Bir
zamanlar, şehir içi ulaşımında; sessizliği ve hava kirliliği konusundaki
cimriliği ile çevre dostu olarak ünlenen, aynı zamanda ekonomik olan bu
araçların, sürücüleri yetenekli, sabırlı ve olabildiğince beyefendi belki de zamanın
ruhuna uygun olarak olmuş olan ve gücü yol boyunca direkler arasına gerili
vaziyette asılı olan elektrik tellerinden temin edilen ve bu tellere 2 adet
boynuz biçimi bağlantı elemanı ile irtibattanmış “troleybüs” denen araçlar kullanılmakta idi.
Bilindiği
kadarı ile ilk troleybüs Almanya’nın Berlin kentinde 19 yüzyılın sonlarına
doğru kullanılmış olup Canım Yurdumda ise 1947 yılında ilk defa Ankara’da
kullanılmaya başlamıştır. Güzel İzmir’de ise 1954 yılında kullanılmaya başlamış
ve nasıl ki en son kullanılmaya başlanmış yer olmuş ise son kullanılan yer
olarakta 1992 yılına kadar kullanılmıştır. Dile kolay; tramvayların yerini alan
bu boynuzlu araçlar yaklaşık 40 yıl hizmet vermişlerdir. Tramvayların trafiği
tıkadığı kararına varılarak, devrim niteliğinde araçlar nitelemesi ile “troleybüsler”
devreye alınmış ve Alman Siemens firması tarafından aracılık edilerek temin
edilen kredi vasıtasıyla, ilk kez Güzelyalı- Konak arasına döşenen hatlarla başlayan
serüven, sembolik olarak bırakılan son hattın da sökülmesiyle, maç petrolcüler
lehine sonuçlanmış olur. Raylara bağımlı tramvayların yerine yıldızları
parlayan troleybüslerin yıldızları bir anda parlıyor ama çevre dostu olan bu
araçların serüveni denizin dibini boylamakla da bir anda kararıveriyor. Yaklaşık
75 yıllık tramvay saltanatına son veren troleybüs ise ancak 40 yıla yakın
dayanabilmiştir, İzmir yollarında, İzmir’in büyük politikacılarına… Artık
seferden kaldırılan “troleybüsler” balıklara yuva teşkil etsin diye koca koca
ve çafçaflı törenlerle körfeze atılmış ve balıkçılarımızın her nereden
öğrenmişler ise talepleri karşılanmıştır.
Ekonomik
olmadığı, trafik tıkanıklığına yol açtığı varsayılarak, burun kıvrılarak, devre
dışı bırakılan bu araçlar, hem yatırım hem de işletme maliyetleri açısından yerine
ihdas edilenlere göre daha uygun oldukları daha sonraki yıllarda anlaşılacaktır
ama her konuda benzer davranışı gösteren necip milletimizin gadrine de
uğramaktan kurtulamayacaktır. Az bilgi ve düşünme ile çok proje uydurmakta
üzerine toz kondurulamayacak durumda ki mahir önemli şahsiyetler ekonomik
olmamayı hangi hesaba dayandırırlar bilinmez ama km başına yaklaşık 2 KwA(kilovat)
elektrik tüketimi olan bu araçlar taşıdığı minimum 100 kişi ile de kişi başına
en az enerji tüketen araçlar olarak bilenlerin zihinlerinde yer etmeye devam
edeceklerdir. Üstelik söylenildiği ya da iddia edildiği gibi de yavaş ilerleyen
araçlar da olmayıp, bugün yerine ihdas edilmiş araçların hiç gerisinde de
değillerdir. Elektrik kesilmelerinin önüne geçememiş necip milletimiz, sık sık
boynuzların kablolardan kurtularak, sürücüsünün hemen aşağıya inerek yeniden
yerine yerleştirmesi işine de haylice bozulurlardı…
Şimdilerde;
mezkûr büyük politikacılar, bir “devrim” ile troleybüsler tarafından saltanatına
son verdikleri “tramvayların” yeniden kullanıma alınacağının açıklanması ve şehir
içi ulaşımın kanser haline getirmiş olduğu trafik sorunun tek çözümünün
olduğunu savlamaktadırlar. Madem öyle idi, neden kaldırdınız ve neden yeniden
ihdas ediyorsunuz. Maksat ekonomik aktivite olsun, cepler dolsun… Benim oğlum
okur, döner de bir daha okur… Mehter marşının bu topraklarda icat edilmiş
olması boşuna değil, bir adım ileri, iki adım geri…
Lise
öğrenciliğimin geçtiği yıllarda, sıklıkla kullandığım, Güzelyalı-Konak-Alsancak
hattındaki troleybüslerin, biletleri troleybüs içerisindeki bilet satıcısından
temin edilir, bilet satıcıları troleybüsün her kapısından giriş çıkış
yapılabildiğinden, önceleri içeride dolaşarak bilet verir, para toplar iken bilahare
de, sadece ön kapıdan girilip diğer kapılardan çıkıldığı dönemlerde orta
kapının yanında tahta bir korumanın arkasında oturur, yeni binenler önünden
geçerek bilet alır ödeme yaparlardı… Böylece bilet satıcısının tüm mesai
boyunca ayakta bulunması sorununu da çözmüş oldu, canım yurdumun canım
sendikacıları… Oysaki biletçinin serbest dolaştığı zamanlarda, o troleybüsün
içerisinde, iyi günler, günaydın, iyi akşamlar ve iyi geceler dileklerinin
iletilmesi eksiksiz olup bitimsiz bir hoşluk katardı seyahate… İnsanların büyük
ölçüde birbirlerini tanıyor olması ya da göz aşinalığına binaen, birbirlerine
hitabı da bir başka idi o devirlerde, Muhterem, Üstat, Azizim, Mirim gibisinden
hitaplar başlarda gelirdi, hatırladığım kadarı ile. Yaşlılara yer verilmesini
bir kenara bırakın insanların kendilerinden az da olsa büyüklerine yer veriyor
olmaları vukuat-ı adiyeden idi… O dönem rahatsız edici tek şeyin, körüklü ve
havalı kapıların “bammmmm” diye yüksek bir sesle kapanıyor olması idi
hatırlayabildiğim kadarı ile… Diğer taraftan, sürücü acemiliğimi idi
bilemiyorum ama bazen kalkışlarda yolcuları silkelemesi, ya da durur iken ani
frenlere bağlı savrulmalar da olurdu ama bugünkü otobüslerdeki şöförleri ve
sundukları rahatsız yolculukları asla tercih haline getrimeyecek kadar idi… Hele
koltukların, sert formikadan oluşu ama asla bizi rahatsız etmediğini hala
hayretle hatırlarım, belki de oturma organlarımız o dönemlerde daha da yumuşak
olup bir rahatsızlık duymamızın önüne geçerdi, kim bilir, açıkçası o tarihte
herhangi bir yaşlıya bu konuyu sormayı da akıl edememişim…
Penguen
belgesel dizilerine devam, şimdilerin parlatılmış demokratı Ahmet Hakan’a selam…