleri sipariş neticesinde ortaya çıkan taslağı değerlendirmek üzere basın toplantısı düzenleyen Tayyip Bey, hemen öncesinde rektörlerce yapılan biraz da ağır sayılabilecek ama haklı olan eleştiri ve tepkilere karşılık rektörler kurulunu "seçkinci takımı" diye tanımlayarak “onlar işlerine baksınlar” dedi.

Öncelikle bu “işlerine baksınlar” sözü beni; maalesef Ankara’ya modern şehircilik açısından küme düşürten, İ.Melih Gökçek ve liyakatlı kadrolarının, ilk döneminde akçalı işler konusundaki maharetlerini ve liyakatını göstermek için başlattığı alt geçit çalışmalarını çok yoğun eleştiren TMMOB için; minibüs şöförlerine yoğun tehdit ve baskı yaparak tüm minibüslere astırdığı “Mühendis Mimar Odaları siz işinize bakın” afişlerinin asıldığı güne götürdü. Hatırlanacağı üzere ve artık bugün de; trafiğe çözüm olup olmadığının ölçülebildiği pik saatlerdeki tıkanmalarla ve yağmurlu dönemlerdeki boğulma tehlikesi yaşanmaları ile ispatlandığı üzere alt ve üst geçitlerin Ankara trafiğine faydası olmayacağı konusundaki eleştiriler karşısında sanki alt ve üst geçit yapmak şöförlerin işiymişçesine ve maalesef bir taraftan mütareke basınının amigo yazarları ve diğer taraftan da toplumun bir kesiminden destek bularak başlattıkları kampanya neticesinde Ankara şehircilik açısından küme düşmüştür.

Tayyip Bey ve AKP’nin liyakatli kadroları da; tıpkı benzer yaklaşım ve zorlamalarla kocaman Başkent’i ve yaşayanları abuk subuk kararlarla mağdur eden Melih Bey gibi, ama bu sefer tüm Türkiye’ye ve Yurttaşlarına küme düşürterek Malezya ligine dahil edeceklerdir. Bu konuda;
Ergun Özbudun başkanlığındaki “kraldan fazla kralcı” heyet; nerede ise hepsi de Prof ünvanlı olan ve ordinaryus olmayı bundan sonra behemehal hakeden; Zühtü ARSLAN, Yavuz ATAR , Fazıl Hüsnü ERDEM, Levent KÖKER, Serap YAZICI başta olmak üzere, benzer yaklaşımı gösteren tüm muhterem üniversite zevatı,
Mütareke basınının başta Ertuğrul Özkök, Mehmet Barlas, Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar, Murat Belge, Mehmet Altan, Ergun Babahan, Eser Karakaş, Etyen Mahçupyan, Ali Bayramoğlu, Hasan Cemal, Şahin Alpay ve Cüneyt Ülsever gibiler olmak üzere tüm kurnaz ve demokrasi takiyyecisi zevatı,
Siyasi arenadaki “tavşan atlet” misali adından fazlaca söz edilmesi için yanıp tutuşan ama bu uğurda memleketi ateşlere atan, önde koşabilmeyi kendine hedef seçmiş ve bu nedenle malum mağfillerce de gerekli kutsanmayı ve ödüllendirilmeyi hakeden; başta Zafer Çağlayan, Zafer Üskül, Ertuğrul Günay, Mehmet Domaç, Haluk Özdalga olmak üzere tüm zımmen ve açık desteklerini esirgemeyen politika zevatı,
bu küme düşürülmeden nasiplerine düşenlerle tarihteki yerlerini alacaklardır.
Ve pek tabiidir ki mezkur zevat ve tüm zımmı ve açıktan destekçileri; olası risk gerçekleşmelerinde hayatlarını, aldıkları taltif ve ödülleri bozdurarak idame ettireceklerdir.
Ya benim “hani dilim de varmıyor ya demeye” dizesinde tanımlamaya çok uygun yurdum insanı ne yapacak?

RMÇ
21.09.2007

Çarşamba, Ağustos 01, 2007

ERGUN POYRAZ VE DEVLET SIRLARI

Başbakan Tayyip Erdoğan, eşi Emine Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ve aileleriyle ilgili olarak “Musa’nın çocukları Tayyip ve Emine”, “Musa’nın Gül’ü” ve “Musa’nın Mücahidi” adlı kitapları ve AKP hakkında “Patlak Ampul” gibi yayınlanmış ve henüz yayınlanma aşamasında olan “hilafet ordusundan Arap Kürt Partisi’ne” kitaplarının yazarı Ergun Poyraz, nihayet yapılan baskıların etkisi altında kalınarak gözaltına alınmıştır. Poyraz, “gizli devlet belgelerini ele geçirmek ve açıklamak” başta olmak üzere “Terör örgütü üyesi olmak”, “kişisel bilgileri ele geçirmek” ve “devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etmek”le suçlandı.
Ergun Poyraz; bugünkü muktedirlerin seleflerine de yönelik olmak üzere yazdığı; “MNP'den FP'ye İhanetin Belgeleri” ve “Refah'ın Gerçek Yüzü” isimli kitaplarında, kapatılan RP Genel Başkanı Necmettin Erbakan, kendisine hakaret edildiğini ileri sürerek yazar aleyhinde açtığı hakaret davasına muhatap olmuş ancak dava düşmüş idi. Erbakan, yazar Ergun Poyraz'ın. Ankara 32. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde görülen davada avukatı Yaşar Gürkan aracılığı ile , kendisine hakaret edildiğini ileri sürmüş ve savcılık kitapta yer alan, “Erbakan yemeklerden tavuklu pilavı, taze fasulyeyi ve domates salatasını, meyvelerden ise, armutu çok seviyor, armudun iyisini bulmak için çarşı pazar gezmekten geri kalmıyordu” sözlerinde hakaret unsuru bulmamış ve takipsizlik kararı vermiş idi. Kitapta asla “ayı” benzetmesi yapmadığını belirten yazar Ergün Poyraz, “Kitapta armudun iyisini ayılar yer ibaresi yok. Kim çarşıya armudun kötüsünü almak için çıkar. Ayrıca, hiçbir ayı armudun iyisini çarşı pazar dolaşarak aramaz” dedi. Erbakan ise avukatı aracılığı ile yaptığı savunmasında, toplumda “armudun iyisini ayılar yer” yaygın anlayışı olduğunu belirterek kitapta yer alan sözlerle zımmen kendisine 'ayı' denilmek istendiğini belirtmiş idi.
Ergun Poyraz’ın “devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etmek” ve “devletin gizli belgelerini açıklamak” gibi buram buram siyasi tavır kokan gözaltına alınma gerekçesi bana uzun süredir büyük bir keyif alarak benzer vakalarda “kıssa ve hisse” konusunda pek te has örnek oluşturması nedeni ile anlattığım bir fıkrayı anımsamama yol açtı.
“Adamın biri yaşadığı ülkedeki uygulamalardan muzdariptir ve bakar ki bu rahatsızlığı patolojik bir durum yaratacaktır, “devlet başkanı” na da olan muhalefetini devlet başkanının herkesin içinde bulunduğu bir zamanda hakaret ederek göstermek ve bir nebze de rahatlayabilmek için bir plan oluşturur ve ilk önce etrafındaki hukukçulara danışır:
“Ben şimdi devlet başkanına herkesin içinde “eşek” yada “hayvan” diye bağırarak hakaret etsem ne ceza alırım” diye sorar.
Bütün hukukçular devlet başkanına böyle bir hakaretin 6 ay hapis cezası almasına neden olacağını beyan ederler. Adam da 6 ay hapis cezasını göze alır ve devlet başkanına herkesin içinde “hayvan” ve “eşek” diye bağırarak hakaret eder. Yaka paça edilerek tutuklanır ve uzun yargılama neticesinde mahkeme tarafından 20 yıl 6 ay hapis cezasına mahkum edilir. Adam derhal itirazda bulunur “olmaz hakim bey ben bu olaydan önce hukukçulara danıştım ve 6 ay hapis cezası verileceğini öğrendim” der.
Hakim de kendisine “evladım hakaretten zaten 6 ay ceza verdim ancak devlet sırlarını açık etmektende 20 yıl ceza aldın” der ...
RMC
01.08.2007 Ankara

