“Efendiler, yarın Cumhuriyet’i
ilân edeceğiz!” dedi. Mustafa Kemal uygun bir süre
bekledikten sonra, masada bulunanların gözlerine tek tek bakarak, açıklamasını
sürdürdü: “Türkiye Devleti’nin hükümet şekli Cumhuriyettir. Bunu Anayasamıza
yarınki Meclis toplantısında koyduracağız. Hazırlıklarımızı bir kez daha gözden
geçirmemiz lazım.” Cumhuriyet ilanı ile ilgili nerdeyse tüm kaynaklar ittifak
edercesine bu çıkışı başlık olarak kullanırlar. Canım Yurdumun, tarihinde ilk
önemli sıçrama gerçekleşmiş, yeni bir sayfa açılmıştır gayri…
Bu
cesur adımları atan kadronun lideri, artık yok ve 10 Kasım 2017 de artık geride
79 yıl kalmış olacak… Kimilerinin, cumhuriyet ilanı, ekonomik kalkınma-atılım, kadınların
seçme seçilme hakkının tesisinden, kanun devleti olma ve hâkimiyetine kadar
olan siyasi atılım başta olmak üzere gerçekleşen her şeyin yegâne lideri
gördüğü, kimilerinin tekke ve zaviyelerin kapanmasından, hilafetin
kaldırılmasına kadar gerçekleşen atılımların müsebbibi tayin olunarak “elin gâvurundan”
daha kötü olarak anıldığı, kimilerinin asimilasyon politikalarının sorumlusu tayini
ile de katıksız eleştirdiği, kimilerinin de her türlü destek gördüğü sosyalizme
karşı içten pazarlıklı olması ile yargıladığı Türkiye Cumhuriyetinin kurucu
lideri Mustafa Kemal Atatürk, herkes tarafından kendi meşrebine uygun yâd
edilecektir. 79. ölüm yıl dönümünde kendisini saygı ile anıyor, hatıratı önünde
eğiliyoruz.
Bu
manada, herkesin fikrine saygıda kusur edilmedikçe, itiraz etmeden, kendimce
birkaç tespit yapmak istiyorum.
Mustafa
Kemal’in, Bolşevik olmamasına rağmen Türk-Rus ilişkilerine oldukça önem
verdiğini okudukça öğreniyoruz, “Sovyetler bize yardım edebilecek durumda ve
düşmanlarımızın düşmanıdır” değerlendirmesi yaparak, Sovyetler Birliği ile
ilişkilerin sürdürülmesi gerektiğini, her türlü karşı eleştiriye rağmen iddia
ediyordu. 1920 Temmuz’unda, TBMM Genel Kurulunda konuşmasında “Efendiler, bir
de Bolşeviklik âleminden bahsolundu. Yine diğer zamanlarda da bahsolunmuştur
ki, biz Bolşevikleri aramış ve bulmuşuzdur ve en son temasımız az çok maddi ve
kati bir şekle girmiştir. Resmen Sovyet Cumhuriyeti ile muhabere edilmiştir.
Sovyet Cumhuriyeti bizim muhtaç olabileceğimiz maddi muavenetin hepsini vaat
etmiştir.” (Bravo sesleri, alkışlar) diyerek ilişkiler konusunda nasıl bir yön
tutturulacağı konusunda işaret etmiştir.
Tüm
bu görüşme ve yakınlaşmalar neticesinde Sovyetler Birliği, Türkiye’nin Kurtuluş
Savaşı için; yaklaşık ve kabaca, ilk
elde, 39.000 tüfek, 327 makineli tüfek, 54 top, 63 milyon fişek, 147.000 top
mermisi, 2 avcı botu, 4.000 el bombası, 1.500 kılıç, 20.000 gaz maskesi ve
125.000 TL değerinde altın yardımı yapmıştır. Elbette yardımlar bununla sınırlı
değildi 1921 yılında da Nisan, Mayıs ve Kasım aylarında üç parti şeklinde
toplamda 6.500.000 altın ruble yardımı yapılmıştır. Sovyetlerin bu süre
zarfında verdiği altın ruble yardımı toplamda 17.500.000 rubleyi bulmuştur.
