Emperyalist
paylaşım savaşlarının en kanlı tezahürü tarihe 2. Dünya savaşı notuyla düşmüş
olup, başta Sovyetler Birliği yaklaşık 30.000.000, Çin Halk Cumhuriyeti
20.000.000, Almanya 7.000.000, Polonya 6.000.000, Endonezya 4.000.000, Japonya
3.000.000, Hindistan 1.500.000, Yugoslavya 1.000.000, Hindiçini 1.000.000,
Romanya 1.000.000, Macaristan 750.000, Fransa 600.000, İtalya 500.000 insanını
kaybederken toplamda da yaklaşık 85.000.000 milyon insanın canına mal olmuş,
sayısız yaralılar, yok olmuş kentler, sürgüne düşmüş yüz milyonlarca insan,
nükleer belasına gark olmuş bir dünyayı miras bırakmıştır. Ne uğruna emperyalist
paylaşım uğruna… Kapitalist dünya sömürge dünyayı nasıl sömürecek, kim ne kadar
pay alacak, tek dertleri bu… Savaşın kirli ya da temiz yüzü, vallahi hangisi
ise gayri, sonuç bu… Savaşın bilançosu o zamanki dünya nüfusunun yaklaşık 2.000.000.000
olduğu düşünülürse, %5 i kaybedilmiş, yaşamsal faaliyet yürütemeyecek insan
oranın da bunun yaklaşık 3 katı olduğunu düşünürsek, savaşın nasıl bir
çılgınlık olduğu daha iyi anlaşılabilir, üstelik te yaşanan bu felaketin en
büyük faturasını yaklaşık %70 ile sivil halk ödemiştir.…
Peki;
dünya genelde böylesine korkunç bir tablo ile karşı karşıya iken, Ege’de suyun
karşısında durum nasıl idi, Mihver güçlerinin paylaşımında İtalya’nın işgal
etmesi planlanan Yunanistan’ı, faşist Mussolini’nin orduları gösterilen direniş
karşısında başarısız olunca, devreye işgalci büyük abi Almanya girer. Kısa
sürede Yunanistan boydan boya işgal edilir, kana bulanır, neredeyse taş taş
üstünde konulmaz. Faşist Almanya’nın 4 yıl süren işgali neticesinde, ölümler,
açlık, sefalet neticesinde oluşan dehşet ortamından, Ege Adaları üstünden
Türkiye’ye büyük kitleler halinde kaçışlar yaşanmış ve Türkiye çaktırmadan,
Almanya’yı da kızdırmadan bu sığınmacılara kapılarını açmıştır. Yaşanan bazı
olumsuzluklar dışında genellikle komşu sığınmacılara kucak açılmış gerek kamu gerekse
de halk tarafından… Zorda kalan komşuya ahali ekmeği vermiştir, tahılını
vermiştir, evini paylaşmıştır. Çok çeşitli rivayetler var konu ile ilgili ama
sonraları altın saatler mi, altın kaplama mutfak eşyalarımı sokaklarda satılır
hale geldi, fazla da karıştırmayalım isterseniz.
Bu
sırada Yunanistan’da durum nasıl idi denilince de işgali takiben Yunanistan; Almanya,
İtalya ve Bulgaristan arasında üç işgal bölgesine ayrılmış ve savaş boyunca bu
üç devlet tarafından adeta tarumar edilmiş, işlenen pek çok zulme sahne olmuş,
bu zulümlere işgal esnasında açlık nedeniyle yaklaşık 500.000 kişinin ölmesi de
dahildir. İşte bu şeraitte başını komünistlerin çektiği büyük bir direniş
örgütlenmekte ve komünistlerin bir hayli etkin olduğu EAM (Ulusal kurtuluş
cephesi) kurulur, ciddi bir hazırlık dönemi sonucunda da ELAS (Yunanistan Ulusal
Kurtuluş Ordusu) oluşur ve aktif direniş düzeni yaratılır. Muhtemel o ki; savaş
sonrası durumu ve yeniden oluşturulması gereken düzenin karar vericileri,
Yunanistan için verilen karar mucibince İngiliz hükümranlık alanında
kalacağından olsa gerek aynı dönemde, Anadolu’ya sığınan Yunanlılar arasından
İngiliz istihbarat servislerince gerek Kıbrıs’ta gerekse de Mısır’da tedris
edilen ekiplerce, muhtemel bir Yunanistan Komünist egemenliğine de yol
açmayacak planlar çerçevesinde İngilizler marifeti ile EDES (Yunan Ulusal
Demokratik Birliği) oluşturulur. ELAS işgalci Almanya’ya karşı yürütülen
savaşın neredeyse tüm yükünü üstlenirken İngilizler tarafından organize edilen
EDES ise esas olarak savaştan sonra Yunan komünistlerinin etkisizleştirilmesi
için tüm gereken hazırlıkları yapıyor ve bu uğurda da ELAS’a saldırmaktan geri
durmuyordu. Hay Allah bu konu uzadı, Yunanistan iç savaşı konusunda değerli
çalışmalara bakılması gereğini hatırlatarak, asıl konumuza gelmek istiyorum.