TANKERCİLERİN BAŞKENTİ ANKARA



Tüm dünyada küresel ısınma ve kuraklık konusunda davul zurna çalınırken; Türkiye’de de sorumlu belediyecilerin hemşehrilerini susuz bırakmamak için her türlü çareyi düşünerek her türlü önlemi alarak mevcut durumun nispeten sorunsuz atlatılması için çaba göstermişlerdir. Ancak bunların böyle olmasına karşın; Ankara Belediye başkanı Melih Bey seçim önceleri TV kanallarını tek tek dolaşarak AKP belediyelerinin ne kadar liyakatlı kadrolara sahip olduğunu anlata anlata bitirememiş ve neden Türkiye’nin CHP’li kadrolara bırakılamayacağını yaya yaya anlatmıştı ancak o gün; Sevgili Yurdum insanı;
1. Neden bu TV kanalları sadece Melih Beyi davet ederler de mesela neden İzmir Belediye Başkan’ını bir gün bile davet etmezler, yada TV ciler davet ediyorlar da yoksa diğer Belediye Başkanlarımı davete icabet etmezler,
2. Neden bu TV kanalları, seçim sonrasında yaptıkları üzere hergün Ankara’nın su kaynaklarındaki son durumu 10 larca dakika gösteriyorlar da seçim öncesi bırakalım bu durumu göstermelerini bir kenara TV TV dolaşan Melih Bey’e def i bela kabilinden sırf sorulmuş olsun diye sorulmasının dışında soru sormazlar,
3. Su kesinti proğramını seçimden sonra açıklayacağım diyen başkana belediyecilik dışı soru sorulması acaba başka şeylerin idmanımıdır?
4. 1998 depreminde Gölcük’lülerin başına gelenleri uhrevi güçlere bağlayanlar var iken, şimdi susuzluğunda acaba uhrevi birtakım güçlerin başımıza getirdiği şeylermidir?
5. Kardeşim 14 yıldır Ankara’da su için yeni bir yatırım yapıldımı? Yapıldı ise yeterlimidir? Yapılmadı ise neden yapılmadı?
6. Şimdi büyük bir hamle ile Kızılırmak’ın suyu getirilmeye çalışılıyor ama DPT, DSİ, Çevre Bakanlığı, Üniversiteler’in bu konuda Kızılırmak havzası ve nehri ile ilgili uyarıları nedir? Bu suyun arıtılamaz düzeyde sanayi atıkları ile kirletildiği söyleniyor ve yazılıyor acaba bunlar doğru mu?
diye düşünmez ise olacağı da budur. Oysa tüm dünyada çalınan davul ve zurnanın Ankara’dan duyulmamasına şaşmamak gerek.

Şimdi Avrupa başkenti diye övünülen Ankara tankercilerin başkenti olmuş durumdadır.

Nerede ise tankerlerin tamamının 63 (Urfa)– 02 (Adıyaman)- 03(Afyon) plakalı araçlardan oluşması tesadüf mü acaba? Yoksa derin yada sığ tarikat ilişkilerinin sonucumudur bütün bu istihdamlar?

Bu belediyenin liyakatlı ve hatta sadaka(t)lı yöneticilerinin yaptığı yollar çöküyor, metro tünelleri çöküyor, istimlakler doğru düzgün yapılmadığı için trilyonlar harcanan 4 yada 5 şeritli yollar bu yüzden yer yer 2 şeride düşüyor, trilyonlar harcanan ve trafiğe çözüm olacağı söylenen altgeçitlerde yağmura yakalananlar ise boğulmamak için çırpınıyor, büyük paralar harcanarak yapılan havuzlar pislik yuvası haline geliyor,

Ama ne tasa ne gam... Gelsin bulgur , gelsin kömür... gitsin gelecek...

Yıllar önce Kanal A da; haberlerde bir sahne izlemiştim; Çayyolu’nda halka bir açık hava mitinginde seslenen Melih Gökçek vatandaşlara kendilerine ne kadar fazla hizmet ettiğini; sade suya trit misali propaganda yaparken kendisini sürekli olarak protesto eden bir kısım izleyicilerden birini kürsüye davet ederek “neden kendisini en şiddetli protesto edenlerden biri olduğunu” soruyor ve protestocunun da kendisine uzatılan mikrofonu dinleyicilere uzatarak “bunun cevabını halka bırakıyorum” demiş ve protestolar yoğunlaşmış idi, bilahare halka konuşmasına devam eden Melih Gökçek de “su borunuz şu çapta idi 3 kat arttırarak bu çapa çıkardım, şu kadar m2 yeşil alanının vardı 5 e katlayarak şu kadar m2 ye çıkardım, şu kadar kaldırım yaptım” türünden martavala devam edince meşhur protestocuda artık alkışlama moduna geçmiş idi. Tabi bu haberin bu kısmının bir mizansen olduğu söylenebilir ama; son seçimler öncesi ve sonrası malum tablonun o günlerden bu günlerin bir müjdecisi gibi durduğu hiç tartışılmaz...