Ayrıca, 1920, 1921 yılı milli savunma bütçelerinin birkaç katı mali ek
yardımlar da gerçekleştirilmiştir. Ve bu yapılan tüm yardımlar da, Sovyetler
Birliği anayasasında da yer alan “emperyalizme karşı kurtuluş mücadelesi
veren tüm halklarla dayanışmanın gerekliliği” ilkesinden kaynaklanmakta
olduğu artık çok sarihtir. Yine de Lenin’in bu yardımlar karşılığında bir takım
beklentiler içinde olduğunu iddia edebilen gafiller de çıkmıştır, eee elin ağzı
torba değil ki büzesin… Dahası TBMM’sini ve Hükümetini ilk tanıyan ve elçi görevlendirmesi
yapan devletin Sovyetler Birliği olduğu da bir vakadır. Ankara’ya gelen elçi
Aralov’un “Bir Sovyet diplomatının Türkiye anıları 1922-1923” adlı kitapta
toplanan anılarını okuyunca da, aslında Lenin’in “Mustafa Kemal sosyalist
değildir. Fakat görülüyor ki iyi bir örgütçü, yüksek anlayışlı bir önder. Ulusal
burjuva ihtilalini yönetiyor. İlerici akıllı bir devlet adamı. Bizim sosyalist
devrimimizin önemini anlamış olup, Sovyet Rusya’ya olumlu davranıyor. O,
istilacılara karşı bir kurtuluş savaşı yapıyor. Emperyalistlerin gururunu
kıracağına, padişahı da yardakçılarıyla birlikte silip süpüreceğine inanıyorum.
Ona, yani Türk halkına yardım etmemiz gerekiyor.” tespitini yaparak, nasıl bir
yardım içeriği oluşturduğu gayet nettir.
Diğer
taraftan ise, Mustafa Kemal’in Çerkes Ethem’e çektiği bir telgrafta; “3.
Enternasyonal’e bağlı Ankara’da bir genel merkez kuruldu. Bu Cemiyet merkezine
sen, ben ve Refet Bey dahi alındık. Yeni Dünya Gazetesi işte bu derneğin
fikirlerini yayacaktır. Hakkı Behiç Bey, Cemiyetin genel sekreteri olmuştur.
Buna ciddi bir surette çalışmak bilimsel ve pratik gayret lazımdır. Çünkü genel
çıkarlarımız bunu gerektiriyor. Hazırlanmakta olan program tamamlandığı anda
size de gönderilecektir. O zaman okur ve derhal gereken merkez ve mevkilerde
şubeler açılmasına yardım ve yol göstericiliğinizi esirgemeyiniz. Matbaanın da
hemen Ankara’ya taşınmasını buyurunuz. Hacı Şükrü Bey matbaanın taşınmasına
memurdur. Hakkı Behiç Bey kardeşimizin hamiyetine ve beceri derecesine benim
kadar sizin de emin bulunduğunuza inanıyorum. Sıhhat ve afiyet, Muhterem
Yoldaş.” diyerek ne planlamıştı acaba? Bilindiği kadarı ile Lenin tarafından, “Birinci
Enternasyonal, proletaryanın sosyalizm uğruna uluslararası mücadelesinin
temellerini attı. İkinci Enternasyonal birçok ülkede yaygın kitle
hareketlerinin zeminini oluşturma evresiydi. Üçüncü Enternasyonal ise İkinci
Enternasyonalin çabalarının semeresini toplayarak, oportünist, sosyal şovenist,
burjuva ve küçük-burjuva çöpleri ayıklamış ve proletarya diktatörlüğünü kurmak
üzere yola koyulmuştur.” biçimi ile deklare edilen amaç Mustafa Kemal
tarafından da gayet iyi biliniyordu. Netice itibari ile bu konuda da, Sovyetler
Birliği ile yürütülen iyi ilişkilerin gerçekçi ve pragmatist politikalar
neticesi olduğunu söyleyenler olduğu gibi, Mustafa Kemal’in dönem itibari ile
hayli prestijli ve gelecek vaat eden sosyalizm karşısında korktuğu, gelişme ve
çalışmaları kontrol etmek amacı ile böyle davrandığını söyleyenler de vardı, ayrıca
“komünizm nerde görülürse ezilmelidir” diye ince hesaplar içinde olarak
Sovyetler Birliğini “aldattığını” iddia edenler de vardı. Ama resmi komünist
partinin talimat ile kuruluşunda öncü rol alanların hepsinin sıkı birer
komünist karşıtı olduğu düşünülünce de “korku” faktörü ortaya çıkıyor galiba.
Konu
derin, tarih bilgimiz sığ ve nihayetinde de yerimin kısıtlı oluşu ile nokta
koyuyor ve Mustafa Kemal’in hatıratı önünde bir kez daha saygı ile eğiliyorum.