Soğuk savaşın saha uygulamasının 1. etabını uygulayan ama ne
yaptıysa da bir türlü Zulüm İmparatorluğu ABD ye yaranamayan ve mezkûr
imparatorluk tarafından askeri cunta marifetiyle iktidardan uzaklaştırılan DP
iktidarından sonra, Canım Yurdumdaki 2. etabı yönetme görevi alan muhterem ve
muhteşem zat, tarihe “iti ite kırdırma”
politikası diye geçen, özgürlük ve adalet arayışları karşısında, ABD başkanı
ile çektirdiği fotoğrafın kazandırdığı seçimin sarhoşluğuyla öncülünün başına
gelenleri de aklının bir kenarında tutarak ama asla misyonuna aykırı
düşmeyerek, devletin koruması altında palazlanan, destelenen ve hatta
örgütlenen paramiliter güçlerin ortalığı kasıp kavurduğu karanlık sürecin baş
mimarıdır. Siyasi çizgisinde hiçbir zaman bir değişiklik olmamasına rağmen,
günün gerektirdiği popüler lafları etmekten geri kalmamış ve imtina etmemiş ama
asla bu kapsamdaki herhangi bir sözünün arkasında da durmamış, sıkışınca da “dün dündür bugün ise bugün” gibi ucuz,
hiçbir siyasetçiye yakışmayacak ve çok sıradan bir 3. dünya ülkesi TV lerinde
gösterilen dizilerden fırlamış gibi duran sığ felsefe yapmış ancak asla
kendisini ne pahasına olursa olsun desteklemiş ABD’ye sırt dön(e)memiştir, o
kadar ki Irak işgalini gerçekleştiren ABD’ye işgal öncesi “büyük güçlerin geri vitesi yoktur” diyerek büyük destek vermiş, barışçı
yollar arayanların çabalarını eleştirmiş ve boşa çıkması için her yolu
denemiştir.
12 Mart 1971 Askeri faşist darbesi neticesinde, Başbakanlığa
getirilen Nihat Erim’in kulağına fısıldanan talimatları yüksek sesle ve herkese
ders olması bakımından, herkesin her an başına gelebileceğini hissettirdiği “balyoz harekâtı” canım yurdumun üstüne
bir karabasan olarak çöküyor ve hedefi düşünen ve yurdunu seven insan olan
sürek avı başlatılıyor, özgürlük ve bağımsızlık talebiyle yola çıkan herkese
yönelik susturma ve kan kusturma layık görülüyor, bu çerçevede ülkemizin onurlu
geleceği için mücadele eden yüzlerce insan kurşunlanıyor, işkencelerde yok
ediliyor ama Canım Yurduma ders olması bakımından da, bakın ayağınızı denk
almazsanız her zaman sizin de başınıza gelir kabilinden olmak üzere ilave bir
ders verilmesi ABD Emperyalizminin ulvi çıkarları açısından da kaçınılmazdır. Kendileri
için bir şey istememiş, sadece ve sadece ülkelerinin bağımsızlığını isteyen ve
sömürüye karşı mücadele ettiklerini haykıran 3 fidanın idam sehpasına
gönderilmesini, hem ders hem de 1960’ın intikamı çerçevesinde değerlendiren,
içimizdeki Amerikalıların en meşhuru, muhteşem ve muhterem baba önderliğindeki “Türkiye Sağı”, bazı yalakaların yok şu
katılmadı yok bu hayır oyu kullandı gibi kafa bulandırmaya yönelik söylemlerine
rağmen blok halinde, büyük bir sevinçle evetlemişlerdir/onaylamışlardır. O
günün meclis görüşmelerinin basına yansıyan fotoğraflarında; Canım Yudumun
sömürgeleştirilme sürecindeki katmerleşmede hiçbir beis görmeyen hatta bunu
nemaya dönüştürme mahareti gösteren bu zat, oyunu açıklama sırası kendisine
geldiğinde, inanılmaz bir keyifle, müsamere çocuğu edasıyla büyük bir heyecanla
ayağa fırlayıp, 2 elini de birden havaya kaldırarak, daha önce defalarca
tekrarladığı “Üçe üç, bizden üç gitti,
sizden de üç gidecek” edasıyla evet demiştir.