Ben şimdi Melih Gökçek’in yerinde olsam hiç bir yerden su isale hattı döşeyerek su getirmek gibi bir ekonomik seferberliğe ve zorluğa girmem; hazırda akarsuların özelleştirilmesi de Hükümet sözcüleri tarafından gündeme taşınmış iken; kızılırmak’ın sularını özenle 1 lt lik şişelerle halka hamam suyu, traş suyu ve taharet suyu olarak satarım.

RMC
01.08.2007 Ankara

Perşembe, Temmuz 26, 2007

Biz ne mesaj verdik

Seçim günü akşamından itibaren “siyaset uzmanı analist” dahiler televizyon ekranlarındaki yerlerini almışlardı. Şimdi bu “siyaset uzmanı analist ” lerin yorumları önümüzdeki günlerde de yoğunlaşarak sürecek. “Aslında seçmen ne dedi?” “Seçmen hangi mesajı verdi?” “Efendim seçmen dedi ki; diye başlayan ve bu “siyaset uzmanı analist ” lerin yaptıkları tespitler ;

A - Merkezin sağına sempati duyanlar tarafından genellikle;
AK Parti'ye: Halkın değerlerine saygılı, beklentilerine duyarlı olduğun müddetçe tüm dayatmalara, çirkin ayak oyunlarına, anti-demokratik baskı ve müdahalelere karşı ben de hep senin arkanda olacağım. cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında mağdur duruma düşürülmesini onaylamadığını gösterecek şekilde AK Parti'ye destek veriyor
CHP'ye: İktidar hırsının gözü dönmüşlüğüyle toplumu bölmekten çekinmedin. HUmarım bu net mesajımızı da hafife alacak bir "mantıksızlık"ta bulunmazsın. CHP kurmayları kendi kitlelerine, "Bakın biz AK Partili birini cumhurbaşkanı seçtirtmedik" diyerek heyecanlı bir propaganda yapıyordu. Halk, beklenen desteği vermedi.
Eski merkez sağa: Cumhurbaşkanı seçiminde Meclis'i boykot ederek hep demokrasi ve halktan yana olan geleneğine ters düştün. Bütün kredimi bana saygılı olana veriyorum ve seni artık tarihe gömüyorum. cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde CHP ile ittifak ettiğine dair oluşan hava, halkı DP'den uzaklaştırdı.
Ordu'ya: senden irademizin tecellisi olan demokratik temsile saygı beklemek ve halkın iradesine, değerlerine ve beklentilerine saygılı ol.
Medya'ya: Silkin ve kendine gel. Toplumda ne varsa sende de olsun ki, bir dahaki seçim sonuçlarından sonra bu kadar şaşırıp şoke olmayasın.
Ulusalcılara: Paranoyalarla bir yere varılmaz. Vatanı yeniden kurtarmak teziyle kurduğun çetelerini de, toplumsal düşmanlıkları tetikleyen hoyrat söylemini de al ve kaybol.
DTP'ye: Bu ülkede yaşayan kardeşler arasında etnik kökenlerini baz alarak oluşturmaya çalıştığın bölücülük siyaseti artık çöktü.
B - Merkezin soluna sempati duyanlar tarafından da genellikle;
"Laiklik tehlikede, ülke yavaş yavaş bölünme noktasına getiriliyor, en stratejik varlıklarımız yabancılara peşkeş çekiliyor" diyenlere "Sen bunları boşver de bizim nohuttan ve kömürden haber ver" mesajını vermiştir.
"Hırsızlık, yolsuzluk aldı başını gidiyor. Milletvekillerinin 200'den fazla adi suç dosyası var ama dokunulmazlık yüzünden yargılanamıyorlar" diyenlere "Bal tutan parmağı yalar" mesajını vermiş... "Adamlar resmen çalıyor" diyenlere de "Çalsın ama iş de yapsın" mesajını yollamıştır.
"Senden çaldıklarının bir bölümünü sana sadaka olarak dağıtıp oyunu alıyorlar" diyenlere, "Ama ben de onlardan kömür alıyorum" mesajını vermiştir.
"Senin çocukların işsiz ve aç gezerken onların çocukları milyon dolarlarla oynuyor" diyenlere, "Ne yani adamların çocukları ticaret yapmasın mı? Aç mı kalsın?" mesajı vermiştir.
"Adam, ben senin çocuğuna iş bulmak zorunda değilim, seninki de işsiz kalsın... Ananı al da git... Askerlik yan gelip yatma yeri değildir, vs. deyip seni her fırsatta aşağılıyor" diyenlere, "İstediğini desin, ben onun yürüyüşüne hastayım" mesajını vermiştir.
C - İşi tamamen ti ye alanlar tarafından genellikle;
AKP’ye : sana aşık değilim, ama bir dönem daha….
MHP’ye: yok sensiz olmuyor…
CHP’ye: bir daha sakın haaa…
DP’ye : hoşgeldin güle güle mehmet!
DTP’ye: madem öyle gel böyle…
SEÇKİNLERE: susun be, kafamın tasını attırmayın…

vs. vs. gibi derin bir takım mesajlar verdiğimiz söylenmektedir.

Önemli ve derin analizler ve tartışmalar sonucunda bu şekillerde özetlendi kuruldukları gerek medya plazalardan köşelerinde yazdıkları yazılar ile gerekse de TV lerde kuruldukları masa başlarında verdiğimiz mesajlar;

Yahu biz ne mesajlar vermişizde haberimiz yokmuş, bu “siyaset uzmanı analist” bayan ve bay’lara göre ...

Yahu kardeşim biz seçmenler bir şey falan demedik zaten diyecek birşeyimiz de yok ki birşey diyebilmek için o birşeyi söyleyecek dilin arkasında inanılmaz ciddi bir fikri birikimin olması falan da olması gerekir ayrıca.

Sadece ve sadece nabzımıza verilen şerbete uygun olarak oyumuzu kullandık ve evimize gittik.

Çarşamba, Temmuz 25, 2007

BAY – KAL sa ne olur - BAY – KAL masa ne olur - 1

2007 Yılı seçim kampanyaları, büyük iddialar içeren sözler, kavgalar, dövüşler, tehditler ile sürdü, AKP nin büyük başarısı ve CHP ve DP nin sukut u hayali ile nihayetlendi. İşte ne oldu ise bundan sonra oldu...

CHP içinde bugüne kadar üstüste dizilen varillerin en altındaki çekilerek büyük gümbürtü kopartıldı, özellikle 1999 yılında büyük yenilgi alınan seçimden bugüne kadar sanki partinin başkanı başkasıymış da susanlar şimdi ortaya çıkıp fetva vermeye başladılar.