Yunanistan’da
açlık, sefalet ve nihayetinde ölüm korkusu nedeni ile Yunan halkı için daha
güvenli bölgelere sığınmak kaçınılmaz bir sondur, bulabildikleri,
edinebildikleri her yol ve vasıta ile ülkemiz topraklarına sığınmaktadırlar.
Vasıta bulabilme şansına erişen asker ve sivil binlerce Yunanlı, ülkesini terk
ederek Anadolu topraklarına sığınmıştır. Tıpkı bugün Suriyelilerin başına
gelenler gibi ne yazık ki o dönemde de Yunanlıların başına benzer şeyler gelmiştir,
teknelerin dalgalı denizlere dayanamaması, Alman uçaklarının takibinden kaçılamaması,
kaçakçıların önem göstermemesi vs gibi gerekçelerle ölümler yaşanıyor… Ancak bu
karmaşalar içinde başkaları da var, tekneleri ile dolaşan sahillerimizde,
İngiliz istihbaratçıları, mezkûr konu ile ilgili anıların anlatımı gerek
Yunanistan gerekse de Türkiye edebiyatı bir hayli zengindir. Peki; ne yapıyordu
bu İngiliz İstihbaratçıları, herhalde insani yardım peşinde değillerdi, tabii
ki buradan devşirdikleri ve savaşçı olma ihtimali yüksek olan insanlar önce
Kıbrıs Adasındaki İngiliz üslerini oradan da Mısırdaki İngiliz üslerine
taşındılar, eğitildiler ve donatıldılar ve sonra da Yunanistan iç savaşında iktidarı
emperyalist güçler lehine almak üzere cepheye sürüldüler. Bu bağlamda Çeşme ve
Ilıca’daki kamplardan 10.472 Yunanlının Kıbrıs ve Suriye üzerinden Mısıra
gittiği kayıtlardan anlaşılmaktadır, bu da kayda girebilmişler için, bir de kayda
giremeyen ekipler var… İngiliz istihbaratçıları hangi tekneleri, gemileri
kullandılar acaba diye düşünüldüğünde herhalde İngiliz Bayraklı gemilerin
kullanılması, merkezi Hükümetin Almanya desteği tercihi karşısında mümkün olmayacağı
sarihtir. Peki; ne olmuştur sizce, evet, kemal-i suhuletle idrak edileceği üzere
burada gemileri olan %100 yerli ve milli taşeronlar devreye girmiştir ve onlar
ki bilahare Ege sahillerinin zengin erkanını oluşturmuştur. Ayvalık, Didim,
Foça, Karaburun, Çeşme, Kuşadası, Bodrum, Marmaris, Datça gibi sahil kasabalarını
dikkatinize sunarım. Bakın bakalım etrafınıza dönem itibari ile gemi sahibi
kimler var, kimler gemi işletmeciliği yapmış… Hani denilir ya, küp küp
altınları varmış tevatürü, bir de böyle bakılmalı o küp küp işine… Bu bir ipucu
olabilir, şahsi menfaatlerini müstevlilerinin siyasi emellerine tevhit
edenlerin kim olduklarını anlamak için…