Tabii ki bu ülkede; sadece Süleyman Bey gibiler yoktu, TBMM
ye yansımasa da önemli bir miktarda insan bu idamlara karşı olduklarını, yapılan
tüm baskılara rağmen düzenlenen imza kampanyaları ile göstermişlerdir, ne yazık
ki bütün bu çabalara rağmen, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan 6 Mayıs
1972 sabaha karşı, mevzuat ve yasalara uygun ama hukuka aykırı bir şekilde idam
edilerek katledilmişlerdir. “Yaşasın tam
bağımsız Türkiye, yaşasın halk, yaşasın işçiler, köylüler. Yaşasın halkların
kardeşliği. Kahrolsun emperyalizm” diyerek, gözlerini kırpmadan idam sehpasına
çıkan, bu yurtseverlerin geçen zaman içinde, bu hukuksuz idamları toplum
vicdanında rahatsızlık uyandırmış ve dün büyük bir sevinçle idamlarına evet
diyenlerin başındaki bu zat; “O devir
içerisinde benim siyasi sorumluluğum yok. Benim gücüm yok. Çünkü benim elimden
de hükümet alınmış. O gün ülkeye hâkim olan güç benim elimden de hükümeti
almış” diyerek, ne kadar masum olduğunu göstermeye çalışmış ancak yine
zekâmızla adeta alay ederek ve çok iyi bildiği balık hafızamıza da güvenerek; “Bu hadise devletin tasarrufudur, yani
mahkemeden geçmiştir, Meclis tasdiklemiştir. İcra edilmiştir. Durup durduğu
yerde de olmuş değildir. Onun içindir ki o tasarruf seçilmiş Meclisindir. Zaman
içerisinde meclislerin birtakım kararları yadırganabilir. Ama karar meşrudur, meşruiyet
tartışması yapılamaz. Bundan kötüleme tartışması çıkartamazsınız, o zaman
devlet işlemez.” diyerekte fikri kıvırmanın üstadı azamı olduğunu
kanıtlamıştır.
Oysa, bu takipçileri ve taraftarları tarafından bize çok
önemli bir devlet adamıdır diye yutturulmaya çalışılan zat, bir taraftan “Askeri idareydi, biz ne yapabilirdik ki,
hâkimler bu cezayı vermek zorundaydı, biz de onaylamak zorundaydık” diyerek
toplum vicdanında aklanma beklentisi içinde, diğer taraftan da nasıl kinci ve
intikamcı bir ruh hali içinde “Evet
siyasi kararlar verdim, Deniz Gezmiş'leri astırdım” diyen mahkeme başkanı
Ali Elverdi’yi kaptan köşkünde bulunduğu Adalet Partisinden milletvekili
yaparak aslına rucü ettiğini, taraftar ve tarafgirlerine göstermiştir. Peki,
yaşanan bu hukuksuz idam süreçlerinin hemen ertesinde böylesine duygusal
kararlar alınmıştır deyip kendisini sürekli aklamaya çalışanlara; “mahkemede iyi davransalardı, idam
edilmezler, cezaları müebbete çevrilirdi” diyen bir başka tescilliyi, Baki
Tuğ’u 1990 larda kaptan köşküne geçtiği Doğru Yol Partisinden milletvekili
yaparak konuya nasıl sahip çıktığını göstermiştir, tüm görebilenlere.
Günümüzde artık Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın
idam kararlarının hukuki değil ama “siyasi”
olduğu konusunda idam kararlarına imza atanlar bile dâhil olmak üzere hemen hemen
herkes hemfikir durumdadır. Üç Fidan’ın avukatı Halit Çelenk de 12 Mart Faşist
darbesinin askeri mahkemelerinde verilen kararının siyasi olduğunu ve hukuka
aykırı olduğunu, “Bu karar asla hukuki
değildi. Mahkeme de tarafsız değil, yanlıydı. Talimat ve intikam duygularıyla
verilen bir karardı. Anayasayı savunan gençler, anayasayı değiştirmek suçundan
asıldılar. Oysa sivil mahkemelerde en fazla 15 yıl ceza alırlardı” diyerek
durumun vahametine hep vurgu yapmıştır.
Artık Dünya, cezalandırmalarda idam taleplerini, yaşama
hakkına saygı ve telafisinin olmaması başta olmak üzere bir dolu nedenden
ötürü, kamu gücünü elinde bulunduranların intikam hırsının yarattığı ve yol
açtığı acılara son vermek adına, yasalarından çıkarmıştırlar ve çıkarmaktadırlar.
Ancak ne yazık ki ülkemizde hala idam gibi çağdışı bir cezanın tekrar
yasalarımızda yer almasını isteyen bir grup insan bulunmaktadır maalesef ve tüm
bu yaşananların kendilerine ders oluşturamamış olması da kendilerini iflah
olmazlar sınıfına sokmaktadır. Ama ne
yazık ki, tecavüzcülerin, dolandırıcıların, kravatlı banka soyguncularının,
karşılıksız çek vererek insanların paralarını ya da emeklerini çalanların,
kamuyu soyanların, her türlü mafiozi ilişkiler içindekilerin serbest
dolaşabildiği, sanki paralı eğitim istemeleri gerekirken parasız ve eşit eğitim
hakkı istiyorlarmış gibi gösterilerek hapislerde gençlerimiz çürüten ve muhalif
siyasi görüş sahiplerini idam etme geleneğinden geliyoruz ya, her türlü kelamın
bittiği noktadayız işte.