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; Sandık görevlilerini sandık başı çalışmalarına göndermeyenleri de desteklerse yada en hafifinden görmezden geliyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; Hasan Cemal, Ertuğrul Özkök, Cüneyt Ülsever, Serdar Turgut, Hıncal Uluç, Ergun Babahan, Mustafa Karaalioğlu, Fehmi Koru, Fatih Altaylı, Mehmet Altan, Deniz Gökçe, Asaf Savaş Akat, Sedat Ergin, İsmet Berkan, Cengiz Çandar, Nazlı Ilıcak vb gibi daha pekçok Gazete Genel Yayın Yönetmeni ve köşe yazarlarını tamda mütareke basının yönetici ve yazarları olarak görmesine rağmen dinler ve ona uygun davranırsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri;
Afyon milletvekili Kubilay Uygun’a fırıldak ismini takarak alay ederken; CHP Genel Başkanlığı olmayınca hemen fırıldayan başta Ertuğrul Günay başta olmak üzere beklentileri gerçekleşmeyen Mehmet Domaç, Zafer Üskül, Haluk Özdalga gibileri de demokrasi havarisi diye destekler ve yüceltirse;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; dövizi aşağıda tutarak; ihracaatın azalmasına ve ithalaatın patlamasına, % 72 si yabancıların elinde olan borsa oyuncularına bu sayede milyarlarca dolar kazandırılmasını ekonomik başarı görüyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; İSKİ Yolsuzluğunda haklı olarak kıyamet koparmasına rağmen; AKBİL yolsuzluğunda sesini çıkarmıyorsa,

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; en iyimser yaklaşımla 10 milyon dolarlık GEMİnin GEMİCİK olmasına alkış tutuyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; Ülkenin önemli Şirketlerinin tavuk çiftlikleri birer birer batarken tavuk çiftlikleri ve ürünleri konusunda bakan oğluna özel yapılan teşvikleri görüp te sesini çıkarmıyorsa; ve hatta “ne o bakan çocukları tavuksever olamaz mı” yada mısır ithalaatı konusunda inanılmaz kolaylıklar ve indirimler yapılınca da “ne yapalım tavuklar aç kalacak değil ya” diyerek dalga geçmesine sesini çıkarmıyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; 2007 yılı seçimleri için ABD ve AB nin desteği karşılığında ve apar topar TÜPRAŞ özelleştirmesini doğru bularak sesini çıkarmıyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; 4,5 yıllık iktidarları süresince yaptıkları yasaların tamamına yakının ya Cumhurbaşkanlığı ya da Anayasa Mahkemesinden dönmesinden hep bu kurumları sorumlu tutan ama asla “yahu bunlar daha yasa yapmayı bile bilmiyorlar” diye düşünmüyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; İslam dünyasının ülke sınırlarının değiştirilmesini hedef alan BOP ( büyük ortadoğu projesi) uygulanması konusunda Dışişleri Bakanı tarafından ve Başbakanı hedef alarak söylenen “BOP Eşbaşkanı olmaktan gurur duyuyoruz” sözünden ötürü bu kadarı da olmaz artık demiyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; Irak’ı işgal eden “ABD askerlerinin ülkelerine sağ salim dönmeleri için dua ediyorum” diyen Başbakan’ın Irak’ta ölen çoğunluğu çocuk ve kadın olan yaklaşık 500.000 kişi için herhangi birşey demiyor olmasına ses çıkarmıyor hatta görmezden geliyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; devlet kuruluşu olan TUİK’in istatistik çalışmaları neticesinde ortaya çıkan ve herkesi yakması gereken, 18 milyon kişi yoksulluk sınırının altında, 1 milyon kişinin açlık sınırının altında yaşıyor açıklamasına rağmen bunları görmezden geliyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; Giresun’da AKP Grup başkan vekilinin arabasını yakıp gösteri yapan Fındık üreticileri neden gösteri yaptıklarını unutup bizzat kendilerinin %56 ile destek vermelerini örnek alıyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; patates, pamuk, kayısı, domates ve narenciye üreticilerinin başta olmak üzere feryat figan yakınmaları karşısında neden yakındıklarını unutup bizzat kendilerinin %47 ile destek vermelerini örnek alıyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; tarikat şeyhi ile basılınca “ben bunu Allah yolunda bir hoca zannetmiş idim meğerse ırz düşmanı imiş” diyen Fadime’nin kaderine üzülüp Tarikat şeyhine küfreden ama bu “Fadime neden bu kadar uzun süre bu şeyh ile birlikte oldu” demeyen ve Fadimenin o şeyhten ayrılıp başka bir şeyhle yaşamasına ses çıkarmayanları destekliyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; İmam hatip teknik okullarına bu kadar imama ihtiyaç varmı dememeyi bir kenara bırakıp, “bedava sirke baldan tatlıdır” misali çocuklarını tarikat yurtlarında barınsın diye gönderiyor ve imam sayısı öğretmen sayısını geçmiş olmasına ses çıkarmıyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; TBMM den büyük bir acele ile adeta yangından mal kaçırırcasına petrol yasası çıkararak devletin payının petrol çıkarılması işlerinden % 2 ye indirilerek “Türkiye'nin milli menfaatlerini korumayacağız” demesine adeta bir blok halinde
muhalefetin bütün uyarılara kulak kapatıp ses çıkarmıyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; Türkiye, İslam Kalkınma Bankasıyla bir anlaşma imzalayarak, Özel bir fon kurulmasını kararlaştırarak, Bankaların denetimini gerçekleştiren devlet kurumunun denetimini kaldırarak, itirazların ve anlaşmazlıkların olması halinde ise Mekke'deki İslam Adalet Divanı'na gitmeyi öngerecek ve muhalefetin bütün uyarılara kulak kapatarak buna ses çıkarmıyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; AKP nin fikir babası sayılabileceklerden biri Korkut Özal’ın “ Türkiye, İsrail’in liderliğinde oluşacak bir Orta Doğu pazarına girmelidir” diyecek sonra da kalkıp yine aynı muhteremlerin siyonizm ve yahudilik karşıtlığındaki danışıklı dövüşüne ses çıkarmıyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; “başörtüsü bir teferruattır” diyen fakat her fırsatta başörtüsü yasağından kaynaklanan bir mağduriyet arkasına sığınarak kızlarını, oğullarını, gelinlerini kim oldukları açıkça bilinenler tarafından karşılıksız olarak verilen burslarla ABD de okumalarını sağlayan ve AB liderlerine sanki kendisi sıradan bir vatandaşmış gibi bu yasaklardan yakınan başbakanın bu takiyyesine ses çıkarmıyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; Menemen isyancısı Derviş Mehmet’in 2. eşinden torunu, Bülent ARINÇ’ın “müslüman bir cumhurbaşkanı seçeceğiz” dediğinde bundan öncekiler hiristayınmı idi diye sormuyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; Ne idüğü belirsiz (aslında belirli) karanlık işlerin adamı Makam ve menfaat düşkünlerini bulup kullanmakta usta ABRAMOWİTZ’in Erdoğan’a bu ülkenin başbakanlığını sunma iddiaları karşısında kendisine durumu anlatan bütün insanlara rağmen susuyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; “Türk Ordusu bir hiçtir, ABD olmadan sıfırdır” anlamına gelen askerlerin kafasına çuval geçirilmesi üzerine kraldan daha kralcı bir ağızla Abdullah GÜL “Bu baskın lokal bir davranıştır. ABD üst yönetiminin bu gelişmeden haberi olmamıştır” diyerek durumu geçiştirmeye çalışırken R. Tayyip Erdoğan’ın “nota vermek müzük notası vermeğe benzemez” dediğinde sesini çıkarmıyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; AKP den istifa eden Turhan ÇÖMEZ “Benim gördüklerimi görseydiniz, benim duyduklarımı duysaydınız vatanseverlik duygularınızın size yaptıramayacağı hiçbir şey olmazdı” dediğinde bu insan ne demek istiyor diye sormuyor en azından merak etmiyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; “izmir TCDD liman taşıma ihalesi“, İstanbul Büyükşehir Belediyesi araç sigorta ihalesi , TCDD istasyon yenileme ihaleleri, Gebze akaryakıt kaçakçılığı olayı, TMSF otel ihalesi, Derince arazi alımı olayı, Balıkesir seka kağıt fabrikası ihalesi, Halkbankası’nda 30 milyon $’lık kredi zararı olayı, tekstilde 1 katrilyonluk hayali ihracaat olayı, mavi akım dogalgazda ek protokol olayı, 281 mılyarlık “huzurlu ortam bulma” olayı, İzmir Halkapınar kapalı spor inşaatı ihalesi, ulusal marker temin ihalesi, SSK’da ilaç yolsuzluğu olayı, aycell-aria birleşmesi konusu, iktisat gayri menkul yatırım ortaklığı olayı, aycell-sıemens anlaşması olayı, Kayseri elektrik dağıtım şırketi katkı payı kesintisi olayı, hummer cip’li 9.8 trilyonluk ihale olayı, milli eğitim bakanlığı 62 ilköğretim okulu ihale olayı, 2. beyaz enerji yolsuzluğu olayı , maliye bakanı’nın kaçak villası ve resmi mühürlerın sökülmesi olayı, TOKİ’nin 280 trilyonu asya finans’a yatırması konusu, maliye bakanı’nın Beykoz’daki orman arazisı konusu, TRT’deki izlenmeyen bazı dizilere 10.5 trilyon lıra ödenmesiyle ılgılı konuları başta olmak üzere daha yüzlerce Ali-Dibo ihalelerine ve yolsuzluk iddialarına sesini çıkartmıyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; Aydın Doğan’a ait Petrol Ofisinin (POAŞ) ın birkaç milyar dolarlık vergi borçları ile faizlerini hükümet’i kayıtsız şartsız destekleme karşılığında affedenlere ne oluyoruz demiyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; 2002'de 1 milyon 696 TL ( 1.69 YTL) olan benzinin fiyatı 3 YTL ye dayanmış, 2002'de: 19 milyon TL ( 19.00 YTL) olan tüpgaz 35 YTL ye dayanmış, 2002'de 150 bin TL ( 0.15 YTL) olan ekmek 0,30 YTL ye dayanmış, hacca gidiş % 39, Iktidarlarının sembolü Türban % 27 ve Ampul yüzde 13 artmış ama ne gam enflasyon tek haneli rakamlara inmiş, bu söylenenler hilaf ı hakikat mıdır deyip pazardan anlamayan hadi anlamıyorsa da kontrollerindeki kurum olan TUİK ten konuyu araştırmayıp da söylenenlere inanıyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; işsizlik 2002'de: Resmi olarak 2 milyon 412 bin (Gerçek te ise 6 milyon 200 bin) Bugün ise Resmi olarak 2 milyon 487 bin. (Gerçekte ise 10 milyon.) iken sanki işsizlik yokmuş gösterilmesine muhalefet tarafından büyük kampanya yapılarak durumun tersi ispatlanmasına karşın hala tepkisiz kalıyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri;
bütün olumsuzlukların yaşandığı anlarda basının durum lehte ise konunun üstüne dürbün tutarak durumun olduğundan büyük görülmesine aleyhte ise de dürbünü ters tutarak konuyu alabildiğince küçültmesine, seçimden sonra da timsah gözyaşları dökerek neden sol döküldü-çöktü geyikleri yapan basına kanıyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; Fettullah Gülen’in halen ABD de Türkiye Cumhuriyeti vesayeti ile ikamet etmesini, halen Türkiye Cumhuriyetinden giden maaşıda almasını bilmesine rağmen bu neden böyle oluyor diye sormuyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; Lisede ders saatinde öğretmenler nezaretinde namazlar kılınmasını bildiği, gördüğü halde sesini çıkartmıyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; Mustafa Gül’ün Fettullah Gülen Tarikatının üyesi olduğunu bilmesine rağmen CHP başına geçecek sosyal demokrasi havarisi gözü ile bakılmasına alkış tutuyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; kaçak olarak yakalanan kömürlerin halka dağıtılmasına ses çıkartmıyorsa hatta kendilerine verilmeyenlerin küskünlük gösteriyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri;
Tarikat ilişkileri gereği Afganistan’lı Tarikat şeyhinin dizinin dibinde oturanların Başbakan yada Bakan olmasını herşeye rağmen sakıncalı bulmuyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri;
yasal olarak düzenlenen mitinglerde memurların işçilerin ve esnafın ayrı ayrı olmak koşulu ile dövülmesine hiç tepki vermiyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; tarım teşviği alacağım diye 10 dönümlük arazisini hile ve hurda ile 100 dönüm gösteriyorsa ve helal kabilinden bu yardımlardan yararlanıyor ve sırf bu yüzden mevcut iktidarı destekliyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; yapılan ihalelerden komisyonların tarikatlar üzerinden alınmasına bilerek ses çıkarmıyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; Galata port gibi önemli ihalelere katılan ve sözleşme hakkı verilen Uluslararası Sermaye temsilcisi Ofer ile bir bakanın seyahatlara giderek akabinde de kendisine babalar gibi ihale verilmesi ve sonradan rezalet ortaya çıkıncada vazgeçilmesi konusunu bilmesine rağmen ses çıkarmıyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; 11 Eylül sonrası Amerikan resmi belgelerinde adı "Özel Olarak Belirlenmiş Küresel Terörist" diye geçen bir Suudi işadamı Yasin El Kadı ‘ya kefil olan başbakan’ı makul karşılayıp mazur görüyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; Alevilerin Beyoğlu Sütlüce Alevi Karaağaç Tekkesinin mücavir alanını imara açarak kutsal yerler konusundaki ayrımcılığını ayan beyan ortaya koyarken sesini çıkarmıyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; batık bankaların nasıl ve neden battığını saatlerce anlatıp, sonra batık bankacıların helikopterleri ile seçim çalışmaları yapan Başbakanların yürüşüne hayran oluyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri;
özelde 4,5 yılda olmak üzere son 60 yıldır, Cumhuriyetin tüm değerlerine küfredenlere ses çıkarmayıp ara sıra Cumhurbaşkanı’nın ses çıkarmasına “Çankaya Noteri” konuştu diyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; futbolun içine yeterince siyaset karışmış iken , bu defa başta Başbakan olmak üzere Bakan Mehmet Ali Şahin, Melih Gökçek, Mehmet Özhaseki, Levet Kızıl ve Özhan Canaydın ile birlikte futbolu gırtlağına kadar siyasetin içine sokanlara ses çıkarmıyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; Önüne gelene “bu memleket seninle gurur duyuyor” denilmesine karşı çıkmıyorsa hatta yaşasın bende bağırayım diye yarışıyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; 50 yldan beri ABD nin yeşil kuşak projesine hizmet edenleri ve son 15 yıldır da yine ayni mahfillerde düzenlenmiş ılımlı islam projesini hayata geçirenlere sesini çıkarmıyorsa;

Eğer yurdum insanının her 2 sinden biri; Kemal Derviş’e kızıpta şimdi tamamen onun proğramını uygulayanlara alkış tutuyorsa;

Deniz Bay-kal sa ne olur Deniz Bey-git se ne olur.

Bu dramatik ve travmatik durumu Aziz Nesin’in büyük matematik çalışmalar ve araştırmalar neticesinde 65 e bağladığı şekilde mi izah edeceğiz yoksa;

Yüce Türk büyüklerinden Ülkemizin solunun her başı sıkıştığında müracaat ettiği;
1-Devr i bakanlığında kırmızı plaka uğruna kendi bakanlığı dışındaki bakanlıklarda özellikle yargısız infazların yapıldığı bakanlığa yönelik sesi çıkmayan Fikri Sağlar’ ı mı dinleyerek;
2-Çene suyu pilav yapmanın ötesinde bir icraatı olmayan Ercan Karakaş’ı mı dinleyerek;
3-Sulh dönemlerinde burslar alarak amerikalarda okuyup Tarikatçılar ile ABD lilerin arasında kargo faaliyetlerinde (fikir taşıma) bulunan savaş zamanlarında ise de Türkiye soluna fikir satmaya- pazarlamaya çalışan başta Ruşen Çakır olmak üzere modası geçmiş, kalayı ve cilası dökülmüş basın mensuplarını mı dinleyerek;
4-Mevcut iktidarın seçimlere nerede ise % 35 ini değiştirdiği milletvekileri küsmüyor ama nedense çıtkırıldım üstadı mevkiine yükselmiş; Erdal İnönü, Hikmet Çetin, Murat Karayalçın, Zülfü Livaneli, Mehmet Tomanbay, Ertuğrul Günay, Zafer Üskül, Mehmet Domaç beyler küsüyor, bunların küsmelerinin ne kadar haklı olduğunu dinleyerk ve düşünerek;
5-Yaşar Nuri Öztürk’ü listeye alınca ses çıkarmayanlar, İlhan Kesici’yi alınca ses çıkarmaya başlıyorlarsa ve bu konuda verdikleri fetvaları dinleyerek;

mi yaşanan bu fetret devrinden çıkacağız.

TİLKİ FETVA VERMEYE BAŞLADI İSE TAVUKLARI KÜMESE ALMAK GEREKİR
(türk atasözü)

Cuma, Haziran 08, 2007

Sn. MELİH GÖKÇEK vede YALAKALAR CEMİYETİ


Çağdaş dünyada “araç taşıma yerine insan taşıma” ilkesi üzerinden kent içi ulaşım planları yapılır iken maalesef geri kalmış (yada kalkınmakta olan) ülkelerde ise bunun tam tersi topluma dayatılmakta ve kent içleri insana değil araca açılmakta ve kent içi adeta bir otobana dönüştürülmektedir. Bu bağlamda Ankara’nın trafik düzeninden ve biz vatandaşların vergileri ile oluşturulan bütçeden trafiği düzenliyoruz adı altında Ankara Büyükşehir Belediyesi ve onun Başkanı tarafından yapılan keyfi, yararsız ve birilerini zengin etme yatırımlarının doğru yatırımlar olmadığı defalarca yazılıp çizilmesine karşın ve maalesef AKP ve Sn. Melih Gökçek taraftarları tarafından amigoca savunulurken de en büyük desteği bu konuda nemalanan müteahhit ve sanayici kesiminden görmektedir.
Kentlerde kesintisiz taşıt trafiği yaratmaya çalışmanın daha çok özel aracın kente sokulması için cazibe oluşturacak ve son tahlilde bu da; akaryakıt tüketiminin artmasına, hava ve gürültü kirliliğine yol açılmasına, kentin dokusunun bozulmasına, yeni alt-üst geçitlerinin yapılması gerekçesini oluşturmasına, trafik kazalarının artmasına vb. gibi bir sürü derdin oluşmasına neden olacaktır. Oysa çağdaş kentlerde ulaşım planları; toplu taşımaya öncelik veren, kent içini insana açan yaklaşımlara yol açan yöntemleri geliştirir.

Ancak bütün bu doğruların yanında da aslolan kentli vatandaşın bu bilinç ile kentine sahip çıkmasından geçen duyarlılıklar geliştirmesi ve kent yönetimi üstünde sürekli ve fahri denetim gücünü elinde bulundurması gerekmektedir, buda çağdaş insan olmak ile kaim bir olgudur.

· Köprülü kavşak abukluklarının başladığı tarihlerde; TMMOB’u protesto etmek ve TMMOB tarafından oluşturulan aklın ve bilimin öncülük ettiği köprülü kavşak yapımına karşı çıkan tutumları karşısında, Sn. Melih Gökçek’in şiddetli baskıları neticesi ile minibüslerin arkasına astırttığı “TMMOB siz işinize bakın, köprülü kavşak yapımı sizin işiniz değil” şeklinde afişleri minibüscülerin asmaması için ne şöförler odasından nede vatandaşlardan ciddi bir itiraz ve protesto gelmemiş olması;
· Sn. Erman Toroğlu gibiler; ki hıyarın dışında (hıyarın bol olduğu bu ülkede zaten herkes hıyardan anlıyor ya) konunun hiç bir tarafından birşey anlamayan kişilerin; “Yahu şu Başkan da cin gibi adam yaptı bir sürü köprülü kavşak ve trafik yoluna girdi şimdi şehri 5 dakikada bir uçtan bir uca geçebiliyorsunuz” kabili hiç bir şekilde doğru kabul edilemeyecek beyanları karşısında kendisine neden böyle bilmediğin konuda konuşuyor ve toplumu yanlış yönlendiriyorsun diye kimsenin itiraz etmemiş olması;
Nasıl izah edilebilirki?
Bu örneklerden maalesef daha binlerce verilebilir ama; buna gerek yok bütün bu söylenenleri hayat tekzip etmekte ve asla yüzleri kızarmayan bu şahsiyetleri mahçup etmektedir ve de hayat öyle “ihale vermekle satınalınamayan” “ulufe dağıtmakla yandaş olmayan” “tarikatdaş olmakla kandırılamayan” bir olgu olduğundan etmeye de devam edecektir. Ancak bu yeteneksiz, beceriksiz, kabiliyetsiz, yetersiz, çapsız, basiretsiz, öngörüsüz, arsız, seviyesiz, meziyetsiz ve saldırgan bir avuç diplomasız toplum mühendisi bozuntusu insan ve yalakası cemiyetleri “göz göre göre” bunları yaparken, o güzelim geniş kitleler ise hemde “söyleyen deli ise dinleyen akıllı olmalı” gibi çok beğendiğim bir sözün yaratıcısı sessiz çoğunluk yurdum insanı “tarafsız kalmanın aslında taraf olmak” olduğunu bilmeden mi bir yalakalar cemiyetinin oluşmasına yol açmaktadır, işte asıl izaha gerek konu budur.

Cumartesi, Mayıs 26, 2007

AYDIN DOĞAN MEDYASINI BOYKOTA DAVET
Türkiye kamuoyuna yaptıkları telkinleri, ABD, İsrail, AB ve Hükümet yandaşı tavırlarını (hangisi olursa olsun), BOP (büyük ortadoğu projesi) için büyük desteğini, Ilımlı İslam için gösterdiği çabalarını, Vatan topraklarımızı, ortak endüstriyel ve finansal kuruluşlarımızı yabancılara peşkeş çekenlere övgü yazılarını, bütün bunların gerçekleşmesi için cansiperane çalışan TÜSİAD başta olmak üzere benzer tüm kuruluşları baştacı eden ve hatta bu yönde kamuoyuna yapılanların tek doğru olduğunu “ YALAN SÖYLEYİN İNANAN BULUNUR” şiarından hareketle telkinlerde bulunarak ve bu maksatla da özellikle Ertuğrul Özkök, Ahmet Hakan, Cüneyt Ülsever, Hadi Uluergin, Mehmet Ali Birant, İsmet Berkan başta olmak üzere, tüm gazete yöneticileri ve köşe yazarları ile kamuoyunu kuşatma altına alan, bu yolla da ülkenin geleceğine ipotek koymaya çalışan ve 2007 Yılına damgasını vuran tertemiz, saygın ve yurtsever halk eylemlerini görmezden gelen Cumhuriyet mitinglerinde yürüyen milyonların sesini ulusa ve dünyaya duyurmayan ve hatta uydurabildiği ölçüde de alaya alan tavır sergileyen; Hürriyet – Milliyet - Posta – Radikal - Referans gibi günlük gazeteleri, KANAL D gibi TV kanalı başta olmak üzere tüm AYDIN DOĞAN MEDYASINI 1 AY BOYUNCA protesto ve boykot ediyorum.
Tüm Türkiye Kamuoyunu da; kerameti kendinden menkul zanneden ve toplumsal iradenin gücünü görmezden gelen AYDIN DOĞAN MEDYASINI boykota davet ediyorum.

Ruhi M. ÇİLEK

Pazartesi, Mayıs 07, 2007

BU RESMİ KİM YAPTI

Bugünlerde başta AYDIN DOĞAN medyası ve kalemşörleri olmak üzere; 1 mayıs 2007 işçi bayramında emniyet güçlerinin azgın boğalar gibi insanlara saldırması konusunda bir takım fotoğrafları işaret ederek “Bu fotoğraftaki polis kim, bunu bulun ve cezalandırın” diyerek toplumda oluşan infiali de bu şekilde yatıştırıp konuyu saptırıp yada en fazlasından 2 polisi suçlu gösterip vaziyeti idare ederek geçiştirmek isteyenlere deyim yerinde ise çanak tutuyorlar.

Sanki bu resmin oluşmasında özellikle son 20 yılda AYDIN DOĞAN medyasının hiç suçu yokmuş gibi hatta ve hatta kendilerinin hiç suçu yokmuş gibi davranıyor olmaları da tam “besleme basın” olduklarının ispatıdır.

Medya dünyasının köşelerini tutmuş siz çok sayın yazar taifesi;
· Acaba siz “mütareke basının temsilcileri” gibi davranışınızdan ötürü toplumda olumsuzluklara itiraz etme gibi yanların törpülenmesine yol açtığınız için;
· Her şeyi günlük gülistanlık gösterdiğiniz ve zaten tamamen “gemisini kurtaran kaptan” ve “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” noktasına getirdiğiniz toplumun direnç kalelerini yıktığınız için;
· Suç işleyen polislerin derhal bulunup cezalandırılmasını isteyenlere "polisin elini zayıflatmayalım" diyen Demirel'i haklı gösterdiğiniz için;
· “Asmayalım da besleyelim mi” diye vatandaşa görüşlerini açıklayan Marmaris’li Netekim Paşa Hazretlerinin görüşlerini vatandaşa tarafsız aktarıyorum yalanına sığınarak; “hayır paşa hazretleri asamazsınız” demediğiniz için;
· “jop niye kullanalım elimizde taş gibi askerler var” diyen paşa hazretlerine nasıl böyle pervasız ve hayasızca konuşuyorsun demediğiniz için;
Bu soruları sınırsız sayıda üretmek mümkün ama gerek yok; yaratıcılarına siz yardımcı olduğunuzdan hepsini bilirsiniz, güçlüler karşısında secdeye varacak şekilde durma alışkanlığınızdan AKP Hükümeti karşısında da el pençe divan durduğunuzdan “o fotoğraftaki polis bir anlamda sizsiniz, diğer anlamda Vali Sn. Muammer Güler’dir, Emniyet Müdürü Sn. Celalettin Cerrah’tır, İçişleri Bakanı Sn. Abdülkadir Aksu’dur.”

Bu fotoğraf sizin eserinizdir beyler övünün...

Pazar, Nisan 08, 2007

“ŞAH BİZE DE GELMEZ DEMİŞTİ” başlıklı iletiyi sanal ortamda kimler bu sıklıkta dolaştırıyor bilmiyorum ama; "kırk katır mı, kırk satır mı " özdeyişindeki duruma düşmeden bu iletinin tekrar tekrar iletilmesini sağlayalım. Şimdi bunlarla mücadele etmenin yolu
MGK ya
YÖK e
TÜSİAD a
sahip çıkarak olmayacağınıda aklımızdan çıkarmamamız gerekmektedir. DİKKATTTTT

Bu ülkenin bu hale gelmesinde başaktör olan TÜSİAD, YÖK ve MGK ya sahip çıkarak düze çıkacağımızı düşünenlere bir kez daha hatırlatmak istiyorum lütfen " bunların kayıkçı kavgasındaki oyununa" gelmeyelim. İllaki demokrasi diyenlerin bundan 10 yada 15 yıl önce bahse konu kurumlara karşı neler söylediklerini nasıl eylem planları hazırladıklarını ve en önemlisi bizimde bunlara en azından fikir düzeyinde katıldığımızı unutarak şimdi iyice pompalanan bu kaba miliyetçi rüzgarlardan etkilenerek dün söylediklerimizi ve düşündüklerimizi adeta tekzip ederek oynanan bu oyunun bir parçası olmaya zorlanıyoruz.
Sadece ve sadece AB konusunda TÜSİAD tarafından sufle edilen politikaları uygulamıyor diye eleştirildiğini ve tamda bu yüzden siyasi iktidara karşı çıktıklarını unutmadan yine bu iktidarın kitleleri her geçen gün yoksulluğa mahkum eden, işsizliğin % 20 lere varmasına ses çıkarmayan, cumhuriyetin 80 yılda yarattığı değerlerin haraç mezat satılmasına ön ayak olan politikalarına destek verdiklerini unutmadan;

YÖK ün üniversiteleri kuran kursları düzeyine indirmesini, bugüne kadar tıp fakültesi sayısı kadar ilahiyat fakültesi açılmasını, bir sürü yobaz ve gericinin doçent ve profesör olması sürecindeki buram buram ortaçağ kokan tezlerini kabul etmesini ve yayınlamasını unutmadan;

MGK nin demokrasinin önündeki en büyük engel olduğunu, bu kurumun derin devletin görünen yüzü olduğunu unutmadan;
Bu kurumları değerlendirelim aksi taktirde bir kucaktan bir başka kucağa geçmekten ve bizi uyutmaları için hazırladıkları tuzaklara düşmekten, bir sonraki etapta "yahu bunlarda diğerlerinden farklı değilmiş" demekten kurtulamayacağımız aşikardır.

LÜTFEN ÜLKENİZİ DOĞRU İDDİALARLA ve İLKELERLE SAVUNUN

Çarşamba, Nisan 04, 2007

Sn. Emin Çölaşan' a Suriye özür dilemeli başlıklı yazısına açık mektup;


Sn. Emin Çölaşan;
Siz; Suriye'nin özür dilemesini bekliyorsunuz ya ama yıllardır siz ve sizin gibi milliyetçi yazarlar (şimdi sizde çıkar bazılarıda bana solcu diyor diyebilirsiniz ama gerçek durumunuz ve mevzilenmeniz açısından bu) Suriye’ye "emperyalistler tarafından kuruldu" yada "sınırları büyük devletler tarafından bastonla çizildi" gibi kısmen doğru kısmen yanlış savlarınız içinde Suriye’lilerden siz özür dilemelisiniz, çünkü öyle iddia ettiğiniz gibi olsa da birileride çıksa (sizin gibi düşünen ama komşu ülkelerin yazarları) "madem ki bizim sınırlarımız büyük devletler yada emperyalistler tarafından çizildi sınırlarımız ortak olduğuna göre (size göre zaten Ermenistan, Bulgaristan, Yunanistan, Irak sınırlarıda aynı durumdadır ya) sizinkilerde o bahsettiğiniz emperyalist devletler tarafından çizilmiştir dese bırakın demeyi hergün deli şeyine dolamış gibi yazsa yada söylese nasıl olur acaba, kaldı ki Hatay Cumhuriyetinin (bağımsızlığı öncesi Suriye ye aittir bildiğiniz üzere) Türkiye’ye katılması konusuda detaylı incelendiğinde bir takım ince taktiklerin uygulandığını gözü azıcık gören, kafası azıcık çalışan herkes görebilecektir. Bu konuda bilgilerinizin eksik ve niyetinizin kötü olabileceğini düşünmememiz için lütfen söylermisiniz bize neden böyle yazıyorsunuz Sn. Çölaşan. Neden tek taraflı ve şartlanmış bir bakış açısına sahipsiniz. Ayrıca Suriye’de rejim karşıtı “Müslüman Kardeşlerin” Türkiye’de kimler tarafından, hangi sürelerde, neredeki kamplarda eğitildiğini ve beslendiğini sanki unutarak yada gözardı ederek yazıyor olmanızda; konuyu ayrıca nasıl değerlendirdiğiniz konusunda bir takım ipuçları vermektedir. Bu tür hamaset ve tribünlere oynama yaklaşımları sizin düzeyinizdeki birine bir şay katmayacağı gibi giderek sizi antipatik de etmektedir.
Bakın ben size akıl verecek durumda olmayabilirim ama dünyayı değerlendirmenizde milliyetçi/kafatasçı kafayı terketmenizde; Türkiye’ye yapabileceğiniz katkılar açısından yarar vardır, sizin gibi zeki gazeteciler kolay yetişmiyor çünkü.
Sn. Gökçek karşısında ki yutkunarak cevapsız kalma durumunuzun bu konuda da devam etmemesi adına; lütfen cevaplayınız. Ve asla unutmayınız ki komşunuzun; hergün sizi tahrik edici, suçlayıcı ve tahkir edici yazılarla yada söylemlerle itham etmesi sizi nasıl rahatsız ederse komşunuz da aynı şekilde siz ve sizin gibilerin bu yaklaşımlarından rahatsız olmaktadır ve netice olarak; empati gereği size durumunuzu yeniden gözden geçirmenizi hassaten tavsiye ederim.

Bu nedenle çalışmalarınızda başarılar diler, saygılar sunarım.